AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Dutu tut!

-Söylemesi zor: Dutu tut! Hem kimse dutu tut, demez. - Dut topla, dut ye, dut güzelmiş… deriz.

- Dutlar olmuş da deriz: Ak dut, karadut.

- Dut yediniz mi bu yaz?

- Henüz yemedim. Aslında, resmî dairelerden birinde masanın üstünde bir tabak dut gördüm, ikram da ettiler ama; canım mı istemedi, yeterince olgun mu bulmadım, yoksa içimin bir yerinde dut, ağacında, ağacından, dalında, altında yenir gibi bir duygu mu oldu, yemedim.

- Şehirde eskiden ne çok dut ağacı vardı, değil mi?

- Tabii, bahçeler de çoktu. Yine de büsbütün yok olmadı dutlar.

- Bir yakınımızın bahçesinde kocaman bir dut ağacı vardı. Dış kapının hemen içindeydi. Dalları sokağa da taşardı. İri ve lezzetli dutları olurdu, rengi biraz mora çalardı; hem kendileri, hem konu komşu, hem gelen geçen yerdi.

- Yine de çoğu zaman nice dut dökülürdü yere, yerde ezilir, kararır kurur, bir çeşit kirlilik oluştururdu.

- Evet, öyle olurdu ve onları süpürmek, yerleri yıkamak zor gelmeye başladı evin hanımına. Kestirdi dut ağacını.

- Yazık olmuş. Dut yemiyorlar mı şimdi?

- Yemesine yiyorlar, komşularının var bir dutu. Fakat yediremiyorlar artık!

- Geçen gün bir okulun hizmetlileri, bir dut ağacının altında durmuşlar, ellerindeki geniş bezleri germişler, ağacı silkeliyorlardı. Dutlar patır patır dökülüp bezin ortasında birikiyordu. Kimseden izin almışa benzemiyorlardı. Sanki, sokağın ve toplumun ağacıydı ağaç. Biraz öteden sakallı bir adam da, evinin önündeki ağacı göstererek, "Bakın, bu ağaçtan da toplayın!" diye sesleniyordu.

-Ne hoş! Bu dediğiniz, şehrin kenar mahallelerinde yaşanmış olmalı. Ben şehrin merkezinde, kızımla giderken gördüm kocaman bir dut ağacı. Fakat ağaç polislere ait bir binanın avlusundaydı. Yerdeki –asfalt- ya da duvarın –beton- üstündeki dutlar temiz değil tabii. Dalından toplamaya da cesaret edemedim. Devlet dutu dokunulmaz göründü gözüme!

- Devlet dutu olur mu ya? Dut kendiliğinden kamusal bir şey…

- Bir ne?

- Meyve!

- Dutu meyveden saymamışız pek. Kiraz ya da vişne kadar dayanıklı, korunaklı olsaydı, daha kolay meyve derdik.

- Ama meyve işte. Ağaçta yetişiyor. Ömrü çilek kadar bile uzun değil.

- Çileğe İranlılar "Frenk dutu" diyorlarmış, biliyor musunuz: "tût-ı Frengî".

- Dut, bize Farsçadan mı gelmiş? Aslı "tût" mu?

- Evet, yumuşatıp "dut" yapmışız.

- İyi etmişiz. Dutun olgunu, yumuşağı iyidir. Tût ham ve sert görünüyor.

- Hadi canım, bu mantıkla siz "çilek"e de "cilek" dersiniz!

- Tamam, saptırmayalım, dağıtmayalım, abartmayalım!

- Ne yapalım, peki?

- Bir dut bulalım, dutlanalım!

- Kurusu, pekmezi?

- Bak, onlar epey bireysel. Taze dut kamusaldır.

- Başı örtülü kızlar dut yiyemezler mi?

- Bir tek dut yememişken daha, bir ton dut yemişim gibi karnımı ağrıtıyorsunuz.


24 Haziran 2003
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED