AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Diyarbakır cezaevi travması

Altan Tan'ı tanıyorum. Gençlik günlerimizde Mücadele Birliği'nde birlikte olduk. Türk, Kürt, Çerkez farklı kavmi bağlılıkları olan arkadaşlar bir aradaydık ama hiçbirimiz kavmi bağımızı "çılık, çilik, çülük..." gibi ideolojik mensubiyete dönüştürmemiş, kardeşçe bir iklim oluşturmuştuk.

Altan Tan'ın babası Bedii Tan'ın, 1980'lerde, cezaevinde işkence sonucu öldüğünü, Neşe Düzel'in mülakat yaptığı işadamı Selim Dindar'ın sözlerinden öğrendim.

Hasan Cemal'in Kürtler isimli kitabında da Felat Cemiloğlu Bedii Tan'ın ölümünü anlatıyordu ama ben Altan Tan'la irtibat kuramamışım. Altan Tan'la 80'lerden bu yana kaç kere karşılaştık, o da anlatmadı. Neden acaba?

Hasan Cemal'in kitabında Felat Cemiloğlu'nun anlattıklarını okuyunca ürpermiştim. Dünkü Radikal'de Selim Dindar'ın söylediklerini okuduğumda ise, gerçekten içim kalktı.

Felat Cemiloğlu, sözlerini "Hapishaneden kurtulduğum zaman genç olsaydım, en azından soruşturma, gözaltı, 5 no'lu hapishane cehennemine tekrar haksız yere girmemek için dağa çıkardım" diye tamamlıyor.

Selim Dindar da son cümleler olarak şunları söylüyor: "Cezaevindeki vahşet olmasaydı, Kürt meselesi bu ülkede bu kadar erken açığa çıkmazdı. Diyarbakır Cezaevindeki insanları birer militan haline getirdiler. Bunların yüzde 80'den fazlası dağa çıktı. İnsanın oradaki vahşeti gördükten sonra normal yaşama dönmesi çok zordu. 'PKK hareketi 1984'ten sonra patladı' derler ya, bu tarih Diyarbakır Cezaevi'nden ana tahliyelerin olduğu tarihtir."

Neşe Düzel soruyor:

"Aradan uzun bir zaman geçti. Hapishanenin izlerini hala içinizde taşıyor musunuz?" İşte Selmim dindar'ın cevabı: "Evet. Bugün 43 yaşındayım, Diyarbakır Cezaevi'nden konuşulduğunda hala hayattan kopuyorum. İçimdeki fren boşalıyor, bağırmak, ağlamak, haykırmak istiyorum. Benim hanımım ve çocuğum var. Kalabalık bir ailem ve dost çevrem var. İçimdeki frene basamıyorum ve herkesin önünde hüngür hüngür ağlıyorum, ağlıyorum."

Aradan 20 yıl geçtiği halde insanın ruhunu karabasan altında tutan bu travmanın sebebi ne mi?

Diyarbakır Cezaevinde yaşananlar...

Felat Cemiloğlu (1928 doğumlu) Beddi Tan'ı anlatıyor:

"Ramazan geldi, 1982'nin Temmuz ayı.

"Oruç tutmak serbest dediler. Sahura kalkmak yok. İftar ise saat 20.00'den sonraydı. Bu aslında 'Oruç tutma, istemiyoruz' mesajıydı. Benim ortağım ve muhasebecim Bedii Tan oruç tuttu. Bu arada havalandırmada, betonda, üstümüz çıplak halde dünyanın idmanını yaptırıyorlar. Bedii'nin orucunun farkına vardılar.

Ne yaptılar biliyor musun?

Kanalizasyon kapağını kaldırdılar, avuçla pislik yedirdiler.

Bedii Tan ishal oldu. Çok hastalandı. Hala hatırlarım. Koğuş kapısının önünde, buz kalıbı gibi pat diye betonun üstüne düştü. Yerde yatıyordu. Bir er ve bir çavuş gardiyan geldi, koğuşa girdiler. Yerde yatan Bedii Bey'in karnına bastılar. Bağırsakları ve böbreği patladı Bedii Bey'in... Bedii Tan öldü, 50 yaşındaydı. 33 no'lu koğuşa geldikten 33 gün sonra öldü" (Kürtler, s. 32)

Bu bir hikaye...

Selim Dindar'ın "O, yüzünde devamlı tebessüm olan biriydi. Yaşlı olmasına rağmen, işkence yapıldığında bağırmıyor, yalvarmıyor, işkence yapanların gözlerinin içine bakarak tebessüm ediyordu" diye anlattığı Bedii Tan'ın hikayesi...

Diyarbakır Cezaevi'nden daha neler anlatılıyor. Felat Cemiloğlu "Bana da bir gün bir avuç b..k yedirdiler de bu sallanan dişlerimden öyle kurtuldum" diyor mesela... "Tek ayak üstünde, duvar dibinde duruyorum. Ceza! Ama bir süre sonra yoruluyorum. Ayağım düşüyor yere, tutamıyorum. Emre itaatsizlik! Cezası: Duvarın dibinde, kanalizasyon kapağını kaldırdılar, bur avuç b..k alıp ağzıma attım. Sonra ağzımda pislik, hazırola geçtim, öylece duruyorum. Kıpırdamak yok, temizlemek yok, yere tükürmek yok. Öylece ağzım kapalı, kımıldamadan ayakta, hazır olda bekliyorsun. Bir süre sonra bıraktı, içeri girdim. Elazığlı arkadaş, ismi Ramazan. Allah razı olsun, bazı dişlerimi iple çekti. Çünkü temizleyemedim dişlerimi...."

Şunları da Cemiloğlu anlatıyor:

"Evvela oğlunu babasına tokatlattılar.

"Yavaş tokat vurduğu için hem oğul hem baba coplanıyordu. Beş on denemeden sonra oğulun babaya vurduğu şiddetli tokatları beğenmediler. Bu kere oğulu babanın sırtına bindirdiler. Bir taraftan babayı copluyor, daha hızlı koşması için zorluyorlardı. Oğul babasının sırtından indikten sonra ağlamaya başladı."

"Cop"la ilgili başka olaylar var anlatılan, buraya alsam iğrenir, kusarsınız.

Selim Dindar, cezaevinden çıktıktan sonraki halini şöyle anlatıyor:

"Neler yaşadığımı bir ben, bir de ailem bilir. Normal insan gibi yürüyebilmek için bir hafta çalıştım. Tuvalete bile nizami adımlarla gidiyordum. Anneme babama, emredersiniz diyordum. Sokağa çıktığımda herkesin beni gözetlediğini sanıyor, gizlenmeye çalışıyordum. Beni iki arkadaşım kolumdan girip sokakta yürütüyordu."

Bunların adını koymak zor. Ama Doğu – Güneydoğu'nun rehabilitasyonu, olaya sadece "güvenlik" açısından bakmakla halledilebilecek nitelikte değil. "Değdiydi değmediydi" usulüyle akla gelmeyecek insanlara yaşatılan bir travma söz konusu...

Mevcut iktidar, Ak Parti iktidarı, henüz bir şey söylemiş değil. Doğu – Güneydoğu hadisesine, nam-ı diğer "Kürt meselesi"ne nasıl baktığına dair, yaraları nasıl saracağına dair, işi güvenlik ikliminden nasıl çıkaracağına dair bir şey söylemiş değil. Dolayısıyla henüz bu konuda inisiyatif almış da değil. Acaba yapmayı tasarladığı bir şey var mı, bunun bir takvimi var mı? Hani "Elma dersem çık" diye bir çocuk oyunu var. Bu meselede herkes çoktan "Elma" demeye başladı, Ak Parti'nin artık ortaya çıkması bekleniyor.

Buradan Altan Tan'a 20 yıl sonra başsağlığı diyorum. İşkencelerin geç farkına vardığımız için özür beyanıyla birlikte...


24 Haziran 2003
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED