|
|
Geldik en önemli soruya...
Herşey dizginlerinden boşalırcasına büyük bir hızla ve şaşırtıcı bir kolaylıkla olup bitti. Türkiye hem sandığı gördü hem de Avrupa Birliği konusundaki istikametini, tartışmaya mahal bırakmayacak bir netlikte ortaya koydu. İki "hayırlı olsun" birden... Tabiî, ikisinin de hayırla sonuçlanabilmesi için, hâlâ birçok unsurun bir araya gelmesi gerekiyor. Mesela, AB yolunun hâlâ uzun ve ince olduğunu hatırlamamız için, Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Elmar Brok'un sözlerine bakmak yeterli. Brok, "Türkiye artık ciddi bir aday, ama daha atılacak adımlar olduğunu Türkiye'nin görmesi gerekli. Kopenhag siyasi kriterleri hâlâ karşılanmış değil. Tam demokrasi, hukukun üstünlüğü. Ayrıca ordunun siyasi gücündeki belirsizlik sürüyor. Yargının bağımsızlığı sorunu da hala geçerli. Bu yeni yasaların nasıl uygulandığını görmek gerekiyor" diyor. Kimse, "bu kadarı da fazla" diyemez çünkü, Türkiye'nin müzmin yapısal demokrasi sorununun ve hatta yaklaşan seçimlerin karakterinin, bu cümlede ifade bulduğunu görmek gerekiyor. AB üyeliği sözkonusu olsa da, olmasa da böyle bir sorunumuzun varlığı inkar edilemez bir gerçektir. Sadece AB konusundaki kilometre taşları değil, bu saatten sonra demokrasiyle yakından uzaktan ilgili her malzeme ülkenin kaderini doğrudan ilgilendirir niteliktedir. Sözgelimi, önümüzdeki seçimlerde propaganda eksenleri arasında AB'nin hatırının ne kadar sayılacağı ve ne kadar belirleyici olacağı hâlâ şüphelidir ama bu seçimlerin Türkiye'nin istikameti açısından hayati önem taşıdığı ortadadır. Bu yüzden, Türkiye'nin 3 Kasım'da bir yapmasından daha önemli olan şey, bu seçimin "özgür bir seçim" olabilmesidir. Bu sadece, hukukun ve demokrasinin asgari şartlarının yerine getirilmesi açısından değil, Tükiye'nin geride bırakamadığı buhranın da bir gereğidir. Türkiye, sıradışı bir seçime gidiyor; olmak ya da olmama eşini zorlayan, ciddiye alınır bir devlet olma kararının verileceği bir seçim. Elbette, "Türk halkı bu seçimlerde hata yaparsa topyekün yıkım, telafisi imkansız bir tahribat doğar" gibi dehşet senaryolarına gerek yok ama herkes yaşadığı fakirleşmeyi, gelecekten umutsuzluğu daha ne kadar taşıyabileceğini de kendine soracaktır. İdeolojiler ölmedi, fikirler değersizleşmedi ama son ekonomik kriz, yine de ülkedeki geleneksel siyasi tercih kategorilerini radikal bir şekilde değiştirdi. Ortada kaldırılması değil onarılması gereken bir enkaz var ve herkes de önceliği bu tahribatın giderilmesine veriyor. Kimse, cebindeki parayı, sarfettiği emeği, çocuklarının eğitimi ve gelecekten umudunu düşünmeden oy veremez artık. Bu sorulara objektif ve ikna edici cevap veremeyen partiler de ortaya çıkan yeni siyasi parselasyonda sükut-u hayale uğrayacaklardır. Üstelik, birçoğu için bu yeni düzene uyum için yeterli zaman da kalmamıştır. Yine de sorunun büyüğü, sistemin zihninde giderek büyümekte olan kararsızlıkta düğümlenmektedir. Sorun, sistemin Türkiye'de siyaseti kendi güç dağılımının tezahürü olarak mı inşa edeceği, yoksa halkoyu iradesinin talimatına boyun mu eğeceğidir. Bu yüzden, Türkiye'nin özgür bir seçim yapıp yapamayacağını sorgulamak gerekiyor. Giremediğine dair elimizde yeterince malzeme var. Necmettin Erbakan'a uygulanan, Tayyip Erdoğan'ın siyasi kariyerine yönelik olarak insafsızca tekrarlanan siyasi yasak tekerlemesi seçim üzerinde kara bir gölgedir. Bazı partilere karşı, belden aşağı önlem dahi her türlü siyaset dışı mekanizmaları devreye sokma niyetleri de öyle... Oysa şunu görmek lazımdır ki, her yasak, her blokaj ve her önleme girişimi 4 Kasım sabahı oluşacak Meclis dengesini, yani siyaseti rahatlatmak bir yana; Türkiye'yi içine düştüğü dipsiz kuyuda biraz daha aşağılara itmekten başka sonuç doğurmayacaktır. Devleti tanımlayan sayısal değerlere herkesten çok vakıf olduklarına göre bu mühendisliğin ekonomik, sosyal ve siyasal bedelinin nereye varacağını da en iyi onlar hesaplayacaklardır. Seçimlerin, ülkeyi ayağa kaldıracak bir yönelime dönüşebilmesi için herkesin eşit bir şekilde yarışabildiği serbestlik zorunluluktur. Türkiye'nin ayağa kalkabilmesi için, ülkedeki bütün insan malzemesinin siyaset pazarında serbestçe sirküle edilmesinden başka yol yoktur. Gerçek seçim de, sistemin bu seçeneğe rıza gösterebilme cesaretinde gizlidir!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |