T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Daha çook çalışmamız gerekiyor çooookkkk!..

Hani bir söz vardır; "Türk gibi başla Alman gibi bitir" diye. Biz Avrupa Birliği uyum yasalarının Meclis'ten çıkmasıyla tam bir "Türk gibi..." başlangıcını yaptık, geriye olayın sonunu getirmek ve bir "Alman gibi..." bitirmek kalıyor.

Gerçekten AB uyum yasalarının Meclis'ten çıkmasıyla, Türkiye, "daha özgür, daha demokrat ve daha Avrupalı" oldu ama sadece "lafta" oldu. İş, sadece yasaların çıkmasıyla bitmiyor, yasaların "uygulanmasının" görülmesi de gerekiyor. Yasaların uygulanması ve hızla yaşama geçirilmesi de çok önemli.

Bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın AB yolunda emeği geçenlere teşekkür ettiği konuşması gerçekten "olması gereken" bir konuşmaydı. Yasaların çıkması için "Meclis'te yumuşamayı ve hoşgörüyü" egemen kılan bir konuşma oldu. Bu konuşmayı nasıl olumlu karşılıyor, ta Menderes'ten başlayıp Çiller'e kadar yaptığı teşekkürler için kendisini tebrik ediyorsak, daha sonraki "sahiplenmeler" ve diğer partileri "dışlar" tavırlar takınmanın da bu ülkeye bir yararının olmayacağını ve ANAP'lılara bu tavırla oy getirmeyeceğini de hatırlatmak isterim.

Avrupa Birliği Türkiye'nin hedefidir. Bu hedefe varışta, DYP'nin ve lideri Çiller'in katkısını yadsımak ve hakkını yemek yine "eski alışkanlıkların" gündeme geldiğini gösteriyor. Hükümetin kendi arasında anlaşamayıp, çıkaramadıkları yasalar için DYP olağanüstü destek verdi. Bunu "görmezden" gelmek olmaz. Avrupa Birliği'ne aday bir ülkede olmaması gereken bir tavırdır.

Çiller, AB uyum yasalarının bir an önce parlamentodan geçirilmesi için liderlere çağrı yapan ve her konuştuğunda bu konuyu gündeme getiren kişidir. Hatta, bu konuşmalara, "Çiller'in AB takıntısı" adı bile verilmişti. Bunu unutmayalım. "Yiğidi öldürelim ama yiğidin hakkını da verelim."

Gelelim yeniden "uzun ince Avrupa Birliği yolu"na. Bizim bu yolda almamız gereken çok önemli mesafeler var. Bunlardan biri "Ekonomik ve Parasal Birliğin Son Aşamasına Geçiş Kriterleri", daha bilinen adıyla Maastricht Kriterleri'dir. Bu kriterleri bir kez daha yazıp ne durumda olduğumuza bakalım.

1- Toplulukta en düşük enflasyona sahip (en iyi performans gösteren) üç ülkenin yıllık enflasyon oranları ile ilgili üye ülkenin enflasyon oranı arasındaki fark 1.5 puanı geçmemelidir.

2- Üye ülke devlet borçlarının Gayri Safi Yurt İçi Hasılası'na (GSYİH) oranı yüzde 60'ı geçmemelidir.

3- Üye ülke bütçe açığının GSYİH'ye oranı yüzde 3'ü geçmemelidir.

4- Herhangi bir ülkede uygulanan uzun vadeli faiz oranları 12 aylık dönem itibariyle, fiyat istikrarı alanında en iyi performansı gösteren 3 ülkenin faiz oranını 2 puandan fazla aşamayacaktır.

5- Son 2 yıl itibariyle üye ülke parası diğer üye ülke parası karşısında devalüe edilmiş olmamalıdır.

İşte bizim AB'ye girebilmemiz için ekonomide bu göstergeleri tutturmuş olmamız gerekiyor. Oysa biz "IMF'ye teslim" bir ekonomi politikası izledikçe asla Maastricht Kriterleri'ni tutturamayız.

IMF politikasında "enflasyonu düşürmek" var ama bu "tek hedef" olduğu için, sadece enflasyonun düşmesi yetmeyecek, ekonomide üretim artışı sağlanamadığı, ekonomi büyüyemediği için gelir olmayacak. Gelir olmayınca da kamu açıkları eskiden olduğu gibi artmaya devam edecek ve aynen bugün olduğu gibi, devlet iç ve dış borcu artırmak zorunda kalacaktır. O zaman bu kriterlerin önemli bir bölümüme uyum sağlanamayacaktır.

Ben yine de "çok karamsar" değilim. Çünkü önümüzdeki 3 Kasım'da erken seçim yapılacak. Yeni bir hükümet ve yeni bir "heyecan" ortaya çıkacaktır. "Ehil ellerin, bu işi bilenlerin" seçilmesi durumunda, ekonomi, "IMF ile yapılan pazarlıklar" sonucu yeniden büyümeye başlayacak ve "ülkenin makus talihi" değişecektir. Yeter ki, bu pazarlığı yapabilecek kadroların Meclis'te çoğunluğu oluşturması sağlanabilsin. Hazır IMF'nin gizli belgeleri açıklanmış, IMF'nin "şantaj yaptığı, kredi isteyen ülkelerin stratejik kurumlarını satmaya zorladığı, anlaştığı ülke kaynaklarını uluslar arası sermayeye peşkeş çektiği" tartışılırken bu pazarlıklar "daha rahat" yapılabilir.

Yeter ki, "IMF'ye teslim olmayacak bir iktidarın iş başına gelmesi" sağlanmış olsun. Bunu da bizler sağlayacağız. Türkiye, Avrupa Birliği'ne girerek, makus talihini yenecek, kamu harcamalarına şeffaflık gelecek, tarımda reform yapılacak, piyasada serbest rekabet sağlanacak, siyasi amaçlı teşvikler ve devletin şirket ve banka kurtarması önlenecek, devlet yardımlarında ve kamu alımlarında şeffaflık sağlanacak, demokrasi ve insan hakları egemen olacaktır.

İstikrarlı ve güvenli bir ülkede yaşamanın sırrı bizim ellerimizde. Onu iyi kullanalım.


6 Ağustos 2002
Salı
 
CAN AKSIN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED