T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Tarih yazmak ama nasıl?

Meclis'in yoğun bir çalışma ile Avrupa Birliği uyum yasaların çıkarmasından sonra gösterilen tepkilerden hareketle toplumun yaşadığı zihin karışıklığını, tarih karşısındaki tavrını, seçkinler katında öz güven ve bir varoluş sorunu olarak kimlik krizinin boyutlarını göz önüne seren bir deneyim yaşandı. Çoğunlukla medya ve elitlerin psikolojisini yansıtan bu sevinç gösterileri, tarih yazmak, tarihi gibi tanımlamalarla tarih boyutuna gönderme yapması bilinç altında yatan ve bir türlü atamadığı tarih kaygısını ele veriyor. Alınan kararların, AB'ye üyelik yolunda atılan adımların tarihi bir adım olup olmadığını tartışmadan önce tarihi/lik arayışına, vurgusuna dikkat! Özellikle ucuz sevinçlerin insanı haline gelmiş Türk elitinin tavrı ve olur olmaz her başarı karşısında tarih/i olma kaygısının temelinde; atmak isteyip de bir türlü atamadığı tarih ve bu tarihle yüzleşememenin vicdan azabı mı yatıyor acaba. Tarihle bir şekilde bağ kurma ihtiyacı olarak da okunabilecek bu durum, toplumsal hafızamızın derinliklerinde yatan tarihin bizimle beraber yürüyen gölgesi gibi duruyor.

Tarihle yabancılaştıkça, tarihimizle yüzleşmekten korktukça çocuksu sevinçlerimizden tarih yazmaya kalkıyoruz. Bir tür tarih karşısında meşruiyet arayışı.

Tarihinizden kaçarken bile tarihe sığınmak zorunda kalıyor, bu nedenle hep yeni tarih/ler yazılıyor/sunuz. Tarih yazma tutkusu bir bakıma varoluş problemi ile atbaşı giden bir olguya dönüşüyor.

Söz konusu Avrupalılaşmak, Avrupa ile ilişkilerimiz olunca uyum yasalarının son 200 yıllık Batılılaşma maceramız içinde kaçıncı tarih yazışımız olduğun sormadan bunun nemenem bir tarih yazmak olduğu anlaşılmaz.

Eğer söz konusu olan Batılılaşma kararı ise bu hiç de yeni bir karar değil hatta önemli bir tarih bile değil. Geçmişte, Avrupa ilişkilerimizde tarih sayılacak ne radikal kararlar alındı, ne tarihi adımlar atıldı oysa.

Oysa Türkiye'ye ulus-devlet elbisesi giydirenlerle, tarih yazdığımızı zannettiğimiz, tek boyutlu, tek kültürlü yapıyı değiştirmeye zorlayanlar yine bugünkü AB'nin büyük devletleri değil miydi. Türkiye'nin örnek bir İslam ülkesi olarak laik, ulus-devlet modelini benimsemesi Avrupalılar tarafından da bir tarih sayılmıştı. Yine onların istekleriyle, içinde sıkıştırıldığımız dar kalıbı atmaktan dolayı tarih yazmakla övünüyoruz. inasn sormadan edemiyor: sizin kendi tarihiniz yok mu? Ya da hep başkaları mı size tarih yazar?

Tarih yazmak anlamında en şaşırtıcı tavır tarihin mirasına sahip çıkması gereken çevrelerden geldi. Hem entelektüel anlamda hem siyasi anlamda AB ile hesaplaşmayı, tartışmayı göze alamayanların çocukça tarih yazma lüksleri de olmadı. Ama konjönktürel kaygılar tarihi olmak gibi bir kaygı taşımalarına bile izin vermedi.

Başta SP ve AKP olmak üzere tarih ve medeniyet gibi kavramlar açısından daha duyarlı, sorgulayıcı olması beklenen siyasilerin AB konusunda kısa vadeli, dar perspektifli bir politika izlemeleri hayli şaşırtıcı. Bir toplum eğer tarih yazacaksa kendi medeniyetine yaslanarak yazabilir. Gelinen durum, statükonun dar gelen elbisesini giydirenlere tekrar yeni bir elbise biçtirmeye benziyor.

Terör korkusuyla vatandaşına güveni kalmayan, irtica korkusuyla düşünceden kaçan bir siyasal zihniyet ve onun biçimlendirdiği yapı da bir zamanlar kaç kez tarih yazılarak hayata geçtiğin unutmamak gerekir. Hangi tarihi yapanlardan hangi tarihi yazanlara sığınılıyor.

Burada cevaplandırılması gereken temel soru şu: biz kendi birikimlerimizle var olmayı sağlayacak, statükoyu aşacak yeni açılımlar üretebilir miyiz? Bu soruya olumlu cevabınız yoksa zaten hiçbir anlam ifade etmiyorsunuz demektir ve size çocuksu sevinçlerle tarih yazmak düşer.

Statükodan şikayet ederek alternatif olarak Avrupa Birliği'ne sığınıyorsanız bu, kültürden medeniyete varoluşunuzu mümkün kılacak, duruşunuzu meşru sayacak hiçbir sözünüzün kalmadığının ilanıdır. Eğer AB bir medeniyet projesi ise Müslümanların farklı ve kendine özgü bir medeniyet havzasında hayat buldukları ve o havzada tarih yazdıkları da bir tarihi gerçek. Türkiye'de yalnızca bir gurubun değil genel anlamda bu coğrafyada yaşayan insanların kültürel kodları bu havzanın ürünüdür. Entellektüel anlamda bu tartışmayı yapmaktan kaçınan Müslüman düşünürler, kalem sahipleri; ve nihayet bu tabana yaslanan siyasiler politik tavırlarında bu sorgulamayı yapmadıkları sürece konjönktürel olmaktan kurtulmaları mümkün değildir.

Eğer ortada bir medeniyet sorunu olarak tanımlanan bir durum varsa günübirlik politikalara, kısır çekişmelere indirgenerek ele alınamaz. AB sınava bir medeniyet sınavıdır ve entelektüel ve kültürel anlamda ait olduğumuz medeniyetin değerlerini yeniden üretebilecek birikimi vardır. Bu birikimin farkına varmadan ne siyasi olarak başarılı olabilir ne de bu topluma bir katkıda bulunabilirsiniz. Zira, siyasi davalardan daha ciddi bir meseledir medeniyet meselesi.


6 Ağustos 2002
Salı
 
AKİF EMRE


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED