|
|
Ekim müzakereleri nasıl sonuçlanacak? Türkiye'nin Avrupa Birliği yolunda, önünde başka çakıl taşları kalacak mı? 3 Ekim'deki müzakerelerde fikir birliğine varılamazsa, Türkiye nasıl bir yol izleyecek? Eylül takvim yapraklarını terkettikçe, ister politikacı, ister gazeteci, ister bakkal olsun, Türkiye'de sohbet başlıklarının ilki, yine Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği bugünlerde. Bir taksiye bindiğinizde, sürücü "bu tüplü araçlar da çok tehlikeli abla, ama yakında değişecek, Avrupa'ya girince, hepimizde yeni arabalar olacak" diye başlayan sohbetler, "valla Avrupa bizi almazsa bakarız yine başımızın çaresine" diye nihayetleniyor. Avrupa Birliği'ne dahil olmayı, sadece "daha çok para kazanmak" ile eşdeğer görüyor Türk halkının çoğunluğu. Başının çaresine bakmayı ise kaderinin bir parçası.
Kıbrıs Rum Kesimi, anavatan olarak benimsedikleri Avrupa Birliği üyesi Yunanistan'ın da katkısıyla tanınma mücadelesini sürdürürken, Avrupa'da "tanırsın, tanımazsın" içerikli yüzlerce taslak metni havalarda uçuşurken, aklıma Atina ve Halkidikya'da konuk olduğum "komşular" geliyor. 1914 ve 1922'lerde Türkiye'den göçeden Rumların kurdukları yeni kentler vardır tüm Yunanistan'da. Anadolu ve Trakya'dan Yunanistan'ın dört bir yanına dağılan bu insanlar, eski kasabalarının veya köylerinin adının önüne "nea" yani "yeni" ekini eklemiş, böylece Nea Marmarini, Nea Moudania, Nea Symrna, Türkçesiyle Yeni Marmara, Yeni Mudanya, Yeni İzmir gibi kentler kurmuşlardır suyun öte tarafında. Türkiye'de geride bıraktıkları şehirleri, Yunanistan'da, "adı bizde kaldı yadigar" düşüncesiyle "yeni"den inşa etmişlerdir. Atina yakınlarında, Marmara adasından göçenlerin torunları, Nea Palatia, Türkçesiyle Yeni Saraylar'da kurdukları halkevi ve müzede, mübadil dedelerinin, ninelerinin anılarını koruyorlar. "Aman de bre Çakıcı" "İzmir'in kavakları dökülür yaprakları" türküleriyle, şarkılarla karşılandığım komşularımız, Türkiye'den gelen misafire, konukseverliğin, komşuluğun hakikatlisini gösteriyorlar. Müzede ilginç olan ise, bir tekne maketinden büyük bir heyecanla bahsetmeleri. Bay Athanasios, bu teknenin bir benzeriyle Marmara adasından çıkıp Yunanistan'a göçen atalarını anmak için, teknenin aynısını yaptıklarını ve adını "Marmarini" koyduklarını söylüyor. Ve ekliyor, "Bir gün mutlaka, Marmarini teknesiyle, önce İstanbul'a sonra Marmara adasına gitmek istiyoruz."
HAYALDEN GERÇEĞE "Marmarini"yi görmek için Atina'dan Halkidikya yarımadasındaki Pirkadikia kasabasına varınca, maket Marmarini'nin gerçeğiyle tanışıyoruz. Pirkadikialı Rumlar, Anadolu'dan gelen atalarını yâdetmek için, her yıl şenlikler düzenleyip, Marmarini ile Ege Denizi'ne açılıyorlar. Tabii henüz Yunan karasularının dışına çıkamıyorlar. Ege Denizi'ni aşıp, İstanbul'a ve Marmara Denizi'nin ortasındaki Marmara adasına, Marmarini teknesiyle gitmek, bir tatlı hayal misali oldukça heyecanlandırıyor bu insanları. Marmarini teknesini sağlam tutuyorlar, bakımını yapıyorlar, yola çıkabilecekleri gün, teknenin hazır olmasını çok önemsiyorlar. Çıkılan her yolun, bir geri dönüşü olduğunu düşünmüyorlar pek. Türkiye Avrupa Birliği'ne tam üyelik statüsünü alırsa, Avrupa Birliği karasularına dahil olacak Marmara Denizi'nde, Marmarini teknesinde kürek çekecek Pirkadikialılar. Dedelerinin, ninelerinin yaşadığı köyleri, kasabaları ziyarete gelecekler Marmarini teknesiyle. Sembolik tekne, tüm mübadillerin "eskiden" yaşadıklarını canlandıracak. Anıları canlı tutmaktan bahsedince, suyun ötesini berisini, Ege Denizi'nin dalgaları, Meriç nehrinin suları ayırıyor şimdilik. Peki siz, günümüzün Yunanistan, Bulgaristan, Makedonya sınırları içinde yer alan şehirlerinden, köylerinden Türkiye'ye göçen Türklerden, "ah oralarda evimiz, bağımız, bahçemiz kaldı" diye hayıflanan kimseyle karşılaştınız mı? Ben henüz karşılaşmadım. İster 1800'lerin sonlarında, ister yirmi yıl önce ayak basmış olsunlar bu topraklara, "Muhacir, mübadil" yani "göçmen" olarak anılan Türkler, Türkiye topraklarında kendilerine sunulan hiçbirşeyi beğenmemezlik etmediler. Sessizce yeni evlerine, yeni hayatlarına uyum sağladılar, yoksul da kalsalar, çok çalıştılar ve böylece "muhacir"liğin adı bile anılmaz hale geldi ülkemizde. "Suyun öte tarafından", "suyun beri tarafına" taşınanlar, "vatana aidiyet inancıyla" hiç pürüz olmadılar. Nea Evropa, Türkçesiyle Yeni Avrupa haritasında Türkiye de yer alırsa neler olacak? Şimdilik bekleyip görmekten başka seçeneği yok eski ve yeni Avrupalıların da Türklerin de. Tüm sınırların kalktığı, açlığın, sefaletin, savaşların adının bile anılmadığı, bir dünya mümkün mü? Değilse eğer, ütopyalara yer vermeyen bir dünya haritası, eksik kalmıştır.
naribeyza@hotmail.com
|
|