|
|
Kültür varlıkları ve savaş...
Geçen günkü yazımızda kültür varlıklarının sadece savaşta tahrip edilmediğini, savaşsız da tahribatın vuku buldugunu, bunun sonuçlarının son bir asır içinde külter varlıklarımıza vaki saldırı ve tahribat ile ne tür boyutlarda eserlerimizin yok edildiği üzerinde durmuştuk. Tam bu sırada Başbakan Sayın Gül'ün "talimatı" basına yansıdı. "Olası bir harekatta Irak'taki Osmanlı-Türk tarihi ve kültürel varlıklarının korunması için ABD ve UNESCO uyarıldı." Böyle bir "uyarı" ilk defa oluyordu. Bu da 58. Hükümetin iç ve dış olaylara bakışındaki şuur ve ferasetin bir işareti idi. Nitekim kültür varlıkları insanlık tarihinin müşterek mirasıdır. Bunun sun'i hudutlar ile ayrılması veya bir ülkenin himayesine girmesi mükün olmaz. Osmanlılar fethettikleri yerlerdeki tarihî kalıntıları, dînî yapıları hiçbir zaman tahrip etmediler. İnsanlık tarihinin geçmişinden ibret alınması için olduğu gibi korumuşlardır. Böyle bir durum olmamış olsaydı, Ortadoğu'da ne bir kilise veya ne bir sinagog kalırdı. Haliyle Irak'ta da Sümer, Akat ve Asurîler'den hiç bir eser kalmaz, Babil'in Asma Bahçeleri ve Kuleleri'nden de bir ize rastlanmazdı. Fakat Moğollar'ın tahribatı üzerine, bugün de ABD'ye yaptığı kültür ve insan katliamı üzere "Çağdaş Barbarlar" yakıştırması yapılmaktadır. İşte bu safhada bizim üzerinde durmamız gereken husus da bu olmaktadır. Geçen yıllarda Almanya'nın Karlsruhe Üniversitesi'nin tarih binası ve müzesini gezerken, mihmandardan, bu yanının nasıl olup da İkinci Dünya Savaşı'ndaki hava bombardımanlarından zarar görmediğini sorunca, cevabı çok ilginçti: - Yerle bir olan bu binayı biz, plan ve resimlerinden hareketle yeniden inşa ettik Yine birkaç yıl öncesinde Erbil Üniversitesi'nden bir profesör ziyaretimize gelmişti. Öğrencilerinden birine "Doktora" çalıışması için Irak'taki "ulema"nın son asırdaki kültür varlığı ve dayandığı temel dinamikleri çalışmasını verdiğini ve bizim de "Son Devir Osmanlı Uleması" adlı çalışmamızın "Ansiklopedik Bibliyoğrafya" sitelerinde bulunduğunu ve nerede bulabileceğini sordular. Yardımcı olduk ve biz de şöyle bir değerlendirelim dedik ve alfabetik fihriste bir göz gezdirdik: Şunu gördük ki, İstanbul'daki Hilafet Merkezi'ndeki arşivde dosyası yer alan Analı, Bağdatlı, Basralı, Dehüklü, Erbilli, Kerküklü, Kerbelalı, Musullu, Samarralı, Süleymaniyeli, Zaholu ve Zorlu 67 müftü, kadı ve müderris yetişmişti. Bu kişiler çoğunlukla doğdukları yerlerdeki ilim yuvalarından yetişmiş, oradaki ilim yuvalarında hizmet edip, ülkenin ilim ve irfanına katkıdan geri durmamışlardı. Hatta yanıbaşlarında bulunan diğer dinlere mensup ruhanilerin mabet ve dinî yapılarına gereken saygıyı göstermişlerdi. Bundan dolayıdır ki, sadece Kerkük'te bile Nasturî ve Geldanîler'in kilise ve bazilikalarının asırlar içinde cami ve mescidlerle yanyana "dinler arasında hoşgörü"nün en canlı örneğini sergilemişlerdi. Hatta Musul'daki Geldanî Katolik Kilisesi yapıldığında patrik salonu padişah tuğrası ile süslenmişti. Süryanî Kadîm Kilisesi kadar Rum kiliseleri de ihya edilmişiti. Amma bugün Girit'te kaç cami kaldı, diye sorsak, yerli laikçi şom ağızlar ne cevap verir ki? İşte biz bu açıdan, 58. Hükümet ve onun Başbakanı'nı bu girişiminden ötürü takdirle karşılıyoruz. Cenab-ı Hakk, memlekete ve tüm insanlığa hizmetlerinde yâr ve yardımcıları olsun, temennisinden başka elimizden birşey gelmiyor!
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |