|
|
mühendisliği daha... Kıbrıs'ın iki kesiminde yürütülen bir araştırma, Rumların büyük çoğunlukla "birlikte yaşama"ya inandığını, Türklerin ise inanmadığını koymuş ortaya. Hürriyet'in bir sayfalık haberi ve habere eşlik eden tablolar öyle diyor. Fakat Yazıişleri, bu "gerçek"e hiç takılmadan kendi arzusunu manşetleştirmiş güzelce: "İki toplum AB üyesi dahi olsalar birarada yaşamak istemiyor..."
Hürriyet gazetesinin (15 Şubat) manşeti, "Kıbrıs Türk ve Rum kesiminde yapılan ve yalnızca Hürriyet ve Ta Nea'da yayımlanan" bir araştırmayı aktarıyor: "TÜRK MARS'TAN, RUM VENÜS'TEN..." Gazete, araştırmanın ortaya çıkardığı gerçeği de alt başlıkta kendince şöyle özetliyor: "Kıbrıs Türk ve Rum kesiminde yapılan araştırmayla, mitinglerin tersine iki toplumun birbirlerinden gezegenler kadar uzak olduğu anlaşıldı." "Kendince" diyoruz, çünkü Hürriyet'in aktardığı araştırmaya bakarak böyle bir sonuç çıkarmanın imkânı, ihtimali yok... Gazete, bu sonuca, araştırmada deneklere sorulan bir soruyu ve bu soruya verilen cevapları öne çıkararak (birinci sayfa spotuna taşıyarak) ulaşmış. Okuyalım: "Avrupa Birliği çatısı altında bile bir arada yaşamak istemeyen Türk ve Rumlara 'Neden?' diye soruldu. Türklerin yüzde 69'u 'Rumlara güven olmaz', Rumların yüzde 29'u 'Türklere güven olmaz' yanıtını verdi." Zavallı okur şöyle algılamaz mı bu sunumu: "Araştırma, Ada'daki Türk ve Rumların 'Avrupa Birliği çatısı altında bile bir arada yaşamak istemediğini' ortaya koymuş (ki haberin devamını okursam, buna ilişkin rakamları mutlaka göreceğim). Gazetem de spotta bu sonucun 'neden'ini öne çıkarmış: Çünkü iki taraf da biribirine güvenmiyormuş..."
'BİRARAYA GELEMEYİZ'
Şimdi de gelelim, manşetin bir tam sayfalık ve birinci sayfayı tekzip niteliğindeki devamına... Hürriyet'teki haber mühendislerinin (yazıişleri) devam sayfasındaki fırça darbesi sadece "BİRARAYA GELEMEYİZ" başlığından ibaret değil. Alt başlıktaki şu kesin ifade daha kritik: "İki toplum da, AB üyesi dahi olsalar birarada yaşamak istemiyor..." Şimdi elinizi beyninize (evet!) koyup söyleyin: Buraya kadar aktardığımız manşet, birinci sayfa malzemesi ve devam başlığını okuyup da haberin ayrıntısına girmeyecek okurun, şundan başka bir algıya ulaşması mümkün müdür: Kıbrıs'ta Rumlar ve Türkler birarada yaşamak istemiyor, biribirine kesinlikle güvenmiyor... Şimdi de bakalım, ortak başkanlar İlter Türkmen ve Costas J. Carras'ın yönetiminde çalışan "Türk Yunan Forumu"nun yürüttüğü araştırmanın gerçek sonuçlarına. (Unutmayın, bu sonuçlara sadece Hürriyet'in haberini izleyerek ulaşacağız.) Aslında uyanık bir okur, haberin tümünü okuma zahmetine katlanmadan, birinci sayfada spotun hemen yanında yer alan küçük bir "soru-cevap" tablosuna bakarak bile "gazetem benim beynimi iğfal etmek niyetinde galiba" sonucuna ulaşabilir. Bakın, nasıl: Deneklere şu soru sorulmuş: "Türkler ve Rumların iyi ilişki içinde olmasının yolu nedir?" Türklerin yüzde 65'i sorudaki "ayrı" şıkkını işaretlerken, bu oran Rumlarda yüzde 21 olmuş. Buna karşılık "birlikte" şıkkı Rumların yüzde 65'i, Türklerin ise yüzde 11'i tarafından işaretlenmiş. Yani? Yanisi şu: Gazete, "Avrupa Birliği çatısı altında bile bir arada yaşamak istemeyen Türk ve Rumlar" derken, aslında Türklerin yüzde 65'iyle Rumların yüzde 21'ini kast ediyormuş. Yani, "Türklere güven olmaz" diyen Rumlar (yüzde 29), "Birlikte yaşayamayız" diyen yüzde 21'in yüzde 29'uymuş...
'RUM TÜRK'Ü, TÜRK DE RUM'U...'
Hürriyet Yazıişleri'nin okurlarının beynine zerk etmek istediği "Rum Türk'ü, Türk de Rum'u istemiyor" sonucunun sadece bir bölümünün doğru olduğu, devam sayfasındaki öbür grafiklerden ve haberin kendisinden apaçık bir şekilde çıkıyor ortaya. Mesela şu soru: "Siz kendinizin ve ailenizin geleceğinin Rumlarla (Türklerle) birlikte Avrupa Birliği üyesi bir devletin içerisinde ortak bir geleceği paylaşarak yaşamaktan geçtiğine inanıyor musunuz?" Soruya Rumların yüzde 71'i, Türklerin de yüzde 42'si "evet" cevabı vermiş. (Bu sonucu, gene bir yazıişleri imalatı olan devam sayfasındaki alt başlıkla kıyaslayın: "İki toplum da, AB üyesi dahi olsalar birarada yaşamak istemiyor...") Haberdeki, araştırmadan çıkan gerçek sonuçları yansıtan ibareleri okuduktan sonra, insanın, "Mühedislik yapacaksanız tam yapın, haberdeki 'fazlalık'ları da budayın bari" diyeceği geliyor. Gerçekten de haber, yazıişlerinin başlık ve spot marifetiyle yürüttüğü manipülasyon çabasına rağmen, "Birlikte yaşama inanmama, karşı tarafa güvenmeme" tavrının "karşılıklı" değil "tek taraflı" olduğunu haykırıyor. Yukarıda aktardığımız tablo için uygun görülen "Türkler birlikte yaşama inanmıyor" başlığı ile "Türkler: Ayrı yaşayalım" ve "Rumlara güvenilmiyor" ara başlıkları bile yeter bunu anlatmaya. Ara başlıkların altında uzun uzun meselenin "tek taraflı" olduğu aktarılıyor, ama bizim yerimiz dar, isteyen açsın Hürriyet'ten okusun. Biz şimdi her pazartesi yayımlanan "Okur temsilcisi" köşesini merakla bekleyeceğiz (bu pazartesi olmazsa, bir dahaki pazartesi). Bakalım, Hürriyet okurları kendilerine açık hakaret niteliğindeki bu başlık-spot manipülasyonuna tepki gösterecekler mi? "Popülizm"in âlemi yok: Buna da bir şey demez, "suyuna tirit" eleştirilerle yetinirlerse, "hak ediyorsunuz kardeşim" deyip geçeceğiz. (A.G.)
Ne oluyoruz, barış mı 'çıktı?'
Birinci sayfanın tepesinden aşağı doğru pike yapan bir "hayalet uçak", gene sayfanın tepesinden aşağı onlarca bomba bırakan bir B-52, "göbek" sayfalarında özgürce dolaşan tip tip başka "anonim" uçaklar... Komandolar, uçak gemilerinden fırlayan uçaklar, mavi bereliler, yeşil bereliler... Gazetelerimiz "teknoloji harikası" her şeyi çok seviyor, silahlar dahil. Hatırlarsanız geçtiğimiz günlerden birinde büyük gazetelerimizde bir günde yer alan "silah, uçak, mühimmat" fotoğraflarının sayımını da yapmıştık üşenmeden... Böyle bir tabloya alışkın Türk gazete okurlarının 15 Şubat tarihli gazeteleri karıştırırken bir "eksiklik duygusu"na kapılmaması mümkün değil. Mesela koca Hürriyet'te sadece bir uçak gemisi fotoğrafına yer verilmiş. Üstelik habere bakınca onun dahi "savaş" değil, "aşk" faslından sayfaya girdiğini görüyoruz: "Kitty Hawk'un komutanına aşk cezası... ABD Donanma Komutanlığı (...) Kitty Hawk uçak gemisi ve bağlı filonun komutanını, kadın bir subayla uygun olmayan ilişkisi gerekçesiyle görevden aldı." Mesela koca Milliyet'te bu fasıldan hiç fotoğraf yok. Gazetenin sayfalarına dağılmış üç uçak fotoğrafından ikisi eski başbakan Adnan Menderes'in kaza yapan uçağına, biri de "Uzanlar'ın Berlin'de el konulan uçağı"na ait. (İlaveten, Milliyet'in manşeti de "barış"a ilişkin: "DÜNYAYLA BİR DAKİKA... 'Barış için bir dakika karanlık' eylemi sınırları aştı. Dünyada birçok sivil örgüt Türkiye'yle aynı saatte savaşı protesto edecek." Mesela koca Sabah'ta... diyeceğiz ama diyemiyoruz... Çünkü "Sabah grafik / İbrahim Sarı" gene devrede... 18. sayfanın tepeden aşağı iki sütununu kaplayan grafikler bütünü, ABD'nin, "Irak'ı tam 200 yıl geriye götürecek" savaş makinesinin tanıtımına ayrılmış: "Kol saatlerini bile durduracak 'e-bomb'lar... 16 tankı birden vuracak Apache helikopterler... Bombaları tespit edecek küçük robotlar..." Neysi ki Sabah'ta başkaca bir şey yok. Bunları da Vatan ve Star'daki "barış fotoğrafları"nın "giderdiğini" düşünürsek, "Kurban Bayramı"nı ve "Sevgililer Günü"nü izleyen ilk gün, gazetelerimizin hiç de fena olmadığını düşünebiliriz. Vatan muhabiri Ruşen Çakır, fotoğrafçı arkadaşı Burak Kara'yla Bağdat'ta... Biz de havaya uyuyor, sayfamıza Kara'nın Bağdat'ın El Mansur Hastanesi'nde çektiği Necefli Zehra'nın (1998'de Amerikalıların uranyumlu bomba kullanması nedeniyle kansere yakalandığı söylenmiş kendilerine) fotoğrafıyla; Star'da yayımlanan Reuters (Amerikalı bir asker ile sekiz aylık kızı) ve AP (Bağdatlı bir baba ile 9 yaşındaki kızı) muhabirlerinin çektiği fotoğrafları alıyoruz... (A.G.)
93 milyar doları 100 yapamaz mıyız acaba?
Bayramın üçüncü günü Akşam gazetesini alan diğer okurlar da bizim gibi "Acaba bu bir bayram şakası mı?" diye düşündüler mi bilemeyiz. Belki de tam tersine, tatilden kalan son üç günü "93 milyar dolar"lık ikramiyenin ülkelerine (ve tabii bu arada kendilerine) sağlayacağı imkanların hayaline daldılar... Gazetenin genel yayın yönetmeni Nurcan Akad'ın izin kullandığı bir güne rastlamış olacak ki, "başıboş" kalan 14 Şubat tarihli Akşam'ın birinci sayfasına "Pazarlığı kilitleyen müthiş talep / Petrolden 93 milyar dolar" şeklindeki manşet kolaylıkla yerleşebilmiş.... Gerçekten de "müthiş" bir talep... Düşünebiliyor musunuz, tamı tamına 93 milyar dolar....Türkiye bu parayla neler yapmaz... Bu manşetin altında gazetenin en büyük genel yayın yönetmeni Tuncay Özkan imzası yer alıyor. Özkan, Washington'da bulunan bakanlardan Ali Babacan ve Yaşar Yakış'ın, ABD yönetimine şu teklifi götürdüklerini açıklıyor: "Petrolden 3 trilyon dolar kazanacaksınız. 93 milyarını bize verin"(!) Petrol işine ve daha genel olarak ekonomiye özel bir ilgimiz olmasa da, bu rakamlar bize hiç mi hiç "gerçekçi" gelmedi. Hani derler ya: Bu kadar parayı kim kaybetmiş de ABD ve Türkiye bulmuş! Zaten dikkat ederseniz, Babacan ve Yakış'ın ABD yönetimine götürdüğü söylenen "teklif" bırakın işin ekonomik boyutunu basbayağı "mantıksal" hatalarla dolu. Tabii ki en başta da şu "hata": ABD madem petrolden 3 tirilyon dolar kazanacak, Türkiye niçin hiç değilse 100 milyar dolar değil de 93 milyar dolar istiyor?! Sanırsınız ki 3 trilyon dolarlık petrol sıra sıra dizilen varillere yerleştirilmiş de, Türkiye ABD yönetimiyle kurban pazarlığı gibi 91! 92! 93 milyar dolar diye pazarlık yapmakta! Ama öyle hemen umutlanmayın; 93 milyar doların üstüne bir bardak su içmemiz gerektiğini zaten Özkan'ın kendisi de söylüyor: "Amerikan tarafının 93 milyar dolarlık bir ekonomik paketi Türkiye'ye vermeyeceğinin kesin olduğunu buraya yazmakta bir sakınca görmüyorum. Bunu biliyorum. Çünkü 'Bush ve Saddam'ın gölgesinde Entrikalar Savaşı' kitabımı hazırlarken, bu noktada çok bilgi ve belge topladım. Amerikalılar bunu asla kabul etmezler...."(!) Bakın gördünüz mü? Irak'ı işgal ederek "3 trilyor dolar"ı cebe indirecek olan ABD, Türkiye'ye 93 milyar dolarcık bir yardımda bulunmayı asla kabul etmeyecek... İnanmazsanız açın "Entrikalar Savaşı"nı bakın... Bu önce eğlenceli, sonra hayalkırıcı habere ilişkin olarak bir hususa daha değinmek istiyoruz: Hadi vazgeçtik Türkiye'nin istediği 93 milyar dolardan, ABD'nin petrolden kazanacağı söylenen 3 trilyon doların bile hemen ekonomi yazarlarını harekete geçirmesi gerekmez miydi? Ekonomi yazarlarının hemen ellerindeki rakamları sıralayarak bu "3 tirilyon dolar"lık petrol gelirinin imkansızlığını açıklamaları gerekmez mi? Fazla uzağa gitmeye de gerek yok; Akşam'ın ekonomi yazarlarından Deniz Gökçe bu rakamlara ne diyor acaba? Genel genel yayın yönetmeninin gazetenin manşetine taşıdığı bu rakamların "ciddi" bir yanı var mı? Biz bilmiyoruz; sadece merak ettiğimiz için soruyoruz... (K.B.)
Hadi yok mu eksilten!
Şu zor günlerde "2 günde bitirip 2 yıl kalacağız" gibi bir manşet atmak her "babayiğit" gazetenin harcı değil... "2 gün", Irak'ı teslime almak için sadece "2 gün"! "2 yıl", Irak'ın işgal süresi için sadece "2 yıl"! ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman gibi malûm bir politikacının bu öngörüsünü manşete taşıyabilmek için Hürriyet olmak gerekir.... Washington'dan Kasım Cindemir'in Grossman'ın Senato Dış İlişkiler Komisyonu'nunda yaptığı bir konuşmadan aktardığı bu lafları manşete taşımadan önce insanın şöyle sakin bir kafayla biraz düşünmesi gerekmez mi? Hem de Cindemir'in haberi "Grossman, (...) yaptığı konuşmada, Irak operasyonunun zorluklar ve belirsizlikler içerdiğini söyleyerek..." diye başlıyorken... Olsun, hiçbirinin önemi yok; Hürriyet'in manşet atma komitesi savaşın "2 gün"ü, işgalin ise "2 yıl"ı bir gün aşmayacağından çok emin.... Hatırlıyorsunuzdur; Hürriyet başta olmak üzere "muharip sınıf"a giren gazeteler Irak krizinin tırmanmaya başladığı ilk günden itibaren Irak'ın teslim olması ve işgaline ilişkin verilen gün sayısını her gün biraz daha da aşağıya çekti. Irak'ın "çökertilmesi" için "40 gün"le başlayan süre giderek "10 gün"le ifade edilmeye başlandı. Ve nihayet bu bir türlü kapanmayan kapalı eksiltme süreci sonunda vardık "2 gün"e! Bakalım bundan sonraki tahmini süreler ne olacak; belki de artık günlerle değil, saatlerle konuşulacak... İsterseniz şimdi de, Hürriyet'in Amerikan piyadelerine moral vermek için hazırlanmış bir gazete edasıyla attığı bu manşeti, 1988-1991 yılları arasında Bağdat'taki ABD Büşükelçiliği'nde "ikinci adam" olarak görev yapmış bir diplomat olan Joseph Wilson'un tahminleriyle test edelim. Bu kadarcık hakkımız var herhalde; Irak'ın ele geçirilmesi ve işgaline ilişkin tahminler söz konusu olduğunda Hürriyet'e mi güveneceğiz, yoksa 1990'da Kuveyt'in işgalinden sonra Saddam ile görüşen son Amerikalı diplomat olan Wilson'a mı? Wilson, Irak'a saldırının çok "kanlı" olma riskini taşıdığını söylüyor. Wilson'a göre Saddam savaşı İsrail'e yayabilir, petrol kuyularını yakabilir, kimyasal silahlar kullanabilir. Ayrıca yine Wilson'a göre, Saddam'ın bir "insani kriz" yaratmak için Kürtlere ve Şiilere saldırması da mümkün. "Amerikan hava kuvvetlerinin şehirleri ele geçirmeyi başarabilmesi için ABD'nin çok sayıda Iraklı sivilin ölümünü kabul etmesi lazım. Savaş muhakkak ki kazanılacak. Ama yıllarca sürecek bir işgal başlayacak." Herhalde yani... Iraklıların "2 gün"de teslim olacağını ve işlerin "2 yıl"da yoluna gireceğini bugünden manşette ilan etmekte nereden çıktı? Hadi kolaysa oldu olacak bu işi Hürriyet yapsın bari! (K.B.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |