|
|
Korkuya dayalı iktidar
Devleti yöneten siyasal elitin hem siyaset etme biçimini hem tabanla ilişkilerin yani meşruiyetini sağlayan en belirgin psikolojik unsurun adıdır korku. Bu korku olgusu, psikolojik bir durum olmaktan ötede siyasal erkin beyninin kıvrımları arasına öylesine nüfuz etmiş bir eczadır ki, neredeyse bu türün biyolojik özellikleri arasında sayılacak kadar yapısal bir durum halini almıştır. Toprak kaybıyla somutlaşan ve gittikçe belirgenleşen zayıflama, dağılma karşısında Osmanlı yöneticilerinin en büyük korkusu imparatorluğun parçalanmasıydı. Devletin Avrupalı güçlerin saldırısıyla paçalanmasının önüne geçmek için ne gerekirse yapılmalıydı. Uzlaşmalar, tavizler, reformlar, ittifaklar, hatta askeri alanda başlayıp siyasal ve sosyal yapıyı etkileyen modernleşme girişimlerinin temelinde büyük ölçüde bu korkunun, "parçalanma korkusu"nun yattığı bile söylenebilir. Son iki yüzyıllık tarhimizde olup biten en önemli dönüşümleri, savrulmaları, kırılmaları bir tür psikanaliz yöntemleriyle açıklamaya girişmek abartılı gelebilir. Toplumsal ve siyasal olayların, hele tarihin en karmaşık dönemini tek nedene indirgeyerek bir sonuç çıkarmanın ne tür tehlikeler doğurabileceği açık. Ancak bu korku fenomeni, özellikle parçalanma korkusu bir dönemin siyasal elitinin evhamlarından biri sayabilseydik bir sorun yoktu. Pek çok türüyle birlikte bu korkunun Türk siyasal elitine de miras kalması, hatta siyasal ideoloji gibi 'meşrulaştırıcı bir unsura dönüşmesi', bugün üzerinde tartışılmasından bile korkulan bir korkunun varlığına işaret ediyor. Osmanlı devlet adamlarının dıştan gelecek bir saldırı ile parçalanma korkusu onları arayışlara itti. Son ana kadar bu korkuyu içlerinde yaşattılar. Hatta bu endişenin/korkunun 19. yüzyılın ilk başlarında bile var olduğu bazı metinlerden anlaşılıyor. İmparatorluğun Balkanlarda çökmesi sonunda Anadolu'ya çekilmek zorunda kalırsa ne pahasına olursa olsun Anadolu'nun bütünlüğünü korumanın gerektiği erken dönemde bile devlet adamlarının gündemine girdiği anlaşılıyor. Bugünkü parçalanma korkusu Osmanlıdan farklı olarak dıştan gelecek bir tehlikeden çok içten bir parçalanma korkusuna dönüştü. Osmanlı sonrası Türkiye'nin dünya sistemi içinde girdiği ilişkiler, özellikle soğuk savaş döneminin dengeleri büyük ölçüde dıştan gelecek bir parçalanma korkusunu ortadan kaldırdı. Hatta dıştan gelecek bir etkiyle parçalanmama garantisi bile verildi denebilir. Dış saldırıyla parçalanma korkusu kalmadı ama siyasal erkin bilinç altında içten gelen bir parçalanma korkusu hep diri kaldı. Siyasal dizaynlar, toplum projeleri ona göre belirlendi. "Türkiye'nin kendine özgü şartarı" nedeniyle toplum mühendislikleri geliştirildi. Dıştan gelecek parçalanma korkusunun atılması dış etkilerin ortadan kalktığı anlamına gelmedi hiç bir zaman. Hatta, Osmanlıyı parçalanmaya götüren süreçte dayatılan reform ve gayrimüslim tebanın haklarına ilişkin taleplerle devletin zayıflatılması gibi Türk elitinin içe karşı zayıf/laştırılması, zayıf tutulması bir şekilde sağlandı. Bizzat siyasal elitin zihinsel ve toplumsal olarak farklılığı zayıflığı kendiliğinden besleyen, bunu meşrulaştıran bir unsur haline geldi. Sonuçta zayıflığın beslediği parçalanma korkusu yönetimle yönetilen arasındaki mesafeyi her an tepetaklak olabilecek gibi duran kritik noktada tuttu. Toplumun medeniyet tercihi ile seçkinlerin tercihinin farklılığı yönetici elitle tabanın arasında aşılması zor bir korku duvarı ördü. Bu duvar en şaffa dönemde bile yeni tuğlalarla yükseltildi. Ecevit'in kimine göre seçimden kaçmak için öne sürdüğü, "rejim tehlikesi" saydığı korkuyu bu çerçevede anlamlandırmak gerekir. Bu zamana kadar çok iyi işlemiş bir siyaset tarzının güncellenmemiş, biraz eski versiyonunu sahneye koyuyor. Bir zamanların "Halkçı Ecevit"inde, bir anda adeta siyaset erbabının beyin kıvrımlarına nüfuz etmiş korkunun refleksel olarak dışa vurumunun siyasal dilde ifadesini buldu. Ecevit'e karşı oluşan 'yeni'liğin tek farkı, bu korkunun aşılması/atılmasında değil vurgusunda ve belki de hedefindeki değişiklikte olabilir. Anadilde öğrenimi savunarak (bu da kendiliğinden değil, yine bir tür reform talebinin sonucu) parçalanma korkusunun yersizliğini göstermeleri bile korkunun derinliğini silmeye yetmiyor. Esas korku çok derinlerde duruyor Türk elitinin zihninde. Toplumun dünya vizyonu, değerler sistemindeki farklılaşma kapatımadıkca bu korku derinleşmeyi sürdürecek. İktidarını korku üzerine inşa etmiş sağlıksız bir zihin ve ruh yapısı ile karşı karşıyayız. Dıştan gelecek parçalanma tehdidine karşı bu korkuya sığınan bir ruh halidir bu. Amerikan savunma bakan yardımcısııı Paul Wolfowitz 'in sözlerini bu anlamda bir kez daha okumak gerekir: "Bizim için önemli olan Türkiye'nin medeniyet tercihini değiştirmemesidir."
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |