Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Nezih Demirkent, tam 50 yıllık gazeteci.. Dile kolay yarım asırdır medya dünyasının içinde yaşanan bütün olumsuz gelişmelere karşı ayakta kalmayı başaran mesleğin duayenlerinden.. Demirkent, aynı zamanda, Dinç Bilgin'in ceketini alıp gitmesinden sonra Türk medyasında kalan, gazetecilikten gelme tek gazete patronu.. Ve yazarlık yapan gazete patronu geleneğini de sürdüren tek isim. Her gün Dünya gazetesindeki köşesinde yazdığı günlük yazılarının yanısıra bir de medyadaki gelişmeleri, tarafsız bir dille anlatan 'Salı Yazıları'nı kaleme alıyor. 1950 yılında Son Saat gazetesinde stajyer muhabir olarak işe başlayan Nezih Demirkent, Yeni Sabah gazetesinde spor muhabirliğiyle devam ettiği mesleğini, Hürriyet gazetesinde, genel yayın müdürü olarak sürdürdü. Hürriyet gazetesini on bir yıl boyunca başarıyla yönetti. 1982 yılından bu yana da Dünya gazetesinin patronu. Demirkent, gazetenin her sabah yapılan haber toplantılarına katılıyor, akşam baskıdan çıkan gazeteyi almadan da evine dönmüyor. Bırakın yöneticileri, stajyerlerin bile saat 11.00'den sonra işbaşı, saat 18.00 olmadan gazeteyi ter- kettiği günümüzde, 70 yaşına gelen Demirkent'in hâlâ mesleğine bu denli saygılı ve bağlı oluşu, duygulandırıyor insanı. Çalışanlar daha suçluDemirkent, Türk medyasının bu duruma düşmesinde, sadece gazete patronlarını değil, çalışanlarını da suçlu buluyor. "Medyada olup bitten olumsuzlukların tek suçlusu patronlar değil. En az patronlar kadar çalışanlar, yöneticiler ve yazarlar da suçlu. Promosyonlar gazeteciliği bozdu ama çalışanlar mesleğine sahip çıkmayarak kötüye gidiş sürecini hızlandırdı. Nedense mesleki örgütlenmeden uzaklaştılar. Düşünün, Oktay Ekşi Basın Konseyi Başkanı ama konseye ekonomik destek veren Doğan Grubu. Şimdi ondan bir şeyler yapması beklenebilir mi? Ben kendisini dürüst bir gazeteci olarak tanıyorum ama o da kullanıldığını itiraf etti. Kim tarafından kullanıldığını ise söylemiyor. İşte burada olay bitmiştir.. Basın bugün bile kullanılıyor. On binlerce dolar karşılığı maş alan medya yöneticileri, patrona rağmen, mesleğin doğrularını savunmak yerine, aldıkları paranın emrine girdi. Gazetecilik mesleğini sadece bir araç olarak görmeye başladılar." Demirkent, bu konuda kendi döneminden bir örnek veriyor: " 1981 yılında Sedat Simavi Vakfı Ödülleri verileceği sırada Erol Simavi benden bir gazeteciye ödül verilmesini istedi ama kabul etmedim. Bu yüzden o sene gazetecilik ödülü hiç kimseye verilmedi. Erol Bey'in zaman zaman bazı istekleri olurdu. Bazen magazin dünyasındaki bazı insanların haberlerini daha ön palana çıkartmamı isterken, ben iç sayfalarda tek sütun halinde verdirirdim. Yani, birinde patronun istediğini manşet yapmak var, diğerinde ise tek sütuna kullanmak var. Bir seferinde de cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. İrfan Tansel, cumhurbaşkanı olacak, diye sekiz sütuna manşet istediler. Karşı çıktım, gazeteci kamuoyu yaratmaz, oluşan kamuoyuna destek verir, dedim. Sonuçta İrfan Tansel in cumhurbaşkanlığı söz konusu, şeklinde iki sütuna haberip, manşete başka bir haberi çektik."
Bilgin suçlu
Demirkent, Dinç Bilgin'in ceketini alıp medyayı terkedişiyle sona eren on beş yıllık serüvenini, yaptığı yanlış işlere bağlıyor. Demirkent, "Yanlışlar birden çok tekrarlanınca da suç işlenmiş oldu. Zafer Mutlu belli bir süre daha Sabah'ta kalabilir ama mutlaka gidecek. İş dünyası yeni bir oluşum peşinde. Artık Zafer gibilere ihtiyaç kalmayacak" diyor. Demirkent, Bilgin ve Sabah olayını anlatırken, medyada gözden kaçan ya da görülmek istenmeyen bazı önemli noktaların altını çiziyor. Aslında yılların verdiği gazetecilik tecrübesiyle, geçmişte yapılan ve hâlâ yapılmakta olan hatalara parmak basıyor. Tek güç olma ve kolay para kazanma hırsının insanları nasıl bir sona götürdüğüne parmak basıyor.
100 bin dolarlık gazeteciler
Demirkent, bir de bazı gazetecilerin milyonlarca dolar karşılığında transfer edilişlerini ve yine aynı gazetecilerin 100 bin dolar ya da biraz altında maaş almalarını kabul edemiyor. Dünyanın hiçbir yerinde bu rakamlarda para alan gazetecilerin olmadığını, bu paraları alan gazetecilerin ya da yöneticilerin bağımsız olamayacağını, patronun çizgisini aşamayacaklarını söylüyor. Kara para haberleri yapan medyanın da kara para içinde yüzdüğünü belirtiyor. "Patronların onbinlerce dolar maaş verdiği gazeteciler ne tür bir katma değer sağlıyorlar acaba? Verilen paranın karşılığını katma değer olarak fazlasıyla geri alabiliyorlarsa mesele yok, ama alamıyorlarsa o zaman patron gazeteciyi satın almıştır demektir. Satın alınan adama da her istediğini yaptırabilirsin. İngiltere Kraliçesi'nin bile bir bedeli var, diye söylendiğine göre, demek ki, bu arkadaşlarımızın da bir bedeli var ve o bedel ödenince patron istediği her şeyi yaptırabiliyor. Ben Türkiye'de 100 bin dolar maaşı hak edecek ne gazeteci ne de bürokrat olduğuna inanıyorum. Ben beceriksiz biriydim. Bu varlığı edinmem bile buradaki arkadaşlarımın sayesinde oldu. Hürriyet'in genel yayın müdürüyken evim yoktu. Ameliyat olmak için Çapa Hastanesi'ne yattım. Eğer bugün birkaç arkadaş bir araya gelse en az kendilerini ve birçok arkadaşı da geçindirecek bir şeyler yapabilirler ama kolaycılığa kaçıyorlar. Bir de, gazeteler kara para var, diye yazıyor ama, ben Hürriyet'ten ayrıldıktan sonra kara parayı ilk alanlar arkadaşlarım oldu. Gazetenin içinde zarflarla paralar dağıtıldı. Kimse nedenini sormadı. Daha sonra da diğer gazeteler bu geleneği devam ettirdi. Bazı gazetecilere onbinlerce dolar maaş veren patronlar her şeyi kayıt içinde mi gösteriyorlar? Hayır. Çünkü resmî evraklarda küçük bir rakam yazılı. Geriye kalan büyük bölümü hiçbir kayıt içinde gösterilmeden açıktan zarflar içerisinde veriliyor. Peki nereden geliyor bu para? Hangi kayıt altında tutuluyor? Ayrıca milyon dolarlık transferleri patronlar mı veriyor, yoksa birileri verdirtiyor mu? Asıl işin önemi burada yatıyor. Kara para da, kayıt dışı para da işte ortada.. Yüzlerce kişinin çalıştığı yerde eğer sadece belli sayıdaki kişiler zarf içinde para alıyorsa, demek ki, onlar satılmışlardır. Doğru olan, makul sınırlar içerisinde paralar almaktır. Toplumun diğer katmanlarında bu düzen bozulmuş olsa bile, biz gazeteciler kamu görevi yapma sorumluluğumuza sahip çıkmalıyız. Benim Hürriyet'ten ayrılışımın dramatik yönü de şöyle: Otomobil kampanyasında araba verilmediği için vatandaşın alacağı vardı. Ben gazetenin olanaklarıyla alacakları geri ödeyerek temizledim. Bu kez teşekkür edip benim işimi bitirdiler, yani beni de temizlediler." Nezih Demirkent, son yıllarda paranın her şeyin önünde tutulmasının meslek etiğini iyice bozduğunu eleştirirken, büyük paralarla yapılan transferlerin belli gruplar arasında yapıldığının altını çiziyor.
Namuslu gazetecilik
Nezih Demirkent, medyada son yıllarda çok sık kullanan araştırmacı gazetecilik ve namuslu gazetecilik kavramlarına da şu açıklığı getiriyor: "Namuslu olmak erdem değil. Normalde her insanın olduğu gibi gazetecinin de namuslu olması gerekiyor. Ayrıca herkes kendi ölçüleri çerçevesinde namusludur. Araştırmacı gazetecilik kavramı da böyle. Gazeteciliğin zaten kendisi araştırmacılık değil midir? En basit tarifiyle beş N, bir K, kaidesi bile başlı başına bir araştırmadır. Her gazeteci kendi ölçüleri içinde araştırmacıdır. Ben bu kavramları kullananlara inanmıyorum ve şüpheyle bakıyorum. Namuslu olmak da öyle. İnsan önce kendisi için namusludur. Yani namuslu olması kendisi içindir, toplum için değil.." Nezih Bey'e "Eğer andıç olayı sizin Hürriyet'in yayın müdürlüğünü yaptığınız dönemde olsaydı, buna alet olan gazetecilere karşı ne yapılırdı?" diye soruyorum. "Kısa zamanda tasfiye olurlardı. Ne şekilde olurlardı bilemem ama en azından çalışanlar tarafından dışlanırlardı. Şimdi meslek kuruluşu kalmadı."
Gazete sayesinde, gazetecilik dışında çok paraNezih Demirkent'e göre gazete sayesinde, gazetecilik dışında para kazanmak cazip hale geldi. Böyle olunca gazetecilik ikinci plana itildi. İnsanlar paranın peşine düşmeye başladı. Gazetecilik artık bir araç haline geldi.Türk basınında ilk kez Malik Yolaç'ın sahibi olduğu dönemde Akşam gazetesiyle başlayan promosyon geleneği, Tercüman, Milliyet, Hürriyet, Günaydın ve sonraki yıllarda kurulan gazetelerle devam etti. "Son zamanlarda gazete çıkarmak tamamen araç haline geldi. Oysa gazetecilik bizatihi kendi kendine yeterli. Bunun en canlı örneği Dünya gazetesidir. Sadece gazete satarak beli sayıdaki insanlarla birlikte bugün 40 bin tirajı olan ve 445 kişinin çalıştığı bir gazeteyiz. Üstelik para kazandık ve böyle bir binaya sahip olduk. Dinç Bilgin de İzmir'den geldiğinde parası yoktu ama son yıllarda da Sabah gazetesini kullanarak büyük paralar kazandı. Sonra Aydın Doğan geldiğinde sıradan bir iş adamıydı. Ama gazeteleri sayesinde o kadar büyüdü ki, şimdi Türkiye'nin en zengin adamı ve vergi rekortmeni oldu." Nezih Bey'e hak vermemek elde değil. Dünya gazetesinin içine girdiğim andan itibaren tanıdık isimlerle karşılaşınca duygulandım. Çünkü benim de 1972 yılında mesleğe adım attığım ilk gazete Bedii Faik Bey'in sahibi olduğu dönemdeki Dünya gazetesiydi. O dönemde gazetenin montaj servisinde çalışan Mehmet Yılmaz hâlâ görevinin başındaydı. Bir de gençlik dönemlerinde çalıştıkları gazetelerde büyük emek harcamalarına karşılık, yaşlandılar, diye işlerine son verilen kendi dönemlerinin en iyileri şimdi Dünya gazetesinde mesleklerini sürdürüyor. Nezih Demirkent, bunu kişiden çok, mesleğe gösterilen bir vefa olarak değerlendiriyor. Bilginin, tecrübenin ancak yıllar içerisinde oluştuğunu, bu tür birikimli gazetecilerin her zaman yararlı olduğunu savunuyor. Habercilik yapmayanı gazeteci olarak kabul etmiyor. Çünkü haberi bilmeden haber değerlendiremez. Muhabirlikten gelme yazı işleri müdürü parmakla sayılacak kadar az, diyor. Gerçekten de bir gazetenin sadece gazetecilik yaparak kendi yağından kavrulabildiğine inanıyorum. Ayrıca bilginin tecrübenin, birikimin değerine de.. Mesleğe ilk başladığım yıllarda, bir çoğunu usta olarak tanıdığım Hami Alkaner'e, Erol Gönenç'e, Zafer Atay'a, Akın Kamacıoğlu'na, Ergun Arpaçay'a, Ender Akalınlar'a Yaşar Göktan'a, İsmet Özkul'a, Ferhan Çamlıkaya'ya, Ergun Berker'e, Hasan Yılmaer'e, Esen Yalçın'a hayatları kadar önem verdikleri mesleklerini sürdürmelerine fırsat veren Sayın Demirkent'e, bütün meslektaşlarım adına teşekkür ediyorum.
RÖPORTAJ: Ramazan Öztürk
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|