Ziyaret kapısına doğru ağır ağır, neredeyse parmaklarımızın üzerinde yürüyoruz. Birazdan, Efendimiz’in hücre-i saadetinde olacağız. Terliklerimizi çıkardık. Mermer zeminin serinliği bir yana, yerleri yalın ayak adımlayarak; Allah Resulü’nün Medine’ye hicret ettikten sonra ilk iş olarak yaptırdığı ve inşaatında bizzat çalıştığı mescidi mekânsal olarak da hissediyoruz. Öyle bir mescit ki, İslam toplumu siyasal ve sosyolojik olarak burada şekillenmiş ve Hz. Peygamber Efendimiz’in kurduğu İslam devletinin
Ziyaret kapısına doğru ağır ağır,
neredeyse parmaklarımızın üzerinde
yürüyoruz. Birazdan, Efendimiz’in hücre-i saadetinde olacağız.
Terliklerimizi çıkardık. Mermer zeminin serinliği bir yana, yerleri yalın ayak adımlayarak; Allah Resulü’nün Medine’ye hicret ettikten sonra
ve
inşaatında bizzat çalıştığı
mescidi mekânsal olarak da hissediyoruz.
Öyle bir mescit ki, İslam toplumu
siyasal ve sosyolojik olarak burada şekillenmiş
ve Hz. Peygamber Efendimiz’in kurduğu İslam devletinin yönetim merkezi olmuş.
Eşikteyiz. Bir numaralı kapı olarak belirlenmiş Babü’s-Selam’dan salavatlar getirerek giriyoruz. Birkaç adım sonra ‘Cennet Bahçesi’nin hemen yanı başındayız. Ziyaretçilerin, Hz. Peygamber’in kabri (evi) ile minberi arasındaki bölümde iki rekât namaz kılabilme gayreti var. Sırasını bekleyenler, içeri taraftakilere
bakıyorlar. Çünkü Resul-i Ekrem, Mescid-i Nebevi’de kılınan namazın Mescid-i Haram hariç diğer yerlerde kılınan namazdan bin kat daha faziletli olduğu haberini vermiş.
Sağ tarafımızda Kıble duvarı var. Hücre-i Saadet göründü.
“Kim beni vefatımdan sonra ziyaret ederse, hayatımda ziyaret etmiş gibidir”
hadis-i şerif-i’ne nail olmanın şükrü ve heyecanıyla selamlıyoruz Allah’ın Habibi’ni. Müvacehe-i Şerife’ye varıyoruz. Burası selamlama cephesi.
Kâinatın Fahr-i Ebedisi’nin huzurundayız
artık.
Kısık sesler nefeslere karışıyor:
Essalâtü vesselâmü aleyke yâ Resulullah.
Heyecandan sadece ayakların değil, dilin de bağı çözülüyormuş meğer. Üzerimde iletmem gereken emanet selamlar var:
Ya Resulallah! Ümmetinden şu şu isimlerin sana selamları var. Şefaatine nail olmayı arzuluyorlar.
Mübarek kabirlerinin hemen sağ tarafında en sadık dostu ve halifesi Hz. Ebubekir ile en cesur arkadaşı, halifesinin halifesi Hz. Ömer’in hücreleri yer alıyor.
Esselâmü aleyke ya Eba Bekir Sıddık, ya halifete Resulillah. Esselamu aleyke ya Omer-el Faruk, ya şehidel mihrab.
Selamlama penceresi parmaklıklarının hemen üzerine, duvarda Kur’an’dan bir ayet yer alıyor:
“Allah’ın Elçisi’nin huzurunda seslerini alçaltanlar var ya, işte onlar Allah’ın kalplerini doğrulukla sınadığı kimselerdir. Onlar için mağfiret ve büyük mükâfat vardır” (Hucurat,3).
. Ashabı, Peygamber Efendimize hayattayken nasıl saygı gösteriyorsa, ümmeti de asırlardır aynı davranışı sergiliyor. Vefanın şehri Medine, en sevgiliye olan muhabbetle hemhal oluyor. Herkes sessiz ve sakin. Sesler kısık. Ümmetin selamlama nöbeti, “Efendimiz rahatsız olmasın” hassasiyetiyle ve durmaksızın devam ediyor.
Lakin görevliler çok durdurmuyorlar. Saniyeler içinde geçip gitmeye razı olmayanlar nazikçe direniyor bu tutuma.
Atılabilecek en küçük adımlarla
, ayaklarımızı sürüyerek yürüyoruz. Selamlamasını yapanlar hüzünle ayrılıyor huzurdan. Edebinden, Baki Kapısı’nın eşiğine kadar geri geri yürüyüp eli kalbinin üzerinde boynu bükük çıkanlar var. Sanki Şair Nabi’nin na’tındaki, Efendimiz’in ziyaretçilerini ikaz eden şu dizeleri okuyup gelmiş insanlar:
“Mürâât-i edeb şartıyla gir Nabî bu dergâha
Metâf-i kudsiyândır bûse-gâh-ı enbiyâdır bu.”
(Ey Nâbi, bu dergâha edep kurallarına uyarak gir. Zira burası meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin hürmetle öptüğü mübarek bir makamdır.)
Yeniden avludayız. Medine’nin bağrına geri dönerken; kalple, başla ve gözlerle uzaktan son bir selamlama daha yapıyoruz.
. Telefonlarına sarılıp, yakınlarına vuslatını anlatıyor hacılar.
Huzurda da dikkatimi çeken, bembeyaz sakallı yaşlı adam ile yeniden karşılaşıyorum. İçerideyken, ellerini ağzının önünde yummuş gözyaşlarıyla salavat getirirken görmüştüm. Aynı halde, dudakları kıpır kıpır ve yine ağlıyordu. Yaman Dede’nin Efendimiz’e olan sevgisini dile getirdiği
meşhur beytin, yıllar sonra vücut bulmuş hali
ydi sanki:
Boyun büktüm, perişanım, bu derdin Sen’de tedbiri,
Lebim kavruldu âteşten döner pâyinde tezkiri,
Ne dem gönlün murâd eylerse taltif eyle Kıtmir’i,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım ya Rasûlâllah!..
Medine’de üçüncü günü geride bıraktık. Bu, hac vazifesi için çıktığımız 18 günlük yolda, duygularımı ve gözlemlerimi aktarmaya çalıştığım 9’uncu yazım oldu. Allah nasip ederse 10’uncu yazıyla birlikte Medine’den veda etmiş ve memlekete dönmüş olacağım. Mekke ve Medine’de yaşanan, gözlemlenen ve süregelen bazı olumsuzlukları yazmadığıma dair tenkitler aldım. Nedenini ayrıca notlar halinde yazacağım. Selametle…
#Hac
#Mekke
#Medine
#Hücre-i Saadet
#Mescid-i Nebevi