Hac yolculukları ve hacıların hatıralarından çok etkileniyorum. Yayan ya da binekle çıkılan ve aylarca süren yolculuklar yüreğimi titretiyor. Şunun şurasında 150 yıl öncesine kadar develerle gidiliyordu kutsal topraklara. O uzun yolculuklarda kim bilir ne anılar ne gözlemler birikiyordu. Tarık Buğra’nın ilk senaryosu, Yücel Çakmaklı’nın ilk yönetmenlik deneyimi olan ve Türkiye’den hacca giden bir kişinin serüvenin anlatıldığı “Kâbe Yollarında” isimli belgesel film 1969 yılında çekilmişti ve kayıptı.
Hac yolculukları ve hacıların hatıralarından çok etkileniyorum. Yayan ya da binekle çıkılan ve aylarca süren yolculuklar yüreğimi titretiyor. Şunun şurasında 150 yıl öncesine kadar develerle gidiliyordu kutsal topraklara. O uzun yolculuklarda kim bilir ne anılar ne gözlemler birikiyordu.
Tarık Buğra’nın ilk senaryosu, Yücel Çakmaklı’nın ilk yönetmenlik deneyimi olan ve Türkiye’den hacca giden bir kişinin serüvenin anlatıldığı “Kâbe Yollarında” isimli belgesel film 1969 yılında çekilmişti ve kayıptı. Milli Sinema Akımı’nın da ilk filmi olma özelliği taşıyan eserin kayıp olduğunu yapımcı Ali Osman Emirosmanoğlu’nun bir röportajından öğrenen Fatih Ketancı, filmin el ilanını bir mezatta görünce hemen satın alıp Ali Osman Bey’le irtibata geçti.
Filmin ortaya çıkması ve Avrupa’da gösterilmesi üzerine, dostum ve kamuoyunun Hac Hatırası arşivcisi Fatih Ketancı’yı aradım. Heyecanla anlattı. İzlemek üzere sözleştik, bu arada ben de Hacca yayan giden birinin hatıratı var mı diye sordum. “Çok hatırat var ama yayan giden birinin bildiğim kadarıyla yok, ben bir bakayım” dedi. Bir saat sonra aradı ve Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocaefendi’nin hatıratında Hacca gitmekle ilgili sarsıcı bölümlerin olduğunu söyledi ve ekledi: “O kitabı okumalısın. Baştan diyeyim, okurken gerçekten yorulacaksın ama her sayfasında hayretine hayretler eklenecek.”
Bu kadar tahrikten sonra nasıl okumayayım? Ahmet Muhtar Hoca’yı biliyordum, kendisi İslam akaidinin önemli eserlerini Türkçeye kazandıran son dönemin önemli ilim adamıydı.
Hatırat geldi, tam 950 sayfa ve büyük cilt. Okumaya başladım ve hoca henüz 6 yaşını anlatırken gerçekten de nefes nefese kaldım. Aman Allah’ım bu nasıl bir hayat? Ne film ne dizi ne de belgesel. Çileli mi çileli. Okuyanlar bana hak verip, hatıratı abartmadığımı söyleyeceklerdir. Açıkçası Daha başlarında hayata ve meselelere bakışım değişti, bildiğim dertlerin dert olmadığını kabul ettim.
Hac kısmına gelene kadar öyle maceralar öyle yolculuklar, öyle cenderelere şahitlik ettim ki anlatmakla bitmez. Çıkılan ve tamamlanamayan kutsal yolculuk kısmında kitaba ara verdim.
Bu arada Ketebe’nin yayınladığı Muhammed Awlan’ın ‘Küçük Bir Ölüm’ isimli, Şeyh-ül Ekber Muhyidddin İbni Arabi’nin hayatını anlattığı otobiyografik roman gözüme ilişti. Önsöz okumaktan sıkıldığımız için altını çizerek söylüyorum, Suud’lu ödüllü edebiyatçı Awlan, büyük bir ustalıkla kendisini de romana dâhil eden önsözüyle beni kitaba bağladı. Tevafuk bu ya, romanda İbnü’l-Arabi Hazretleri yürüyerek Hacca gidiyor. O nasıl bir iman, nasıl bir tutku ve Kâbe’ye kavuşma aşkı…
Daha fazla ipucu vermeyeceğim ama sakın mübalağa yaptığım düşünülmesin. Her iki kitabı da tavsiye ettiğim kitap kurtlarından benzer dönüşler aldım.
Bu arada ‘Küçük Bir Ölüm’ü bitirmemek için durdum. Çünkü kitap bitmesin istiyordum. Tam da o günlerde, masamdaki kitaba bakarken TVNET’in Genel Müdür Yardımcısı Serhat İbrahimoğlu “çay söyle geliyorum” diye aradı. Beş dakika sonra geldiğinde beni sarsan bir davette bulunarak, “Bu sene TVNET adına Haccı senin takip etmeni düşündük. Ne dersin?” dedi. Ne diyebilirim ki? Ne denir ki?
Bu satırları Cidde uçağında yazıyorum. İki saat sonra ineceğiz inşallah. Üç gün önce başlayan ateşli titreme, terlemeler sonucu ilaç tedavisi ve heyecandan gözümü kırpamadığım gecenin sabahında geldim havaalanına. Ne uyku ne de vücut kırgınlığı… Başka bir âlemdeyim sanki. Çünkü üzerimde ihram var. Şaşkınım. Duygularımı, düşüncelerimi, ellerimi, kollarımı, vücuduma dokunup dokunmamamı, ağzımdan çıkan her kelimeyi, ağzımdan çıkmaması gereken kelimeleri, aklımdan geçenleri ve geçmemesi gerekenleri, kalbimi, hislerimi iki parça beyaz kumaş belirliyor. Havaalanında girdik ihrama. Namazlarımızı orada kıldık. Kafilemizin Hocası, Uşak Vaizi Halis Akdana Hoca. Basın mensuplarından oluşan kafileye rehberlik eden Hoca hemen orada niyetlerimizi ettirdi, telbiyelerimizi yaptık. Sonrası başka bir âlem. Hepimiz birbirimize bakıyor ve dualar ediyoruz. Hepimiz herhangi biri olduk. Daha uçağa biniş kapısında eşitlendik.
Ve ilk şok, ilk yüzleşme… Telefonumu koymak için, istemsizce ihramda cep aradım. Önce sağ elim, sonra sol elim boşa gitti. O nasıl bir an! Orucun ilk günleri unutursun da su içersin gibi ama öyle değil. Utandım. Acaba bu çaresizliğimi gören oldu mu diye bakındım. Ve ilk ders. Herkes kendi derdine düşmüş. Herkes ihramı taşıyabilmenin sancılarını yaşıyor.
Hac ibadetimi yerine getirmek ve bir gazeteci olarak Haccı takip etmek için 18 gün boyunca kutsal topraklarda olacağım. İlk ziyaretimin Hac dönemine nasip olması hem de görevli olarak gidiyor olmak çok fazla gözlem yapacağım, içim içime sığmadıkça gördüğüm, hissettiğim her şeyi sizinle sık sık paylaşacağım anlamına geliyor. Şimdilik ihramla çıkılan yolcuğun ilk adımındayız. İstikamet Mekke. Dua eder, dua bekleriz.