Arafat meydanındayız. Yalın ayak, başı açık. Milyarlarca su damlasından oluşan bir nehir gibi, milyonlarca Müslüman Cebel-i Rahme’nin eteklerine akıyor. Tarifsiz bir duygu. Ancak, anı yaşayarak hissedilebilecek ve içinde yer alınabilecek bir sahne. ‘Mahşerin provası’ diye anlatılırdı ancak burada olmak, yaşamak, teneffüs etmek çok başka. Çok sarsıcı! Geri dönüşü olmayan yeni bir yol, geri kalan ömrün başlangıç noktası Arafat… Mahşerde hesabı bekler gibi bekliyor Müslümanlar. Hazreti Âdem ile Hazreti
Arafat meydanındayız. Yalın ayak, başı açık. Milyarlarca su damlasından oluşan bir nehir gibi, milyonlarca Müslüman Cebel-i Rahme’nin eteklerine akıyor. Tarifsiz bir duygu. Ancak, anı yaşayarak hissedilebilecek ve içinde yer alınabilecek bir sahne.
‘Mahşerin provası’ diye anlatılırdı ancak burada olmak, yaşamak, teneffüs etmek çok başka. Çok sarsıcı!
Geri dönüşü olmayan yeni bir yol, geri kalan ömrün başlangıç noktası Arafat…
Mahşerde hesabı bekler gibi bekliyor Müslümanlar. Hazreti Âdem ile Hazreti Havva’nın yeryüzünde buluştuğu ve ilk tövbenin kabul edildiği Cebel-i Rahme’ye akın var. Günahlarla, noksan ve kusurlarla yüzleşme günü. Huzurdayız. Teslim olma, emirlere itaat etme, hayat beyannamesini sunmanın bekleyişindeyiz.
Kendimizi rahmet diyarının esintisine bırakıyoruz. Gaffar ism-i şerifinle bizleri bağışla Allah’ım!
Dualar yakarışa dönüşüyor, sözler gözyaşlarına karışıyor. Dil susuyor, kalpler hicap ederek konuşuyor.
Bağışlanma umutları yeşermiş Arafat’ın her karışında. Arafat’ın her karışında Yaradan’ın lütfuna, ihsanına, affına, inayetine sığınmış ve teslim olmuşlar var.
Öğlen ve ikindi namazları ‘cem-i takdim’ ediliyor ve ardından vakfeye duruluyor. Peygamber Efendimizin, “Öyle günahlar var ki, onları ancak Arafat’ta vakfeye durmak affettirebilir” müjdesine nail olma sırasına giriyoruz adeta.
Ali Erbaş Hoca’nın duası âminlere karışıyor: “İlahi yâ Rabbi! Yüce kitabımızda; “Ey nefislerinin esiri olmuş kullarım! Ey işlediği günahlarla kendilerine yazık eden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin” buyuruyorsun. Rahmetine umut bağladık, İsm-i Azam hürmetine Sen’den af diliyoruz. Bizim gözümüz yaşlı, Sen’in merhametin engin, bizim defterimiz günah dolu, Sen’in mağfiretin sonsuz, bizim halimiz perişan, Sen’in affın nihayetsiz. Korktuklarımızdan bizi emin eyle Allah’ım!”
Ve Gazze… Unutmak, dillendirmemek ne mümkün. Allah’a bir kez daha sadece ve sadece kahraman Gazze halkı için yakarıyoruz hep birlikte. Gözyaşların, tekbirlerin, âminlerin dozu ve tonu yükseliyor:
“Çevresini mübarek kıldığın Mescid-i Aksa şimdi garip. Gazze, yetimlerin öksüzlerin yurduna döndü. Yangın yeri oldu yüreklerimiz. Gözü yaşlı annelerin hüzünlü dualarıyla, yetim çocukların yürek yakan hıçkırıklarıyla Sen’den niyazda bulunuyoruz. İnsanlık için, âlem-i İslam için Sen’den yardım niyaz ediyoruz. Bize katından bir rahmet gönder ve bize bir çıkış yolu göster Allah’ım!
Ey zalimleri alçaltan ve zillete düşüren Rabbimiz!
Kadın, erkek, çoluk-çocuk demeden katliam yapanları Sana şikâyet ediyoruz. Haddi aşanları, kendilerine zillet damgası vurulmuş olanları Sana şikâyet ediyoruz. Sen, mazlumların yardımcısı, zalimlerin hasmısın. Bu zalim ve azgınlara karşı masumlara, mahzunlara ve mazlumlara medet eyle Allah’ım.”
Âmin, âmin yâ Rabbî.
Yine tarifi mümkün olmayan bir andayım. Gözyaşlarının ortasında. Hacı olduğumuz ilan ediliyor. Dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar bu büyük müjdeyle birbirlerine koşuyor, kucaklaşıyorlar. Gözlerin ışıltısı değişiyor. Pınarlar bir kez daha ve bu sefer muhabbete boşalıyor. Herkes sıfırlandı, herkes eşitlendi, herkes bir kez daha herkese karıştı.
Allah kabul buyursun! Kurban Bayramımız mübarek olsun!