Azerbaycan’ın Ermenistan karşısında kazandığı askeri ve diplomatik zaferin farklı boyutları sokağa çıkan halkta, sanatta, sosyal medyada kendini gösteriyor. Azerbaycan Diller Üniversitesi’nden Ord. Prof. Kamal Abdulla, “Jeneolojik birlik bugün manevi birlik kadar önemli değil. Savaşta yanımızda ilk olarak Türkiye’yi, ondan sonra Pakistan’ı gördük. Bence, biz manevi, ruhani birliği tercih etmeliyiz. Bu şemsiyenin altına birçok başka halk da girebilir” diyor.
Ermenistan işgalinden kurtarılan Dağlık Karabağ’da dönüşüm devam ediyor. Ezan seslerinin tekrar yükseldiği, yuvaya dönüşlerin olduğu, Azerbaycan bayraklarının şehri süslediği bölgede yüzler gülüyor. Eserleriyle Türk edebiyat tarihine katkı sunan akademisyen Azerbaycan Diller Üniversitesi Rektörü Ord. Prof. Kamal Abdulla, sanatçılardan önce askerin ilk eseri verdiğini söylüyor. Yeni Şafak Pazar olarak Türkiye ile Azerbaycan arasındaki eğitim ve kültür politikalarına destek olan Bakü Yunus Emre Enstitüsü aracılığıyla gerçekleştirdiğimiz röportajda Abdulla ile Karabağ’ın kıymetini, edebiyatını ve zaferini konuştuk.
Karabağ, vatanın bir parçasıdır. Vatanın her yeri aziz ve kutsaldır. Zaferin önemi her şeyden önce askerin ve milletin özgüveninin geri dönüşü, devlete, bayrağa ve Cumhurbaşkanına sarsılmaz sadakatini ortaya koymasıdır. Biz zafer kazanmakla esasen bunu başardık.
Bunun önünde son derece doğal engeller durmakta. Dünya gelişiyor. Cermen halkları denen bir birlik yoktur, onlar sürekli savaş halindeler. Slav birliği göz önünde düşüş yaşıyor. Romen halklarının birliğinden bahsetmek zannimce doğru değil. Jeneolojik birlik bugün inanç, manevi birlik kadar önemli değil. Bakın, bu son savaşta biz yanımızda ilk olarak Türkiye’yi gördük, ondan sonra Pakistan’ı gördük. Hazar’ın diğer tarafındaki Türkçe konuşan devletler de, inanıyorum ki, yeri geldiğinde kendi sözlerini söylediler, ama Azerbaycan hakikati bu zamanda artık herkesçe belliydi. Bence, biz manevi, ruhani birliği tercih etmeliyiz. Bu şemsiyenin altına birçok başka halklar da girebilir. Dünyayı Türk birliği gibi korkunç bir durumla telaşlandırmadan, her adımda bunu slogana çevirmeden bizi seven halkları da kendi içine dahil eden bir Türk birliği! Buna sahip olmak bence daha perspektifli.
Geri alınan toprakların manzaralarını sizler herhalde gördünüz. Bugün bizim ana görevimiz oraları canlandırmak, doğanın olanı doğaya geri vermek, insanın olanı insana geri vermektir. Ve yaşamak. Sonsuza dek bu topraklarda yaşamak. Dünyaya bir daha bizim bu toprakları hak ettiğimizi kanıtlamak. Bu ise o demektir ki, en eski dönemlerde bu yerler bizim atalarımıza ait olmuşlar. Onların ve vatan uğruna şehit olan çocuklarımızın, kardeşlerimizin Karabağ semasında dolaşan ruhları bugün şad. Bu bize güvence, gurur ve cesaret veriyor. Birbirimizin ve herkesin yüzüne dik bakacak cesareti. Benim beklentim o ki, milletimin bütün evlatları bu cesareti haysiyetle yaşasın.
Sanırım bunun için biraz daha zamana ihtiyaç var. Sanatçılar askerin yürüdüğü o geçilmez yollarda birer birer yürümeli, o ormanlarda, çayırlarda, otlarda dolaşmalı, o havayı solumalı, o manzaraları kendi gözleriyle görmeli, sessizliğin sesini dinlemeli, mermi, bomba ve insan çığlıklarının sesini, savaş ruhunu duymalıdır. Ancak öyle bir şeyler yazma iktidarına sahip olabilirsin. Karabağ’a, onun hasretine ve onuruna yakışır ilk eseri asker yazdı. Sanatçılar ondan sonra yazacak.
Bu bağlılık bazen göz önündedir, Türkiye ile Azerbaycan arasında olduğu gibi. Kimilerinde gizli görünmekte, aydınlar, sade vatandaşlar arasında olduğu gibi. Kimilerinde ise yok gibi. Kül tür adamları kendi işlerini yapmalılar. Zorlamayla ya da sloganla bu işi hızlandırmak bence olmaz. Her şey kendi kendine “pişmeli”, ortaya çıkmalı. Her şey Türkiye’nin de Azerbaycan’ın da dinamik bir şekilde ekonomik ve kültürel gelişimine bağlı, dünyada kendilerine layık yerleri bulmalarına ve bunu kaybetmemelerine bağlı. O zaman diğer ülkeler de, sadece Türkçe konuşan ülkeler değil, diğer ülkeler de yanımızda olacaklar. Bağlılık ilk önce gönül bağlılığı olmalı. Diğer bağlılık türleri bunun üzerine gelecek.