Cumhurbaşkanları, Meclis başkanları, bakanlar, bürokratlar ve akademisyenlerden pek çok üst düzey yetkili masonlar tarafından devşirildi. Dokuz başbakan ile birkaç dışişleri bakanı hariç hepsi masondu.
Türkiye’nin üç-dördü hariç Cumhurbaşkanlarının hepsi masondu. Meclis Başkanlarından Başbakanlara, Bakanlardan milletvekillerine, bürokratlarından akademisyenlerine uzanan etkili makamlarda görev yapan pek çok üst düzey yetkili Türkiye’nin en karanlık cemaatine mensuptu.
Makamlarda masonlar olunca şüphesiz tayin ve terfiler de onlar tarafından yapılıyordu. Mesela Ecevit İngiliz locasına mensup bir masondu. Dokuz başbakan hariç geri kalanı ile birkaç dışişleri bakanı hariç hepsi masondu. Mustafa Kemal’in çevresi yani kabine üyelerinden yaverine, doktorlarından hizmetindekilere kadar hemen hepsi masonlardan oluşuyordu.
Kenan Evren bir masondu, gladyonun Türkiye masası X’in şefi mason Orgeneral Turgut Sunalp’e Milliyetçi Demokrasi Partisi’ni (MDP) kurdurmuş. Hâkeza yakın dönemin siyasetçilerinden Demirel masondu, kabinesinin büyük çoğunluğunu masonlardan seçti. Ecevit masondu, o da öncelikleri hep masonlara tanıdı. Bu isimlerin hepsi mason olmanın yanı sıra mason biraderleri Gülen’i de himaye ederek önünü açtılar. CIA ve MOSSAD ile birlikte besleyip, bütün Müslümanların başına belâ ettiler.
Başbakanlığının sonuna gelmeden evvel istihbarat ve emniyet teşkilatlarına masonlarla ilgili tespit raporu hazırlamaları talimatı veren ve Türkiye’deki mason hükümranlığını çok iyi bilen merhum Başbakan Adnan Menderes, 1959’da Rahmetli Necip Fazıl Kısakürek ile görüşmesinde şu cümleleri kurar: “Üstümde Celal Bayar (Cumhurbaşkanı), altımda Medeni Berk (Başbakan yardımcısı) var. Bunların ikisi de 33. dereceli masondur. Ben iki değirmen taşı arasına sıkışmış buğday tanesi gibiyim!” Bir başbakanın bu karanlık cemaatin karşısındaki çaresizliği aslında gerçek bir Türkiye fotoğrafıdır.
Demokrasi hiçbir zaman umurlarında değildi. Demokrasi onlar için amaçlarını gerçekleştirme araçlarından biriydi. Millî unsurların enerjilerini koltuk mücadelesinde tükettirip, iktidar koltuklarına hep kendileri oturdular. Kendileri oturmasa da oturttuklarının muktedir olmasına izin vermediler. Bu durumla ilgili olarak “1950-1960 arası DP oy çokluğu ile iktidara gelince, millî iradeyi temsil ettiklerini ve onun temsilcisi olduğunu, her şeyi yapabilecekleri kanısını taşımakta idiler” denilen MAH raporu, geçtiğimiz yıllarda “dağdaki çobanla benim oyum eşit olamaz” diyen Aysun Kayacı’nın nereden beslendiğini şu cümlelerle gözler önüne seriyor: “Millet soyut bir varlık ve mânevî bir kurumdur. Her an iradesi yanlış yönlendirilebilir. Millî irade anlamsız, sosyal bir gerçekle alakası yoktur. Millet iradesi, halk iradesi olabilir mi? Kişisel irade toplamı, kolektif irade olamaz. Oy kullanmayan, oy hakkı olmayan kitle vardır. Bir cahille, bir eğitimlinin iradesi bir midir?”
Esas milli irade askeri güçtür
Halkın tercihlerinin önemli olmadığını belirten İnönücü istihbarat teşkilatı, “Esas milli irade, günümüz şartlarında askerî güçtür” diyor ve ekliyor: “Her zaman halk iradesi doğrudur demek yanlışın en başlangıcıdır. Seçim sonucu ne millî, ne genel irade seçimde oy kullanmış insanların tercihidir. Egemenlik kavramı üzerine kurulu teori olduğu için doğru tercihi yansıtmayabilir. Esas milli irade, günümüz şartlarında askerî güçtür. Millî hedeflerin ele geçirilmesinde yegâne belirleyici olan güç askerî güçtür” diyerek istemedikleri kişilerin iktidar olmasının önündeki darbeci güç olarak durduklarını itiraf ediyorlardı. “Cumhuriyet’in temel ilkelerini koruma kollama” cümlesinin ardına sığınan bu karanlık odaklar her zaman milletle savaştı ve savaşmaktan da vazgeçmiş değil.
Devrim diye milleti geleceğini çaldılar
- Nassi Üniversitesi bülteninde “Hiçbir siyasî ve kültürel kanun yoktur ki, masonlar tarafından tanzim edilmiş olmasın” diye yazmıştı. Masonların bir başka yayın organı olan Akasya’nın 1908 tarih ve 62. sayısında ise “Yahudisiz hiçbir mason locası yoktur. Yahudi havralarında hiçbir mezhep mevcut değildir ki, orada farmasonlarda olduğu gibi yalnız semboller vardır. Bundan dolayıdır ki, İsrail mâbedi bizim tabii müttefikimizdir” cümlelerini yazarak büyük itiraflarda bulunmuşlardı. Masonların kendi yayını olan “Farmasonluk Tarihi” adlı eski eserlerinde de “Hür masonlar, Yahudilerin dünya hâkimiyeti planını esas tutarak çalışırlar” diyorlardı. İşte bu gerçekten hareketle, Müslüman milletin kültür ve değerlerini ‘devrim’ adıyla tarumar ettiler. Mâzi ile irtibatı bıçak gibi keserek geleceğini çalmaya kalktılar.
- BÜTÜN İPLER ORDUNUN ELİNDE OLMALIDIR
- Bir kişiyi putlaştırıp, istibdatlarına kılıf ettiler. Milletin askerinin, İslam’ın Mehmedinin namlusunu millete doğrultturarak darbeden darbeye koştular. Bu işin taşeron failleri ise hazırladıkları raporlarında “Kanunları, anayasaları devletin tüm imkânlarını koruma ve kollama gücü ordunun elinde olmalıdır. Esas milli irade bu temelde olmalı, iktidarı cahil, yobaz, şer’i esaslara göre yönetmeye çalışan şaibeli iktidarlar Arap hayranı mahlûklar, ancak ordunun cumhuriyetin esaslarını korumak ve kollamak suretiyle iradeyi tamamlamış olurlar. Ordu en büyük iradedir” diyerek, Müslüman millete ‘Arap hayranı mahlûklar’ diye hakaretler etti. Bunu yazan elbette Müslüman olamazdı, olsa olsa dinsiz bir karanlık mahfilin üyesi olabilirdi.
Meşhur mason siyasetçiler
İtalyan mason Lemmi şöyle der: “Hükümeti teşkil eden şahsiyetler ya mason biraderlerden olacak veya bu vazifeden mahrum kalacaklar.” Haber dizimizin bütününde ismi geçenler bir tarafa en meşhur mason olarak şunlar zikredilebilir: Bülent Ecevit, İsmet İnönü, Kasım Gülek, Şükrü Kaya, Celal Bayar, Cevdet Sunay, Cemal Gürsel, Abbas Çetin, Kamuran İnan, Emre Gönensay, İhsan Sabri Çağlayangil, Turhan Feyzioğlu, İsmail Cem, Ferit Melen, Şükrü Sina Gürel, Fahrettin Kerim Gökay, Necmi Öktem, Muhsin Ete, F. Cemal Erkin, Adnan Adıvar, Salim Serper, Mümtaz Turhan, Samet Ağaoğlu, Nihat Reşat Belger, Vural Arkan, Tevfik Rüştü Aras...
***
Abdullah Aymaz, Sedat Simavi, Mehmet Ali Birand, Ahmet Emin Yalman, Güneri Civaoğlu, Nadir Nadi, Dinç Bilgin, Alaaddin Yavaşça, Vehbi Koç, Rahmi Koç, Sakıp Sabancı, Faruk Loğoğlu, İbrahim Canan, Cemil İpekçi, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Faruk Nafiz Çamlıbel, Ömer Rıza Doğrul, Hasan Ali Yücel, Ziya Gökalp, Namık Kemal, Falih Rıfkı Atay...
Bazı çevreler masonların gücünün abartıldığı, eski ehemmiyetlerini kaybettiklerini dillendiriyor. Kimileri ise masonların şeffaflaştığından dem vuruyor. Oysa ne şeffaflaşma var, ne eski ehemmiyetleri ve güçlerini kaybetmiş durumdalar. Üstelik zamanın kılığına bürünerek iktidara yanaşmaya devam ediyorlar. Mason olduğu bilinen bürokratlar, akademisyenler, siyasetçiler ve hatta askerlerin önemli bir bölümü hâlâ tuttukları mevzileri muhkemleştirmekle meşguller. Bazı bakanlar masonlarla alenî işbirliğini sürdürüyorlar. Finans dünyası hâlâ ellerinde. Tıp, ziraat ve hukuktaki hükümranlıkları vargücüyle devam ediyor. Girdikleri bazı tekkelerden çıkmış değiller. Mevlana Hazretlerinin ardına gizlenmeyi sürdürüyorlar. Anıtkabir’e çıkıp meydan okuyorlar. Meclisteler, gazete köşelerindeler, iş dünyasındalar, spor kulüplerini yönetiyorlar. Hepsinden önemlisi de cebimizdeler, banka hesaplarımızdalar, şehrimizdeler, kanunlarımızdalar, beynimize hükmetmek için daha çok çalışıyorlar.
FETÖ’den boşalan alanı dolduruyorlar
- Masonik terör örgütü FETÖ’nün boşalttığı eğitim kurumlarını sözde patron değişikliği ile yaşatmaya çalışan mason biraderler, emniyet, ordu, sivil bürokrasi, siyaseti etkileyici karar mekanizmaları, lobiler, üniversiteler, dinî yapılar, medya, yayın, müzik ve sinema dünyası, finans çevreleri, tıp camiası başta olmak üzere meslek oda ve birliklerini kontrol etmeyi sürdürüyorlar. Eğitimin en kılcal noktalarındalar. Okullar, üniversiteler açarak devşirme faaliyetlerini eski günlerden daha fütursuzca sürdürüyorlar. Türkiye’nin zayıflaması için vargüçleri ile lobicilik yapıyorlar.