10 Haziran 1916 sabahında Şerif Hüseyin’in Mekke’deki evinden Taif’e doğru yaptığı sembolik tüfek atışı, tarihe “Arap İsyanı” olarak geçecek olan ayaklanmanın başlangıcı oldu. İsyan sırasında Araplar, bağımsız bir ulus devlet olma hayalini kuruyorlardı; fakat kendilerini İngiliz ve Fransız mandaları altında buldular. Üstelik Siyonist hareketin hedefleri, Batı’nın dizayn ettiği şekille Orta Doğu’da yerini aldı. Şerif Hüseyin’in hayalini kurduğu birleşik bir Arap dünyası, sınırları masa başında çizilen Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi devletlerle parçalandı. Literatürde sıkça atıfta bulunulan “Modern Orta Doğu” böyle yaratıldı. Bugün “Yeni Orta Doğu” olarak addedilen söylem ise İsrail ekseninde tasarlanan ve işgal altındaki Filistin’e yer verilmeyen bir harita ve evresini temsil ediyor.
ARAP MİLLİYETÇİLİĞİNDEN GERİYE NE KALDI?
İsrail, vadedilmiş topraklar gibi histerik bir terakki ile 76 yıldır Batı’nın bölgedeki en güçlü müttefiki olarak konumlanıyor. Arap milliyetçiliği Tel Aviv’in keyfe ma yeşa saldırıları karşısında geçmişteki gücünden ve cazibesinden uzak durumda. Filistin davası, Arap milliyetçiliğinin en önemli sembolü olmasına rağmen modern çağın jeopolitik dinamikleri, geçmişin büyük ideallerini yerinden oynattı. Arap ülkeleri bu kaosun ortasında birleşik bir kimlik sunmaktan uzak kaldı ve yerini daha dar ulusalcılıklara bıraktı. Şayet bir Arap milliyetçiliği varsa dahi Gazze Şeridi’ne uzanamıyor. 21’inci yüzyılda Arap sokağı İsrail ile bir arada yaşamaya hazır.
Bugün İsrail’in karşısına en güçlü aktör olarak İran var. Şii nüfusun yaşadığı ülkeleri doğal hinterlandı olarak gören rejim, devrimin gerçekleştiği ilk dönemden itibaren mezhepsel bağların sağladığı avantaj sayesinde bölge ülkelerinde stratejik müttefikler buldu. Tel Aviv, Gazze, Lübnan ve Yemen’de Tahran’ın vekil savaş organlarıyla karşılaşıyor. İran ile Arap dünyası arasındaki husumet ise İsrail-Arap geriliminden daha sert bir hal almış durumda. Orta Doğu, İsrail’den çok Hizbullah ve İran’dan korkan insanlarla dolu. Dolayısıyla Hamas onlar için yerle bir olan Gazze’nin, Husiler ise sürekli bombalanan Yemen’in hedefe konması için meşru hedef oluşturuyor.
STRATEJİK SABIR VEYA ZEVAHİRİ KURTARMAK
Savaş realitelerine rağmen envanteri olmayan hesaplar, direniş ekseni olarak bilinen vekil güçlerin Tahran’a bağlılıklarını zedeledi. Şii Hilali’nin sacayağı olan ve rejime Doğu Akdeniz kapısını açan Hizbullah’ın ana karargâhı vuruldu, Genel Sekreteri Hasan Nasrallah öldürüldü. Kendisini İsrail’e karşı ön saflarda bulan Hizbullah, Tahran’a dair güven bunalımı yaşıyor. Nasrallah, İsrail’e karşı mücadelenin canlı örneği ve Beşşar Esed rejimini Suriye’deki isyanlardan kurtarabilecek güçteydi. Hamaney, İsrail’e düzenlenen füze saldırısı sonrasında hayal kırıklığına uğramış milisleri geri kazanmak için 4 buçuk yıl sonra cuma hutbesi verdi. Hutbeye tüfekle çıkarak vekil güçlerine olan desteğinin azalmayacağını, direnişin devam edeceğini vurguladı.
Rejimin devrimci metotlarla kontrollü intikamları, uluslararası basında, Türkçede zevahiri kurtarmak anlamına gelen face saving ile tanımlanmakta. Aynı mesele, İran basınında “stratejik sabır” olarak yorumlanıyor. Stratejik sabır, Tahran’ın siyasi, diplomatik ve askeri nüfuzunu artırmak amacıyla zaman kazanmak için benimsediği bir doktrin. Bu strateji, olası nükleer silah yapımı için yeterli miktarda uranyum zenginleştirerek, nükleer caydırıcı yetenekler geliştirmeyi amaçlıyor. Ancak vekil milisler ağının geldiği üst ve riskli aşama milliyet ve mezhep hamaseti üzerine kurulu stratejik sabrı tartışmaya açıyor.
İRAN’IN GÜCÜ VE İSRAİL İLE SAVAŞ
Yaptırımlar ve ambargolar nedeniyle hava gücünde ciddi zaaflar yaşasa da İran, bölgenin en büyük insansız hava aracı ve balistik füze cephaneliklerinden birine sahip. Nükleer silah yapımına birkaç vida kadar yakın oldukları belirtilen Tahran, neredeyse hasarsız misillemeleriyle beraber, İsrail’i yaklaşık 2 bin kilometre uzaktan vurabileceğini gösterdi.
Kara sınırı olmayan iki ülkenin hava savaşlarını sürdürmesi hem füze stoklarının sınırlı olması hem de önleyici sistemlerin maliyeti açısından uzun süre sürdürülebilir olmadığı gibi yıkım, insani kriz ve can kaybı açısından iki tarafa da ciddi bedeller ödetebilir. İsrail, İran’a saldırmak istese dahi petrol fiyatlarında istikrarsızlık yaratacak ya da radyoaktif bir felaketi tetikleyebilecek bir saldırıda ABD’nin güçlü istihbarat ve mühimmat desteğinden mahrum kalabilir.
1967 ve 1973 savaşlarında Sovyet Rusya, Nasır’ın Mısır’ını ve Baas’ın Suriye’sini ileri teknolojili savaş uçakları ve radarlarla donatmıştı. Ancak bugün Rusya’nın destek verebileceği bir Nasır yok. Rusya için Orta Doğu’da yeni nüfuz bölgesi İran. Tabii Ukrayna’da savaş halinde olan Rus desteğinin sınırlılıkları var. Bölgedeki etkisini artırmak isteyen Çin ise, Tahran’ı tecrit etme politikasına bariyer olabilmiş değil. Öyle ki, Basra Körfezi’nde tartışılan üç ada üzerinde Emirlik egemenliğini tanıdı.
Hamaney, güçlü müttefiklerden yoksun. İsrail ise Altı Gün Savaşı’ndan bu yana kazandığı en büyük zafere yakın. Netanyahu, kendisini Yom Kippur sevincini yeniden canlandırabilecek bir lider olarak sunabiliyor. İç siyasette 7 Ekim yenilgisinin sorumluluğundan kurtuldu. Bir sonraki seçimlerde yenilgiye uğrayacağına dair tahminleri boşa çıkarmış görünüyor. Ancak Tel Aviv’in soykırım politikasına artan tepkiler, İsrail sağının halefine Mısır’la barış yapan Begin ve Gazze’den çekilen Şaron gibi stratejik adım attırabilir.