AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

G Ü N D E M

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği
AVRUPA HATIRLIYOR MUSUN?

"Avrupa Avrupa duy sesimizi" diye yapılan maç tezahüratları, şimdi Avrupa Birliği müzakere masalarında çınlıyor. Anlatabildiğimiz, sadece karşımızdakinin anlayabildiğinden ibarettir oysa. Şimdi susmalı mı anımsamalı mı acaba?

Avrupa Birliği'ne üye ülkelerde her kafadan bir ses çıkıyor, istekler, iddialar havada uçuşuyor. Türkiye, hangi sese kulak verse, karşısına çıkan isteksizlik oluyor. Sanki, kız evine kendini ispat etmeye çalışan damat adayı gibi Türkiye'nin hali. Kızın ailesine ne yapsa yaranamıyor.

Fransa ile başlayan çatlak sesler Avusturya ile arttı ve son olarak Avusturya, Hırvatistan'la mart ayında başlayacak müzakerelerin ertelenmesine karşı çıkarak, yeni bir tavır daha koydu. Hırvatistan'ın müzakere sürecinin ertelenme sebebi ise, ülkenin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi ile işbirliği yapmaması. Dağılan Yugoslavya'nın Bosna, Kosova bölgelerinin Avrupa'nın göbeğinde yıllarca nasıl bir kan gölüne döndüğünü unutmayanlar, sözkonusu gerekçeyi haklı bulacaktır.

Avusturya'nın tarihi, siyasi ve ekonomik komşusu Macaristan ise, Avrupa Birliği'nin yeni üyelerinden. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu günlerinde, Avrupa'da en parlak günlerini yaşayan bu iki komşu ülke, elbette Macaristan'ın Avusturya tarafından da büyük destek görmesiyle, sarı yıldızlı mavi bayrağa dahil oldu. Peki Macaristan, aslında Avusturya'ya ne kadar yakın? Macaristan, uluslararası alanda Hungary olarak anılır. "Hun-gary", yani Hunların Ülkesi. Macarlar, elmaya "alma", kapıya "kapu" derler. Herhangi bir Macar'a kökenlerini sorsanız, "Sibirya'dan bir yerden gelmiş atalarımız, ama tam olarak bilmiyoruz" yanıtını alırsınız. Hun Türk kökenlerini dile getirmezler. Atilla'nın Avrupa Hun İmparatorluğu'nu kurmasıyla gurur duyarlar ama, "Biz Hun Türkleriyiz" dememeyi yeğlerler. Oysa, Macaristan'da birçok erkeğin adı "Atilla"dır. Ayrıca, adam, erkek, Macarca "er" dir. Er kişi Macarlar, Türk adını anmaktan kaçınsa da, Budapeşte, Zigetvar Osmanlı İmparatorluğu'ndan daha öncesinden, yakın akrabamızdır. Macarlar için, Avusturyalılardan çok daha yakın akrabamızdır hem de. Macar Hun Türkleriyle, Türkiye Türklerini ayıran, din olmuştur. Macar Hun Türklerini Avrupa Birliği'ne dahil eden zihniyet, Türkiye'yi neden istemez? Türkiyelilerin düşünmek istemediği, medeni Avrupalılara yakıştıramadığı bir din ayrımcılığı var mıdır sahiden? Yoksa, Türklerden korkmanın da herhangi bir nedeni yoktur.

AVUSTURYALILARIN TÜRK KORKUSU


VİYANA'DA AYAKLAR ALTINDAKİ TÜRK
Viyana'nın ünlü Aziz Stephan Katedrali'nin dışında çok çarpıcı bir heykel var. Heykelde Viyana kuşatmasında öldürülen bir Türk, Avusturyalılar için dini açıdan büyük önem taşıyan Aziz Stephan'ın ayakları altında betimlenmiş.
Avusturyalılar, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'yı fethinden, Birinci ve İkinci Viyana Seferlerinden öyle korkmuş ve toplumsal bilinçaltına Türk korkusu o kadar yerleşmiş ki, yaramazlık yapan çocuklarını "Bak şimdi Türkler geliyor, seni onlara veririm, ham yaparlar" diye gözdağı vermişler uzun yıllar boyunca. Bizlerin söz dinlemeyen çocukları, "öcü, hortlak, gulyabani"lerle korkutmamız gibi, Avusturyalılar da çocuklarını "Türkler" ile korkutarak büyütmüşler. Görünen o ki, "Türk" korkusuyla büyüyen çocukların torunları, günümüzde Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin girmesine tavır koyarak, çocukluk kâbuslarıyla yüzleşiyorlar. Psikoanalizin babası sayılan Avusturya asıllı Sigmund Freud, bu durumu nasıl açıklardı hayatta olsaydı acaba?

Tarih, tekerrürden ibarettir dense de, Avusturya'nın Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliğine taş koyması, çocukluk kâbuslarının gerçeğe dönmesinden endişeleridir. Türkiye'nin Viyana kapılarını aşmak gibi bir düşüncesi yok oysa ki. Hoş, Avusturya'nın başkenti Viyana'nın çok ünlü kahveleri de yine biz Türklerin mirası.

1683'te, 2. Viyana Kuşatması sırasında, Avusturya ve Osmanlı İmparatorluğu arasında casusluk yapan Kolchitsky, işini öyle iyi yapıyor ki, sızdırdığı bilgilerle Osmanlı birlikleri geri dönmek zorunda kalıyor Viyana kapılarından. Akıllı casus Kolchitsky, Türklerin geride bıraktıkları 500 çuval kahveyi alıp, Viyana'ya getiriyor. Bu arada Avusturya vatandaşlığı ile de ödüllendirilen casus, 1685'te Viyana'daki ilk kahveevini açıyor. Türklerden kalan kahveleri, Avusturyalılara sevdirmeyi başaramayan casus, bir zeka pırıltısı daha gösterip, kahvenin içine bolca şeker ve süt ekliyor. Ve böylece, Avusturyalılar için kahve hayatlarının vazgeçilmezi oluveriyor. Günümüzde her Avusturyalı, bir yıl içinde tam 221 litre kahve tüketiyor.

Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır atasözünü, Avusturyalılara da mı öğretmeliyiz acaba? Almanca'ya çevirirken, "Bir fincan kahvenin 500 yıl hatırı var mı demeliyiz"?

3 Ekim 2005 ve sonrasındaki süreç, Türkiye açısından nasıl gelişirse gelişsin, biz sadece Avusturyalıları değil, tüm Avrupa Birliği halklarını, pasta eşliğinde kahve içmeye davet edelim. Dillerine Türkçe'den bir atasözü daha ekleyelim; Türkiye, "kahve dövücünün, hınk deyicisi" olmayacaktır. İkramda kusur etmeyi sevmeyiz, kahveler bizden olsun; Asya ve Avrupa'nın birleştiği İstanbul'dan, tüm Avrupa Birliği üyelerine, gönülden selam olsun.


Beyza Güdücü'nün diğer yazıları
  • Uyuşan dünyanın ölüleri

  • NEA EVROPA, YENİ AVRUPA

  • Amerika'nın Brütüs'ü Eylül

  • PARİS YANIYOR!

  • Uçmalı mı uçmamalı mı?

  • Dağı dağa kavuşturmak

  • KOPYA MISIN GERÇEK Mİ





  • 3 Ekim 2005
    Pazartesi
     
    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu
    Online İlan

     BEYZA GÜDÜCÜ


    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk

    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED