T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
Gene o kartal!

Sabah, Amerikan savaş makinesini "kartal" illüstrasyonuyla ifade etmeyi çok seviyor... Gazete,11 Eylül'den sonra, ABD'nin kendi semalarını korumak için başlattığı operasyonunu kod adını ("Asil Kartal") yaklaşan Afganistan savaşının koda adı sanıp, haberi "Asil Kartal"ın gagasına tutturulmuş Usame Bin Ladin'le duyurmuştu. Sabah'ın kartalı şimdi de Saddam'ın kellesini "kopartıyor."

Çok hoş "fıkra tadında" bir habercilik rezaletiydi... 11 Eylül olaylarından hemen sonra, ABD'nin Afganistan'a müdahaleye hazırlandığı günlerde, Pentagon, bir yandan da ABD hava sahasını "olası" saldırılara karşı korumak amacıyla bir "hava kalkanı" oluşturmuş, operasyona bir de "kod adı" koymuştu: "Asil Kartal..."

"Kod adı", bizim muharip medyacılığımızın adrenalini yükselten bir rol oynar her zaman. Bir operasyonun, harekâtın "kod adı" açıklanmaya görrsün, ortalık hemen şenlenir.

O zaman da aynen öyle oldu. Fakat şu işe bakın ki, habere ilk "uyanan" gazeteler olan Sabah ve Star, "Yaklaşan Afganistan savaşının kod adı da belli oldu: Asil Kartal" başlıklarıyla duyurdular haberi...

Talihsizlik, Associated Press'in (AP) haberi abonelerine bir pazar günü geçmesindeydi. Muhtemelen, o gün "haber haber" diye inleyen nispeten zayıf yazıişleri kadroları, ajanstan gelen "Kod adı Asil Kartal" başlıklı haberin devamını okumadan, o heyecanla atmışlardı başlıklarını. Oysa okusalardı, "Asil Kartal"ın Afganistan Operasyonu'nun değil, başka bir operasyonun "kod adı" olduğunu öğrenecekler, bu vahim hatayı işlemeyeceklerdi. (Biliyorsunuz, Afganistan savaşının kod adı "Ebedi Özgürlük" olarak belirlenecekti daha sonra.)

İLLÜSTRASYONCULAR GAZETEDEYMİŞ

O günün pazar olmasına rağmen, illüstrasyoncuların hem Sabah'ta hem Star'da görevleri başında olduğu anlaşılıyor. Çünkü iki gazetenin gönlü de o kadar beklenen "Kod adı Asil Kartal" haberlerini öyle "kuru kuruya" vermeye razı olmamıştı.

Sabah'ın kartalı, Usame Bin Ladin'i gagasına almış bir yerlere götürüyordu... Star'ın kartalı ise sol pençesini, uydudan çekilmiş bir dünya fotoğrafının Ortadoğu bölümüne geçirmişti. (Bugünlerdeki Star'ın anti-Amerikancılığı sizi yanıltmasın; araya Motorola, Genç Parti falan girmeden önce Star'ın Amerikancılığıyla hiçbir gazete yarışamazdı.)

GENE O KARTAL

Sabah'ın kartalı, 20 Şubat tarihli Sabah gazetesinde gene vardı. Bir farkla: Bu kez gagasında Usame Bin Ladin'i değil, Saddam Hüseyin'i tutuyordu. Haberin başlığı da, kartalın ne yapacağına işaret ediyordu zaten: "'KAFA KOPARMA' OPERASYONU..."

Haber, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld'in geliştirdiği söylenen yeni ABD planına ilişkin... Buna göre "Havadan binlerce çıkarma yapılacak, yoğun bombardıman uygulanacak. Ekipler uçak ve helikopterlerle, hemen başkent Bağdat'a inecek. Askerler burada kilit noktaları ele geçirecek ve Saddam'ı ya öldürecek ya da kaçmaya zorlayacak..."

Sabah'ın haberinde, İngiliz The Guardian gazetesinin operasyonu "Kafa nakli harekâtı" olarak yorumladığı bilgisine de yer verilmiş. "Yani vücut (siyasi sistem) kalacak, baş (lider) değişecek" diye de biraz daha açıklanıyor durum.

Fakat gördüğünüz gibi The Guardian'ın "kafa nakli" ifadesi kesmemiş Sabah'ı... Onlar kafadan "Kafa koparma operasyonu" deyip çıkmışlar işin içinden. E, bu başlık da kartalsız bir illüstrasyon olmaksızın kullanılamaz tabii!

Yazılanlara bakılırsa Sabah'ın kartalına daha çok iş düşecek. Suriye, İran falan... Bakalım sırada hangi "kafa" var? (A.G.)

Tartışmaya Moyano da katıldı

Hürriyet'te (17 Şubat) yine bir "Yener Süsoy röportajı". Ve tabii Süsoy'un muhatabı yine söze "Biliyor musun Yener" diye senli benli başlıyor....

Süsoy'un röportaj yaptığı kişi bugün bayağı ciddi meselelerden söz ediyor. Hürriyet, "dünyaca ünlü serbest klasik Latin gitarist Ricardo Moyano"nun Süsoy'a ettiği şu lafları birinci sayfaya taşımış: "Bizim ordu faşist ama sizin ordu laiklik bekçisi".

Hadi bakalım, "laiklik ve ordu" tartışmasında bir Ricardo Moyano eksikti, o da tamamlandı...

Moyano'nun (42) bayağı "serbest klasik" bir hayat yaşadığı şu sözlerinden de belli: "Biliyor musun Yener, İspanya'ya yerleşinceye kadar hayatımda hiç balık görmemiştim." Şu bilgiyi de verelim ki tamam olsun: Moyano'nun İspanya'ya yerleştiği yıl röportajda 1976 olarak veriliyor. Yani bu hesaba göre Moyano'nun "balık"la tanıştığı yaş 16'nın altında değil!

Neyse, dönelim yine "ordu" karşılaştırmalarına. Moyano'ya göre Arjantin ve Türkiye birbirine ikiz kardeş gibi benzeyen iki ülke. Bu iki ülkenin birbirine benzemeyen tek yönü orduları: "Bizim ordu hem faşisttir, hem de çok Hıristiyan, çok dindardır. Her Pazar kiliseye gidip dua eder; sonra da çıkıp gözünü kırpmadan adam öldürür. Türk Silahlı Kuvvetleri ise gördüğüm kadarıyla laikliğin koruyucusu, burada bir İslam devleti kurulmasına sonuna kadar karşı ve hiç dindarlık gösterisi yapmıyor."

"Ordu-laiklik tartışmasına hoşgeldin Moyano!" demiştik ya...

Olsun, çok görmemeli; tartışmaya katılmak onun da hakkı....

Ne dersiniz; Süsoy'dan sular seller gibi Türkçe bildiğini de öğrendiğimiz Moyano, röportajının çıktığı günkü gazetelerde yer alan bir ölüm haberini, emekli orgeneral Faik Türün'ün ölüm haberini zenginleştiren hikayeleri de okumuş mudur acaba? (K.B.)

Özdemir İnce görevine hızlı başladı!

Herkes gibi ister istemez bizim gözümüz de Özdemir İnce'nin "tanıtım sonrası" ilk yazısını aradı ve buldu.

Özdemir İnce'yi hatırlıyorsunuzdur; hani Hürriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün "Çok bilmiş 'İkinci Cumhuriyetciler'in hakkından gelecek 'birinci Cumhuriyetci' bir yazar" olarak takdim ettiği Hürriyet yazarı.

Özkök'ün İnce'den bu yolda beklentisi çok büyüktü. İnce, "İkinci Cumhuriyet Mahallesi"nin sakinlerini (anladıkları dilde) hizaya sokacaktı...

İnce'nin Özkök'ün bu "tanıtım kampanyası" hakkında ne düşündüğünü bilmiyoruz. Ancak bu kampanyada kendisine ters gelen bir şeyler bulup bugüne kadar itiraz etmediğine göre, halinden memnun olsa gerek...

Neyse... Biz gelelim İnce'nin büyük bir tezahüratla "er meydanı"na sürüldüğünün hemen ertesinde kaleme aldığı ilk yazıya:

Yazısının başlığı ("Karşıdevrim ve CHP") doğrusu fena bir seçim değil. Bakalım bu "karşıdevrimciler" kimlermiş?

İnce, meseleye doğrudan girmemiş; meseleyi Çetin Yetkin'in birkaç ay önce yayınlanan "Karşıdevrim, 1945-1950" başlıklı kitabına atıfta bulunarak gözden geçiriyor. Yetkin, bu çalışmasında, "karşıdevrimi 14 Mayıs 1950'de değil de 10 Kasım 1938 tarihinde başlatıyor"muş. Görüyorsunuz; biraz daha gayret edilse, cumhuriyet tarihinin tamamının "karşıdevrim" olmasına az kalmış!

Nitekim İnce, bu kitap yazısına bir katkı olarak "karşıdevrim"in doğum tarihi olarak,Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluş tarihi olan 1 Kasım 1924'ü veriyor. Terakkiperver Parti'nin tanıtımı da şöyle: "Ali Fuat Cebesoy, Sabit Sarıoğlu, İsmail Canpolat, Adnan Adıvar, Kâzım Karabekir ve Rauf Orbay gibi eski mandacılar, saltanatçılar ve hilafetçiler tarafından kurulan ve Şeyh Sait Ayaklanması'yla ilişkili görülerek kapatılan..." Ayrıca, "Atatürk'ün, mandacı, hilafetçi ve saltanatçı oldukları için, çevresinden uzaklaştırdığı kimselerin onun ölümünden sonra İnönü tarafından partiye davet edilmesi, Cumhuriyet Halk Partisi'nin zihniyet dünyasında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'na dönüşme sürecini başlatıyor"muş.

Yani lafın kısası, vazgeçtik "İkinci Cumhuriyetçiler"den, "Birinciler"in önemli bir bölümü de oldu mu size birer "karşıdevrimci"!

Yazıda insanı gülümseten şöyle hoş ("anakronik" mi desek?) tespitler de eksik değil: "Kitapta yer alan tutanak parçaları bile Milli Görüş'ün ve mevcut AKP iktidarının temellerinin 7. Kurultay'da (CHP'nin 1947'de toplanan 7. Büyük Kurultayı'nda) 17 Temmuz-4 Aralık tarihleri arasında atılmış olduğunu gösteriyor."(!)

İnce'nin "tanıtım kampanyası" sonrası bu ilk yazısını okuyup bitirince şöyle dedik: Yok azizim yok... Anlaşılan o ki "İkinci Cumhuriyet Mahallesi"ni bu muhtar da düzene sokamayacak! Ne yapmalı, acele başka birini bulmalı ama nasıl? (Hürriyet yönetimini sıkıntıdan kurtarmak için bir de önerimiz var: İnce'nin Hürriyet'teki köşesini münâvebe ile Cemal Kutay ile paylaşmasına de dersiniz?) (K.B.)

Savaşa ilişkin 'çocukça' sorular...

Radikal yazarı Nuray Mert'in 20 Şubat tarihli yazısının başlığı ("Fakirlik savaştan iyi"), bir arkadaşının sekiz yaşındaki oğlunun sorduğu sorudan türetilmiş: "Fakirlik savaştan iyi değil mi?" Aynı günkü Radikal'de, Piyale Madra'nın karikatüründe de savaşa ilişkin "çocukça" sorular var... Nuray Mert'in yazısının bir bölümünü Madra'nın karikatürünün eşliğinde sunuyoruz...

Bugün AKP yeterince direnmiyor, CHP güçlü muhalefet yapmıyor diyenlerin kaçı, direnmenin arkasında duracak, bedelini ödemeye hazır olacak, asıl mesele bu. Tek parti döneminde CHP, İkinci Dünya Savaşı'na bulaşmadı, halk kuru ekmeğe muhtaç edildi diye, yıllarca eleştirildi, DP ve gerisinden gelenler yıllarca bunun üzerinden siyaset yaptı.

(...)

'Liberal' kanattan savaşa direnen tek ses Gülay Göktürk, iki gün önce, "Halka sorun bakalım, belki büyük çoğunluk faturayı ödemeyi göze alıyordur. Onursuz pazarlıklar yapmaktansa, bütün dünyada meclisinden 'Irak savaşına evet' kararı çıkaran ilk ülke olmanın utancını taşımaktansa bedel ödemeyi tercih ediyordur belki..." diye yazdı.

(...)

Bir arkadaşımın sekiz yaşındaki oğlu, 'Neden savaşa giriyoruz?' diye sorduğunda, arkadaşım kestirmeden 'Fakir olduğumuz için' diye cevap verince çocuk, 'Ama fakirlik savaştan daha iyi' demiş. Çocuk olduğu için aklı ermediğinden değil, büyüklerin ihtiraslar dünyasına yabancı olduğu için. Büyüklerin ihtiras dünyası aslında küçük, basit, çocuk muhayyilesinden daha dar bir dünya. Rahatını bozmamak adına savaşa boyun eğmeye, espresso kahvesinden vazgeçmemek adına savaş çığırtkanlığı yapmaya değmez, gelin biraz büyük düşünün. Zaten rahatı, geçimi yerinde olmayanlar siz de gelin bu çığırtmanlara kulaklarınızı tıkayın, inanın bunları dinlemeye değmez." (A.G.)

İsteyenin bir yüzü...

Akşam gazetesi Ankara Temsilcisi Nuray Başaran'ın, 20 Şubat tarihli yazısında hükümete verdiği akıllardan biri (başka akıllar da var ama, biz en ilginciyle yetiniyoruz):

(...)

Şimdi miktar çok komik olsa da, ABD'lilerin bölge petrolünden bir hisse ayırmaya razı olduklarını ortaya koymuştur. (Başaran, ABD'nin bölge petrolünden Türkiye'ye bir defalığına mahsus olmak üzere 1 milyarlık petrol vaadine ilişkin spekülatif haberlere gönderme yapıyor. -Kronik Medya.) Hükümetin tez elden bakışlarını bu noktaya çevirmesi gerekmektedir.

(...)

Devletimizin meşruiyet sebebi olan Lozan metinlerindeki '"Musul-Kerkük petrol payı"mız bu kaos nedeniyle yeniden kazanılmalıdır. Hazır ABD bölge petrolleri payı olarak bir teklifte bulunmuşken; bunu bir defaya mahsus bir yardım olmaktan çıkarıp sürekli yüzde 10'lara yükseltmeliyiz." (A.G.)

Bu bir 'özür' değildir…

14 yaşındayken annesinin sevgilisinin tecavüzüne uğradığı öne sürülen ve bir çocuğu olan 16 yaşındaki liseli kızla ilgili haberi hatırlayacaksınız… Dün Kronik Medya'da, haberi sürmanşetten veren ve gazetenin tepesine genç kızın kolayca tanınacak bir fotoğrafını yerleştiren Sabah'ı, "Hiçbir 'özür'ün gideremeyeceği bir ayıp ettiler" diye eleştirmiştik… Fakat dün siz, Sabah'ın kupürünü bu sayfada gördünüz. Dedik ya, bu işin özürü olmaz, o nedenle sadece duyuruyoruz… "Özür"den saymazsanız şunu da söyleyeceğiz: Sayfayı düzenleyen arkadaşlar, başlığımızdan, eleştirinin Sabah'ın sürmanşetiyle ilgili olduğunu anlayıp, içeriğine bakmaksızın kupürü oraya yerleştirivermişler.

(NOT. Sabah, ikinci gün de gene sürmanşetten aynen sürdürüyor tavrını. Yani orada bir "kaza" falan söz konusu değil. Talebimiz baki: Lütfen, bu "bilinçli" tutumun altında nasıl bir "değerlendirme" yattığını açıklar mısınız? Gerçekten çok merak ediyoruz.)


21 Şubat 2003
Cuma
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED