|
|
Tanıdık seni, Kabil'sin sen!
Hayata karşı yoksullaş(tırıl)mış ve yoksunlaş(tırıl)mış dünyadan umut kesilmemeliymiş, öğrendik. Giderek derinleşen cılk yaralara gark olsa da, hâlâ taşıdığı bir vicdanı varmış insanoğlunun. Bulup çıkardı işte; eli vicdanında, bu haksız ve kirli savaşa karşı duruyor. Dua gibi pankartlar açıyor, yüzünü buruşturup boşaltıyor gırtlağında düğümlenen öfkeyi. "Sakın ha" diyor, "sakın ha düşündüğünü yapmaya kalkma, eğer ki yapacaksan, bunu bana rağmen yapacaksın. Alacaksan, bunu göze al. Sana inanmıyorum!" Sabırsızlanıyor "büyük şeytan" ve müttefikleri. Saddam'ı işaret ediyor, utancından kızaran çeliklerin en büyüğünün kendisinde ve yedeklerinde olduğunu bildiğimizi, bilmezden gelip "silahlı" diyor, "her an vurabilir". Aralarında fısıldaşıyorlar ama; sıkıldıklarını, haritada yapılacak bazı küçük değişikliklerin iyi duracağını söylüyorlar, sanki odadaki eşyaların yerini değiştirmek ister gibi, rahatlıkla. "Bu arada, biraz "böcek" ezilse de, bi şey olmaz canım, ne önemi var." Petrol yatakları üstüne kurulmak istediklerinden hiç söz etmiyorlar ama, hoş kaçmayacağı için. Kalbine sancılar saplanıyor dünyanın. Gözü kulağı televizyonlara, gazetelere kilitleniyor. Demeçler dinleniyor, reel politik dengeler, stratejiler falan. Aba altından gösterilen sopalara burun bükülüyor, pazarlıkların utancıyla kıvranılıyor. Sokaklara çıkılıyor sonra "Hayır" deniyor; "Tanıdık seni; Kabil'sin sen. Sen oradaysan, işte buradayız biz de". Gücün, zorun kahredici zilleti altında eziliyor dünya. Zer ve zor sahipleri, öldürücü darbenin hazzı için gün sayarken, gücün 'hak'tan ne kadar ırak olduğu bir kez daha tecrübe ediliyor. Biliniyor ki güçlü olmak, haklı olmak değildir ve güçlü olan muaf değildir tâbi olunan ahlâktan. Gücün ahlâkı sorgulanırken, ölüm karşısında diriliyor hayat. Çağın koştuğu şartlardan bunaldıkça, vicdanına yükleniyor herkes. "Masum insanlar ölecek" diyor Amerika'dan "domuz" diye bahseden annem; "dayanamıyorum, yüreğim titriyor". Hesapların yanlış olduğunu, yanlış hesapların yüreğimizin Bağdat'ından döneceğini, daha on yıl önce bir milyon insanın öldüğünü, kalanların on yıldır başlarından def edemedikleri bir diktatörün gölgesinde açlık ve hastalıkla inim inim inlediğini, kadınların, erkeklerin ve çocukların zamanının daraldığını, yüreğimin daraldığını bildiğim gibi biliyorum. "Mum Kimin Yanan Kerkük"ü dinliyorum şimdi. Ateşlere atılacak Kerkük'ün anonim bir hoyratını okuyor Mehmet Özbek: "Baba bugün / Kebabın közü yanar / Sürmenin gözü yanar / Dostunu yâda veren / Akibet özü yanar". Sazla sözün ağıtı ulaşıyor özüme. Yakıp dağlıyor ulaştığı yeri. Zihin seyirtiyor; politik yüzler bir bir siliniyor, bir kız çocuğunun kara gözleri büyüdükçe büyüyor, bütün yüzü göz oluyor. Mehmet Özbek devam ediyor: "Aslan çakkal oluptı / Çakal aslan olıptı / Dünyanın modasıdı". Biliriz, susturulmuş yürekte başlar faşizm. Güçlü olanın kazandığını daha küçük bir çocukken öğreniriz. Bu yüzden belki, güçten büyülenir, celladımıza âşık oluruz. Zaten, yoktur aşkın adaleti. Ama değiştirmez bu hiçbir şeyi, yürek oradadır; orada unuttuğumuz yerde. Hatırlayıp dinleyince sesini, insan olmanın acıtan ama uyandıran ve gönendiren yanını da biliriz. Bu yüzden işte, acımıza öfke eklenir. Yüreğimizle, dualarımızla birlik büyür öfkemiz, sıkarız dişimizi. Tek bir 'can'ı bile değişmeyiz vaadedilenlere. Korkarız mazlumun ahını almaktan, zalimle bir olmaktan. Korkarız çünkü Hakk'ın gazabından. Kaybetmek değildir zira böyle yenilmek. Ve bilinsin isteriz, "Tahrik" ayartır bizi: "Biliniyor / bizim mahsustan yaşadığımız / biliniyor / şarkıların sırası bizde / biliniyor / hayat bizden razıdır / biliniyor / otların sarardığı yerde güneş / kurşunun değdiği tende heves kalmıştır"
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |