|
|
3 tarz-ı siyaset
Türkiye-ABD ilişkilerinde üç tarz-ı siyaset söz konusu olabilir: -Birincisi, ABD ile Stratejik İşbirliği Anlaşması'ndan yola çıkarak iki ülkeyi "dost" olarak kabul etmek ve bölgede, iki ülkenin çıkarını üstüste çakıştıracak bir politika oluşturmaktır. Amerika ile böyle bir politikayı İsrail'in gerçekleştirdiğini ve zaman zaman ABD aleyhine olacak ölçüde bir çıkar birlikteliği oluşturduğunu söylemek mümkün. Ancak, bu ilişkinin İsrail'e özgü olduğunu vurgulamak lazım. Türkiye'nin ABD ile bölgedeki ilişkilerine gelince bunun hep sorunlu olduğunu ve ABD öncelikli geliştiğini görmekteyiz. Bunun en yakın ve müşahhas örneği, Körfez krizi sonrasında Türkiye'ye ödetilen bedeldir. Krizin Türkiye'yi içine sürüklediği ekonomik sıkıntılar bir yana, bir de Kuzey Irak'taki ABD kontrollü bölgede "Kürt devleti oluşumu" gibi bir de facto yapıyı armağan (!) etmesi Türkiye - ABD ilişkilerinin ne kadar sorunlu geliştiğinin tipik örneğidir. Kıbrıs konusunda Türk tezlerine (mesela KKTC'nin tanınmasına) karşı uluslararası direnişin arkasında da ABD'nin bulunduğu dikkate alınırsa, sorunlu ilişkideki derinlik daha iyi anlaşılabilir. -İkincisi, Türkiye'nin bu coğrafyanın İslami niteliğinden de yola çıkarak tamamen ABD'den bağımsız bir politika üretmesi, çıkarlarına aykırı gördüğü her durumda kesin redler ortaya koymasıdır. Diyelim şu an yaşanan krizde de, ne pahasına olursa olsun Amerikan politikalarına karşı tavır koymaktır. Aslında Türkiye'nin içinden böyle bir arzunun geçmekte olduğu düşünülebilir. Halkın yüzde 90'dan fazlasının "savaş karşıtı" olması da, Amerikan çizgisinin toplum planında dışlandığının işaretidir. Ayrıca böyle bir red çizgisi, dünyadaki sivil tavra da uygundur ve insani - ahlaki açıdan da yürekleri tatmin edici mahiyettedir. Bu savaşın Türkiye'nin savaşı olmadığı, sonunda her durumda Türkiye'ye bedel ödeteceği düşüncesinden yola çıkıldığında da, ABD'ye karşı red tavrı son derece makul görülecektir. Ancak, bu tavrın sergilenebilmesi, başlangıçta öngörülmese, hatta ABD ile sağlıklı bir ilişki geliştirmeyi amaçlasa bile, sonunda ABD ile 'Stratejik İşbirliği'ni gözden çıkarmayı, daha ilerde de daha sorunlu bir ilişkiyi göze almayı gerektirebilecektir. Çünkü ABD'nin bölgeye ilişkin politikalarının, dünya tek kutuplu hale dönüştükten sonra daha da keskinleşen - buyurgunlaşan - dayatmacı niteliğe bürünen sömürgeci karakteri ile uzun vadede birlikte yürümek imkansız olabilir. Bu gerilimi göze almak, Türkiye için bu bölgede ve uluslararası planda çok sağlam dayanaklar oluşturmakla mümkün. Bir "starejik derinlik sahibi olmak" diye nitelenebilir bu. "Yeni bir dünya kurulur" özleminin potansiyel olmaktan çıkarılıp, ete kemiğe bürünmüş olması ile... Oysa Amerika ile, bizatihi böyle bir hedefe yürüme konusunda sorunlar yaşayacaktır Türkiye. Çünkü Amerika, kendi kontrolü dışında bir yapılanmaya razı olmayacaktır. D-8'lerin ortaya çıkardığı duyarlılık biliniyor. Bununla birlikte Türkiye'nin gündeminde hep böyle bir hedef olacaktır. Reel politikanın derinliklerinde akan bir büyük hedef... -Üçüncü çizgi, belki şu an hükümetin takip etmekte olduğu çizgidir. Yani Türkiye'nin mevcut güç birikimi içinde, -ki burada zaaflar hanesi de önem azrediyor- ABD ile birlikte yürümekteki zararları en asgariye indirmek, faydaları en yükseğe çıkarmaktır. Burada Türkiye'nin de mecburiyetleri vardır, Amerika'nın da... Türkiye'nin de belirleyiciliği vardır, Amerika'nın da... Bu durumda geliştirilecek politika, "sonunda ipleri koparabilirim" kanaatini inandırıcı biçimde verebildiği ölçüde Türkiye hesabına olumlu netice alacak, "Sana mecburum" imajı verdiği ölçüde de dümen suyuna girecek, kullanılacak, bedel ödeyecektir. Bu, bir tür gerilimi yönetme ustalığı ister. Hem ipleri koparmamak, hem de azami faydayı temin etmek... İki tarafın da aynı hesaplar içinde bulunduğu bu süreçte ülke çıkarını temin etmek gerçekten hem dirayeti, hem sabrı, hem esnekliği, hem kendi güçlerini sağlıklı sevk ve idare etmeyi gerektirir. Ayrıca bu politika hep tartışılacaktır. Çünkü "Türkiye'yi sattın"dan "Alabileceğimizi aldık"a kadar iktidar veya muhalefet cephesinden bakışa göre geniş bir yelpaze söz konusudur. Ancak her halükarda, Türkiye'nin bir şeyler vereceği, dolayısıyla bardağın boş tarafının olacağı muhakkaktır. Bu durumun, gündemin ABD tarafından belirlendiği hallerde daha da Türkiye'yi rahatsız edici mahiyet kazanacağı açıktır. Bu çizginin birinciden farkı, bir süper güçle birlikte yatağa girmenin riskinin sürekli farkında olmak, sürekli çıkar farklılıkları konusunda teyakkuz halinde bulunmak, sürekli ülke stratejilerinin süper gücün dümen suyuna girmesini önlemek ve ülkeyi zaman içinde ikinci tarz-ı siyaseti uygulamaya muktedir hale getirme iradesi taşımaktır. Bu çizginin ikinci tarz-ı siyasetten farkı ise, mevcut güç ve zaafların farkında olmayı, hedefleri ona göre belirlemeyi, ülkeyi gücünden büyük risklere atarak maceraya sürüklememeyi ülke çıkarları açısından zaruri görmektir. Ayrıca bu noktada bazan gereksiz macera endişesi ile ülke çıkarlarını gözardı etme riski bulunduğunu da unutmamak gerekiyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |