|
|
Hürriyet ve Milliyet'in başını çektiği "Çukurova-BDDK anlaşması haksızdır, tüyü bitmemiş yetimin hakkını yedirmeyiz" mücadelesi tavsamış görünüyor. İki gazete, anlaşmanın ertesi günü, önceki "popülist" manşetlerle alakasız "nötr" manşetlerle yayımlandı.
Hürriyet'in "Bakın, tarafsız bir yazar olarak o da anlaşmaya tepki gösteriyor" diye şahit tuttuğu Yeni Şafak yazarı Fehmi Koru, 4 Şubat'ta, yani Çukurova Grubu'yla BDDK arasındaki anlaşmadan bir gün sonra, Hürriyet'in "davadan döndüğü"nü yazdı. (Ara not: Asıl konumuz değil ama, değinmeden geçemeyeceğiz... Düşünün, siz Türkiye'nin en büyük gazetesi olarak günlerdir özel bir kurumla bir devlet kurumu arasındaki anlaşmaya karşı çıkıyorsunuz ve anlaşmanın "halkın çıkarlarına aykırı" olduğunu savunuyorsunuz... Argümanlarınız da hiç fena değil... Fakat nedense, en güvendiğiniz kurum tarafından kabil-i hitap görülmeyen, "akreditasyon listesi" dışında bırakılan bir gazetenin bir yazarının sözleriyle ikna etmeye çalışıyorsunuz okurlarınızı... Bu, tuhaf değil mi?) "Davadan dönme" sözcükleri bize ait, ama Koru'nun yazdıklarını okuyunca, kullandığımız ifadenin abartılı olmadığı konusunda hak vereceksiniz bize... 4 Şubat'ta, "Kamu yararı mı, kamu zararı mı?" başlıklı yazısında, BDDK Başkanı Engin Akçakoca tarafından açıklanan anlaşmanın kendisini tatmin etmediğini belirttikten sonra şöyle yazdı Koru: "Konuyu gazeteleri ve televizyonlarında sürekli işleyip önceki anlaşmaya tepki gösteren bir rakip grup, hiç değilse amiral gemisi saydığı gazetesinde, anlaşmanın 'yeni' halinden memnun olduğu mesajını veriyor. Temel itiraz noktaları olduğu yerde durduğu halde, o grup, anlaşılmaz bir biçimde, tepki göstermekten vazgeçmiş bulunuyor. Herhalde bir sebebi olmalı." Koru, tespitini, "grubun amiral gemisi" Hürriyet'te anlaşmanın açıklandığı gün (3 Şubat) yayımlanan şu habere dayandırıyor: "Kamuoyunun tepkisi ve IMF'nin baskısı sonuç verdi. BDDK ile Çukurova Grubu arasında imzalanan protokolde halkın lehine değişiklikler yapıldı… IMF bastırınca Çukurova ile BDDK arasındaki anlaşma değişti. Mehmet Emin Karamehmet 2 yıl içinde Yapı Kredi'deki hisselerini satma kararı alacak. Yapı Kredi'nin yönetimi Karamehmet'ten bağımsız hale getirilecek, bankanın grup kredileri kesilecek, grup medyasına reklama sınır konulacak. Pamukbank'ta BDDK'ya rehinli Turkcell hisselerinin satışından sağlanan ek gelir de Karamehmet'in borcundan düşülecek…" Koru, "en azından Hürriyet'te var bir tavır değişikliği" demeye getiriyor, oysa anlaşmayı izleyen gün (4 Şubat) grubun gazetelerine baktığımızda, "memnuniyet"in bütün grup gazetelerine sirayet etiğini görüyoruz. Hürriyet ve Milliyet'in başlıklarını aktarıyoruz; okuyun ama okurken, bunları önceki "Pamuk eller cebe… Mehmet Emin Bey'i kurtarıyoruz… Bir bardak soğuk su cumhuriyeti… Ne demiştik? Mehmet Emin Bey'I kurtarıyoruz demiştik…" türünden hararetli başlıklarla kıyaslamayı da ihmal etmeyin: Hürriyet: "ÖDEMEZSE HER ŞEYİNİ ALIRIM… BDDK Başkanı, 'Çukurova Grubu 6.2 milyar dolarlık borcunu ödemede gecikirse her şeyini alırım' dedi… BDDK Başkanı Engin Akçakoca, Çukurova Grubu'yla yapılan 6.2 milyar dolarlık kurtarma anlaşmasını dün açıkladı. Grubun tüm varlığı borcuna karşılık rehin alındı. Anlaşma, 15 sene vadeli, ilk üç sene ana para ödemesiz ve 6 ayda bir faiz ödemeli…" Milliyet: "BDDK BAŞKANI'NA GÖRE KARAMEHMET'İN DURUMU: SATMAZSA KURTULAMAZ… Akçakoca, Çukurova Grubu'nun 6.2 milyar dolarlık borcu sadece nakit akışıyla ödeyemeyeceğini belirterek, 'varlıklarını satmak zorunda' dedi… " Görüyorsunuz, öncekilerle kıyas kabul etmeyecek "nötr", hatta "BDDK Başkanı"nı arkalar nitelikte manşetler… Oysa, Koru'nun yazdığı gibi aslında "eski" ve "yeni" anlaşmalar arasında temelde büyük bir fark yoktu ve mesela Tercüman, anlaşmadan sonra da muhalif tavrını aynen sürdürdü. 4 Şubat tarihli Tercüman, tıpkı önceki Tercüman'lar ve tıpkı önceki "Hürriyet'ler ve Milliyet'ler" gibi "popülist" bir manşetle çıktı: "VATANDAŞ: BDDK BİZİ DE KURTARSIN… Karamehmet'in borcunu 15 yıla yayan anlaşma halkı çileden çıkardı. Ekmek parasını zor bulan vatandaş, 'bizi de kurtarın' diye feryat etti… Pamukbank'ın eski sahibi Mehmet Emin Karamehmet'i kurtarma anlaşması nihayet açıklandı…" İşte böyle… En büyük medya grubunun gazetelerinde son iki gün içinde belirgin bir tavır değişikliği olduğu çok açık. Onlar bunu "anlaşmada halkın yararına yapılan değişikliklere" (Hürriyet) bağlıyor… Şimdilik onlara inanmak durumundayız, bugünden ne söylesek spekülasyon olur. Biz de Fehmi Koru gibi bekleyip izleyeceğiz… Sadece Yeni Şafak'ın dikkat çektiği (itiraz ettiği) bir noktayı hatırlatarak bitirelim… 4 Şubat günü, Tercüman hariç bütün gazeteler sakinken, Yeni Şafak şu manşetle yayımlandı biliyorsunuz: "BU TEŞEKKÜR NEREDEN ÇIKTI… BDDK Başkanı Akçakoca'nın Çukurova Grubu ile ilgili basın toplantısına hükümet üyelerine 'teşekkür' ederek başlaması kafaları karıştırdı…" Söyleyin, "hararetli manşet" günlerinde olunsaydı, herkesten once Hürriyet ve Milliyet sormaz mıydı "Bu teşekkür nereden çıktı" diye? Amma garip bir durum: Anlaşmanın "kamu yararına" olmadığını kanıtlamak için Fehmi Koru'ya başvurulduğu yetmezmiş gibi, "Grup", bu tuhaf teşekkürü sorgulamayı bile akıl etmiyor. Ve bu iş, "Grup"un tanımlamasıyla "hükümete yakın dinci gazete"ye kalıyor… Gelin de çıkın işin içinden bakalım. (A.G.) 'Kamhi'nin plancısı' ve Radikal'deki iddia... "Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), işadamı Jak Kamhi'ye suikast girişimini planladığı öne sürülen İBDA-C'li Yaşar Polat'ın yakalandığını açıkladı..." 2 Şubat tarihli Radikal, öbür gazetelerde de olan haberi işte böyle duyurdu okurlarına. Fakat Radikal'in haberinde, başka gazetelerde bulunmayan çok ilginç bir iddiaya da yer veriliyordu. Radikal, haberin flaşındaki "Yaşar Polat'ın, MİT ve İran gizli servisi Savama'nın işbirliğiyle yakalandığı öne sürüldü" ifadesini, haberin devamında şöyle açıyordu: "İddiaya göre MİT, uluslararası düzeyde aranan Yaşar Polat'ın İran'da bulunduğunu saptayarak İran gizli servisi Savama'yla bağlantıya geçti. Polat'ın İran'daki adresi ve bu ülkede çekilmiş fotoğrafları Savama'ya gönderildi. İran, ilk kez bir terör suçlusunun kendi topraklarında saklandığını inkâr etmedi ve MİT görevlileriyle işbirliği yaptı. Savama ajanları tarafından İran'da gözaltına alınan Polat, sınırda MİT ajanlarına teslim edildi." Radikal, bu durumun "anlamı" üzerinde de bilgi veriyor: "Kamhi'ye suikast girişiminde bulunan İBDA-C'nin lideri İrfan Çağırıcı, polise, militanlarını İran'da eğittiğini, Kamhi'ye yönelik suikast emrini de bir İranlı'dan aldığını söylemişti. İran'ın Polat'ın yakalanmasında işbirliği yapması bu yüzden anlamlı bulundu." Radikal "haber dili"nin sınırları içinde bu kadarını söyleyebilmiş, fakat biz, iddia doğruysa ortaya çıkan manzaranın "absürd" olduğunu öne süreceğiz... Düşünsenize, Savama, Türkiye'de cinayet peşinde koşturduğu, hem de "beyin" seviyesindeki bir adamını kendi elleriyle götürüp teslim ediyor. Olacak şey mi bu? İRAN HABERLERİ Bizim basınımızda "İran haberi" diye tanımlayabileceğimiz bir haber kategorisi var... Bir "İran haberi"nin en tanımlayıcı vasfı, bütünüyle iddialara dayanması ve asla somut bir sonuca ulaşmamasıdır... Bu haberlerin temel kaynağı da "istihbarat kaynakları"dır. Son olarak "İran haberleri"ni en fazla seven gazetenin Cumhuriyet olduğunu da belirtelim... Hürriyet gazetesi yazarı Ferai Tınç, "Umut Operasyonu'nda bombayı İranlı ajanlar koydu" ve onu izleyen "Her şeyi anlattı, Türkiye'deki bütün faili meçhul cinayetler aydınlandı: Acem bülbülü Bahbehani" haberlerinin fos çıkmasından sonra "İran haberleri hiçbir yere varmadan buharlaşıyor" diye yakınmıştı üç yıl kadar önce... İşte bütün bu nedenlerle, Radikal'in aktardığı iddia doğruysa, yani Yaşar Polat'ı gerçekten İran istihbaratı teslim ettiyse, bunun "anlamı"nın peşinden gitmek, gerçeğin peşindeki her gazetecinin boynunun borcu olsa gerektir...
TUNCAY ÖZKAN NE DEMEK İSTEMİŞTİ? Yeri gelmişken, insanda "dejavu" duygusu uyandıran bir başka "İran haberi"ni daha aktaralım... Umut Operasyonu'nun başladığı 6 Mayıs 2000'in üzerinden üç hafta kadar geçtikten sonra, o zamanlar Radikal'de yazan Tuncay Özkan çok şaşırtıcı bir yazı yayımladı. Gazetesinin o güne kadarki "Katiller İranlı" manşetlerine katkılarıyla öne çıkan Özkan, "Zamanın içinden gelen bombalar" başlıklı yazısında (29 Mayıs 2000), 1978 yılında Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu'na gönderilen bombayla 1990'da Bahriye Üçok'a gönderilen bombaların 'neredeyse birbirinin aynı' olduğuna dikkat çektikten sonra şu soruları soruyor: "Aynı odaklar nasıl oluyor da 1978'de yaptıklarını 2000 yılında tekrarlayabiliyorlar? Bu bombaları yollayan güçler ve arkalarındaki örgüt veya kişiler Türkiye'de 20 yıl arayla ne yapmak istiyorlar?" Özkan, İran meselesinde de şaşırtıcı şeyler söylüyordu: "İran noktasına saplanmamamız gerekiyor. O konu barış ve karşılıklı görüşmeler, diplomasi yoluyla çözülmeli. İçerde ne olduğu konusunu daha önemsiyorum. Türkiye'de birileri iç desteklerini ve uzantılarını kullanarak çok değişik bir oyun sahneliyorlar." Biliyorsunuz, "Türkiye'deki faili meçhul cinayetlerin tümü İran kaynaklı" iddiaları, "İran'ın kendi şeriatçı ideolojisini Türkiye'ye yayma planları"na bağlanıyor... Oysa Özkan'ın sözünü ettiği 1978'de İran Türkiye'nin "dost ve müttefik"lerinden biriydi ve başında da Pehlevi Hanedanı vardı... Özkan'ın yazısı, işte bu nedenle çok önemliydi. Fakat gerisi gelmedi. Yazı orada kaldı, Tuncay Özkan da yeniden "Faili meçhullar İran şeriatçılarının işi" pozisyonuna döndü ve bir daha da oradan dönmedi... Görüyorsunuz, Türkiye'deki faili meçhul cinayetlerin İran'a bağlanması işi biraz karışık. En azından ortada ciddi ciddi gazetecilik gerektiren bir durum var. Bizden hatırlatması... (A.G.) İKTİBAS YOLUYLA MİSAFİR Akşam'dan Serdar Turgut'un 3 Şubat tarihli "Güzel günler geride kaldı" başlıklı yazısından: "Bizim bu medyada kimse kimsenin hayrını bilmiyor birader. "Bunun son örneğini Vatan gazetesi genel neşriyat müdürü Tayfun Devecioğlu verdi. "O da 1 Şubat'ta bir yazı yazmış, başlığını 'Vatan'ın diğer gazetelerden farkı' koymuş. "Son zamanlarda genel yayın yönetmenleri arasında bu moda oldu. "Kendi gazetelerinin diğerlerinden neden farklı olduğunu açıklamak için dökmedikleri "laf kalmıyor. "Her genel yayın yönetmeni de kendi gazetesinin en farklı olduğu kanısında. Bu da "normal tabii, çünkü benim gazetem diğerlerine çok benziyor diye yazı da yazılmaz ki "zaten. (.......) "Asıl mesele şu ki eski patronumun şirketine Tayfun Devecioğlu'nun yapmış olduğu "büyük haksızlık kanıma dokindi doğrusu. "Bu ne hayır bilmezliktir Yarabbi. "Diyor ki 'Diğer bütün gazetelerde olduğu gibi arkamızda dev bir holding yok bizim'. "İnsaf yani, Doğan Holding bu memleketin en güçlü, en büyük şirketlerinden bir "tanesi değil mi ki? "Neden onların gücünü küçümsüyor ki bu hayır bilmez genel yayın yönetmeni, "kendisini kınıyorum. "Bir de şu var. "Sadece kendi işiyle uğraşan bir gazetenin künyesinde olmak Zafer Mutlu'ya da "yakışmıyor kardeşim, bu da bilinsin yani!" (K.B.)
"Mutfak sırları" bir bir dökülüyor…
Dünkü Kronik Medya'da "Bir genç gazetecinin itirafları" başlığı altında, "Karamehmet Grubu Medya Bölümü Başkanı" Tuncay Özkan'ın bazı itiraflarının özetine yer vermiştik. Aynı yazıda, Özkan'ın, henüz Doğan Grubu'nda iken yani "baba bildiği" Aydın Doğan'ın "elini öptüğü" günlerde ondan aldığı "ahlaksız teklif"leri fâş ettiği yazısına gelen tepkilerden de söz etmiştik. Biliyorsunuz, bu tepkilerden biri, "Gazeteci mutfak sırlarını satamaz" şeklindeydi… Bu tepkiyi dile getirenlerin isimlerinden söz etmemiştik dün, ama bilin: Hürriyet'ten Tufan Türenç, Habertürk'ten Hakan Aygün… Gene Hürriyet'ten Doğan Hızlan'ın bir gün sonra kaleme aldığı (4 Şubat) "Çok haklısın Tufan" başlıklı yazısından, onun da "Mutfak sırları"nın sır olarak kalmasından yana olduğunu anlıyoruz… Biz dün bu yorumlara katılmadığımızı, tam tersine bu tür bilgilerin "bütün okurlar tarafından bilinmesinin teşvik edilmesi gerektiğini" yazmıştık. Siz bu satırları okurken, Habertürk okurları, bu kez "magazinel bir mutfak sırrı"nı öğrenme mutluluğuna erişti: "Gazeteci Korcan Karar'ın ışık saçan fantezi külodu…" Mesele şu: Sabah'ın eski, Habertürk'ün yeni köşe yazarı Hayrullah Mahmud, Habertürk ailesine yeni bir "gazeteci yazar"ın katıldığını duyuran bir birinci sayfa anonsundan çok rahatsız olmuş, "Bu meslek bu kadar ayağa düştü mü?" başlıklı bir yazı yazmıştı. Anons şöyleydi: "Deniz Akkaya'dan sonra seksi oyuncu Arzu Yanardağ da gazeteci-yazarlığa soyundu!" Dediğimiz gibi, çok kızmıştı bu duruma H. Mahmud, hatta "midesi bulanmış"tı… "Habertürk'ün bu yeni katılımdan ne kazanmayı beklediğini anlamış değil"di… "Yarın Habertürk'ün gazeteci-yazarlığa soyunan yazarı, bilmem ne aleminde basıldı' diye haber yapıldığında" ne diyecekti Habertürk yöneticileri… Hayrullah Mahmud'a yanıt gecikmedi. "Habertürk'ün yeni gazeteci-yazarı, seksi oyuncu" Arzu Yanardağ "Hayrola Abdullah niye bu kadar gerildin?" başlıklı bir yazı yazdı ve kendini savundu. Ama yazının başlığı aynen şöyleydi: "Sen Korcan'ın fosforlu külodunu yazarken iyi miydi?" Belli ki yeni bir "mutfak sırrı"yla karşı karşıyaydık. Yazının devamında, "sır" daha da açık bir şekilde şöyle anlatılıyordu: "Hatırladığım kadarıyla, Sabah gazetesinde çalıştığınız dönemde, yazı işleri müdürünüz Korcan Karar'ın güneydoğudaki fosforlu donuyla ilgili bir yazı yazmıştınız. Elinizdeki kalemin verdiği güç, yazıişleri müdürünüzü aşamamıştı ve tabii ki işinize son verilmişti. Size soruyorum; meslek ahlakı bu mu, bu mu gazetecilik, bu mu sizin seviyeniz?" Merak ettiğimiz birkaç nokta var: 1. Daha mesleğe yeni atılmış bir "gazeteci yazar" bu kadar derin sırlara vakıf olamayacağına göre, bu haber ona daha tecrübeli bazı gazetecilerce iletilmiş olabilir mi? 2. Gazetenin yayın koordinatörü Yanardağ'ı savunan, Hayrullah Mahmud'u ayıplayan bir yazı yazdığına göre, H. Mahmud'a yeniden yol mu görünüyor? Ve son soru: H. Mahmud başka bir gazetede yazmaya başlarsa, Habertürk'teki "mutfak sırları"nı ifşa eder mi? Dün dediğimiz gibi: İyi oluyor bu kavga gürültü ve onu izleyen "mutfak sırları…" Böylece ne derece kirli bir dünyanın okurları olduğumuzu daha iyi anlıyoruz… Az kazanç mı? (A.G.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |