|
|
Ercan Bey'in ölümünün ardından yazılan yazılarda ağırlıklı tema onun Türk dergiciliğindeki yeri değildi. Evet, "Türk dergiciliğinin duayeni", "Dergilerin efendisi" olduğu sık sık ifade edildi ama, onun damgasını vurduğu dönem boyunca dergiciliğin nasıl ve ne yönde değiştiğini tahlil eden yazılara pek rastlayamadık. Burada böyle bir değerlendirmeyi yapmaya çalışacağım... Ben Ercan Bey'le iki ayrı dönemde 3 yıl Nokta'da, dört yıl da Aktüel'de olmak üzere toplam 7 yıl çalıştım; böyle bir işe girişme cesaretini biraz da bu özel tarihten alıyorum. Ercan Arıklı'nın dergilerini değerlendirme hakkı (ve görevi) olan çok sayıda gazeteci var, dilerim onlar da benim gjbi tutarlar işin bir ucundan ve ortaya anlamlı bir tablo çıkar. Bence "Ercan Bey ve dergileri" faslında "Vatan dergi grubu"nu tahlil dışı bırakmak lazım çünkü ortada yeteri kadar malzeme yok. İşi "Gelişim dergileri" ve "1 Numara Yayıncılık dergileri"yle sınırlı tutmak doğru olur. Bugün Gelişim dönemine bakacağız...
Başlığı yadırgamış olabilirsiniz… Ercan Arıklı'nın Türk dergiciliğindeki yerini anlama çabasını, 12 Eylül öncesinin yegâne değeri olan "siyasal devrimcilik"in iflasıyla başlatmak birçok kişiye tuhaf gelecektir, ama ben öyle yapılması gerektiğine eminim… "Siyasal devrimcilik", yani, devleti ele geçirip, savunulan ideoloji doğrultusunda bir toplum oluşturmak ideali… Sadece "sol"u kastettiğim de sanılmasın; ideolojinin "üç büyükler"inin üçünü birden kast ediyorum: Sol, islam, milliyetçilik… Gerçi bizim hikâyemizde sadece eski "sol"un "siyasal devrimciliği"nden söz edilecek ama olsun, kavramı doğru tanımlayıp yolumuza öyle devam edelim… 12 Eylül öncesi, hayatın her alanına sirayet ettiği, başka hiçbir alana izin ve imkân vermediği için "siyaset" olmaktan çıkmış çok yoğun bir "siyaset" vardı herkesin hayatında… Oysa siyaset de başka her şey gibi hayatın başka alanlarıyla birlikte var olduğunda anlam taşıyan bir şey… Futbolsuz yaşayamayacağını söyleyen futbolculara sadece futboldan ibaret bir hayat sunun, sonra da samimi olarak onsuz yaşayamayacağını söyleyen o genç insanları izleyin bakalım… 12 Eylül öncesinde, istisnalar hariç bütün gençliğin durumu işte böyleydi… Siyaset kendisinden başka her şeyi öldürmüştü; kendisi capcanlı gibi görünüyordu ama aslında o da ölüydü… Yollarda, kahvelerde insanlar ölüyordu, bunlar yaşanıyor, haberleştiriliyordu ama tek tek insanların ölen bireysel canlılıkları dile getirilemiyordu. İnsanlar bunu kendi kendilerine bile ifade edemiyorlardı… 12 Eylül olduğunda dönemin militanlarının bile belirgin bir ferahlık hissettiğini söyleyenler tümüyle haksız değil aslında… 12 Eylül'le birlikte tek tek insanlar, kopamadıkları siyasal yapılardan koptular ve savrulmaya başladılar… Müthiş bir haz arayışı baş gösterdi… "Devrimci evlilikler" yıkıldı, bastırılmış cinsellikler yeniden keşfedildi, "insan ruhu"na doğru yeni yolculuklara çıkıldı… Bu, acılı bir arayış dönemiydi…
ARIKLI'NIN SİYASAL DEVRİMCİLİĞİ
Aslına bakarsanız, "Devlet üzerinden toplumu şekillendirmek ideali"ne inanan biri olarak o da bir tür –light diyelim– "siyasal devrimci" idi… Bacanağı İsmail Cem'le birlikte yayımladığı Politika gazetesi, bu ideal doğrultusunda çıkarılmıştı… Politika da "siyaset olmayan siyaset"in esareti altındaydı aslında. Gayet püriten bir duruşu vardı. Mesela birinci sayfada asla fotoğraf kullanmama gibi bir ilkeye sahipti Arıklı-Cem ikilisi… Bize sonradan anlatıldı: Hiç şüphesiz hayatla bağını o kadar da kesmemiş "normal" insanlar gazetenin bu halini eleştiriyorlarmış. En sıkı eleştirmenlerden biri de Ercan Bey'in ağabeyi imiş… İki kafadar uzun bir direnişten sonra nihayet "normal" insanlara hak verip birinci sayfadan fotoğraf kullanmaya karar vermişler. Arayış, kutsal günden birkaç gün önce başlamış ve sonunda sayfanın göbeğine yan yana duran çok sevimli iki sıpa fotoğrafı koymada anlaşılmış… Ercan Bey, göğsünü gere gere ağabeyine göstermiş o sayfayı ve fikrini sormuş. Ağabeyi, "Çok güzel, çok güzel de fotoğrafaltı yazmayı unutmuşsunuz" demiş, "bu fotoğrafın altında 'sağda Ercan Arıklı, solda İsmail Cem' yazmanız gerekmiyor muydu? Aferin size ki, ilk fotoğraf olarak bula bula sıpa fotoğrafı bulmuşsunuz…" Ercan Arıklı ile eski solcuların Gelişim Yayınları'ndaki büyük buluşması işte bu atmosfer içinde gerçekleşti… Orada bulunanlar, bildiğimiz anlamda politikanın "p"sini bile duymak istemiyorlardı… Bugün inanmak güç gelebilir ama şimdi anlatacağım hikâyenin doğrudan şahidiyim: Muhtemelen Nokta'daki ilk yılında (ben henüz yoktum) Gülay Göktürk'le sohbet ediyorduk, bana bir ANAP'lı politikacının kendisini bir tartışmaya davet ettiğini söyledi. Korkunç, neredeyse ahlaksız bir teklifle karşılaşmış gibiydi, yüzünde büyük bir sıkıntı vardı, tabii ki gitmeyecekti ama ne bahane uyduracaktı? Bana gelince, bütün duygularına sonuna kadar katılıyordum, iyi ki benim başıma öyle bir şey gelmemişti! Gelişim, –bu tür bir politikliğin reddi anlamında- apolitikliğin mâbediydi. Ama orada biraraya gelen gazeteciler haklı olarak kendilerini "apolitik" görmüyorlardı… Gene politiktiler, gene değişimden yanaydılar ama artık "değişim" denen şeyin o kadar da kolay olmadığı kanısındaydılar. Mücadele alanının artık "bütün bir hayat" olması gerektiğine inanmaya başlamışlardı. Bu "özgürleşme" sadece onlar için değil, toplum için de geçerliydi. Özellikle kentli, eğitimli gençler bastırılmış hazlarını artık yaşamak istiyorlardı ve bu tür durumlarda hep olduğu gibi "hazların intikamı"nda başı cinsellik çekti. Ertuğrul Özkök, Ercan Arıklı'yı anlatırken, "O, Türk medyasında iki sessiz ihtilalin lideriydi. Hepimize, gazeteciliğin siyasetten ibaret olmadığını, hayatın çok daha geniş, renkli ve keyifli alanlarını medyanın iskânına açmamız gerektiğini öğreten insandı" diye yazmıştı… Doğru ama bir şartla: Burada bireyin rolü, dönemin ruhunu sezmekle sınırlıdır. Tabii ki az bir şey değil bu ama bilelim: Her şeyi boğan, kendisinden başka hiçbir şeye hayat hakkı tanımayan bir "siyaset"in hükum sürdüğü koşullar devam etseydi, hiçbir deha Gelişim Yayınları gibi bir müesseseyi kurup geliştirmeyi başaramazdı. ("Hayatın çok daha geniş, renkli ve keyifli alanlarının medyanın iskânına açılması"ndan sonra neler olduğu, bu kez de nasıl öbür tarafa savrulunduğu meselesi 1 Numara Yayıncılık döneminin konusu…) Bu bölümün sonunda Nokta için özel bir paragraf açalım: Nokta, hayatın tüm alanlarına nüfuz etmeye çalışan bir yayın çizgisi izlerken, Haluk Şahin'in de belirttiği gibi zaman zaman sansasyona da kaydı. Fakat doğrudan doğruya Türkiye'nin siyasi-iktisadî-askerî elitinin sinir uçlarına dokunan çok etkili bir "politik yayıncılık" yaptığını da teslim etmeliyiz. Ercan Arıklı'nın, Ayşe Arman'a verdiği söyleşide "Buna rağmen başımıza hiçbir iş gelmedi, çünkü yayınlarımızdan etkilenenler biliyordu ki biz sadece mesleğimizin gereklerini yerine getirmek için bu haberlerin izini sürüyorduk" sözleri bence çok önemli… Ercan Bey böylece, günümüzde medyanın neden bir türlü inandırıcı ve güvenilir olamadığının da ipucunu vermiş oluyor… Nokta'daki gazetecilik, gerçekten de bağımsız kalmaya gayret eden bir gazetecilikti. O kadar ki, Ercan Bey, hiç değilse başlangıç dönemlerinde, birlikte çalıştığı gazetecilerin, şirketlerin düzenlediği "kıyak gezileri"ne katılmasına kesinlikle izin vermezdi…
Ercan Arıklı'nın Gelişim Yayınları'nı satıp Türkiye'nin en büyük basın gruplarından biriyle ortak olması, yalnız kendi meslekî kariyerinde değil, Türk basınında da bir dönemin sonunu simgeliyordu… (A.G.)
'Kendisini solda tanımlayan partiler, kitle örgütleri…' ve? Cumhuriyet gazetesi yazarı Oral Çalışlar'ın 9 Haziran tarihli yazısı "Demokratikleşme, işçi hakları, sol ve AKP" başlığını taşıyor… Çalışlar, yazısında, AK Parti'nin icraatına karşı muhalefet eden ve "Kendisini solda tanımlayan partiler, kitle örgütleri"ne çok haklı bir eleştiri yöneltiyor… Bu yerinde eleştirinin bir bölümünü aktarıyoruz, yalnız bir noktada araya girip küçük bir ekleme yapacağız… "Kendisini solda tanımlayan partiler, kitle örgütleri" cümlesini "ve gazeteler" ekiyle birlikte okuyacağız; göreceksiniz, eleştiriyi okurken hissettiğiniz eksiklik duygusu böylece giderilmiş olacak. Şimdi biz aradan çekiliyor, sözü Oral Çalışlar'a bırakıyoruz: "Böyle bir ülkede, solun ne yapması gerekir: Öncelikle örgütlenme ve hak arama özgürlüklerinin önündeki engellerin kaldırılması için mücadele etmek. Yani ilk başta bütün bu sistemin ana dayanağı olan 1982 Anayasası'nın değiştirilmesi için kararlı ve ısrarlı bir baskı yürütmek. Türk Ceza Yasası'ndaki örgütlenmenin ve düşünce açıklamanın önündeki engellerin kaldırılması için toplumsal seferberlik ilan etmek. YÖK'ün, RTÜK'ün, MGK'nın demokratik bir ülkede olması gereken noktaya çekilmesi için projeler hazırlamak, bu projeler için toplumsal destek sağlamak. "Peki Türkiye'de ne oluyor: AKP, AB'ye Uyum Yasaları çerçevesi içinde daha önceden yapılması konusunda söz verilmiş kanun değişikliklerini biraz sulandırarak da olsa Meclis'in önüne getirmek için çalışmalar yürütüyor. Bu tasarılara karşı sol ne yapıyor? Örneğin CHP ne yapıyor? AKP'nin hazırladığı yasalara karşı daha ileri ve demokratik projeler mi geliştiriyor? Kendisini solda tanımlayan partiler, kitle örgütleri, gazeteler (bizim ilavemiz –Kronik Medya) ne yapıyor? Demokratik ve özgürlükçü anayasa taslaklarıyla, Ceza Yasası'nda daha ileri değişiklikler için AKP'yi soldan mı eleştiriyor? Onları daha ileri değişikliklere mi zorluyor? "Benim görebildiğim kadarıyla solun önemli bir kesimi, Siyasal İslam'dan gelen tehditlerin kıskacı içinde, bir korumacılık ruh haline bürünmüş durumda. Örneğin AKP anayasa değişikliği mi öneriyor, hemen 'şeriat' endişesi ön plana geçiyor ve bu endişe var olan durumu koruma refleksini harekete geçiriyor. O zaman, 'Eğer bunlar değiştirecekse, eskisi kalsın daha iyi' tutumu ağır basıyor. Hemen her değişiklik taslağında benzer bir refleks harekete geçiyor. (…) "Örneğin solun yeni bir anayasa değişikliği projesi var mı? YÖK'e karşı nasıl bir özerk üniversite düşünülüyor? RTÜK'ü bir ahlak zabıtası olmaktan çıkaracak bir taslak hazırlanıyor mu? Buna benzer çok daha detaylı değişiklik ihtiyacı artık kaçınılmaz bir hale geldi. Eğer bu değişiklikler AKP'nin yapması gereken bir iş olarak düşünülür ve onlardan gelecek değişiklik hazırlıklarına da yalnızca itiraz temelinde bir faaliyet yürütülürse sol bir umut yaratamaz. Nitekim bugün yaratamıyor. Toplumda sol güçler ne yazık ki, her geçen gün daha zayıf bir hale geliyorlar."
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |