T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Şaka bir yana...

Herkes tartışmanın Kıbrıs üzerine olduğunu sanıyor; oysa kıyametin ardında Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) üyeliği korkusu yatıyor. Açıkça "Türkiye'nin AB üyesi olmasını istemiyoruz" diyemeyenler, "Kıbrıs'ı satmak isteyenler var" gürültüsünü koparıyorlar... Biz "Kıbrıs da Kıbrıs" diye tepinirken, bir bakacaksınız, Kıbrıslı Rumlar AB üyesi oluvermişler, Türkiye yine kapıda kalakalmış...

Bu öngörünün, benim koca ayaklı oluşumla, müneccim şeyi yememle bir ilişkisi yok; ayağım küçük, müneccim de değilim zaten... Ancak, Bülent Ecevit'in Türkiye'yi AB üyesi yapmak istemediğini pek âlâ biliyorum; tarihin de bizim ülkemizde sürekli tekerrür ettirildiğine inanıyorum...

Tanşuğ Bleda Türkiye'nin Fransa büyükelçiliğinden emekli bir diplomat. Dışişleri mensubu olarak içeride ve dışarıda yaşadıklarını 'Maskeli Balo' adıyla kitaplaştırdı (Doğan Yayıncılık, 2000). Orada, diplomasi meslek merdivenlerinde yükselirken uğradığı 'uluslararası ekonomik ve sosyal ilişkiler genel müdürlüğü' koltuğunda otururken (1978-80) yaşadıklarını da anlatıyor. Bleda'nın görevi, Türkiye'nin o zamanki adıyla Ortak Pazar'a katılması çalışmalarını da kapsıyormuş...

Avrupalı bütün kuruluşlara Türkiye ile birlikte kabul edilen Yunanistan, AET üyeliği için 1975'te başvurmuştu. Büyükelçi Bleda, "Bakanlık teknik kadrosu olarak bizler aynı talebi yapmamız gerektiğine inanıyorduk; sonuçta ya ikimizi birden alırlar ya da reddederlerdi, ama her halükarda Lozan'dan başlayıp savaş sonrası aramızda oluşmuş denge bozulmamış olurdu" diyor. Bakanlık içinde konu olgunlaştırıldıktan sonra karar siyasilerin onayına sunulmuş...

Dönemin başbakanı Ecevit'in devletin bütün ilgili birimleri temsilcileriyle yaptığı toplantıda, bir kişi dışında herkes tam üyelik müracaatı yapılması gerektiği yolunda görüş bildirmiş. İş, başbakan olarak Ecevit'in kararına kalmış... Gerisini Tanşuğ Bleda'nın kaleminden okuyalım:

"Salonda çıt çıkmıyor ve hepimiz Ecevit'in ağzına bakıyorduk. Ancak başbakan konu hakkında değişik görüşler bulunduğunu, dolayısıyla küçük bir komisyon kurularak konunun daha derinlemesine incelenmesini isteyince şok olduk. Zamana karşı yarışıldığı bir ortamda işin bir komisyona havalesinin ne anlama geldiğini hepimiz biliyorduk. Kaldı ki bu komisyon bildiğim kadarıyla hiç toplanmadı veya toplandıysa da konuyu izleyen genel müdür olmama rağmen benim haberim olmadı. 12 Eylül askeri müdahalesi ise AET'yle tüm ilişkilerimizi dondurarak kaçırılan bu tarihi fırsatı perçinledi. Yunanistan ise, ekonomik durumu bizden çok daha zayıf olmasına rağmen, 1 Ocak 1981'de topluluk üyesi oldu." (s. 92)

O dönemde, Avrupa'nın "Yunanistan'a Türkiye'den farklı davranamayız" ilkesi yüzünden, Atina'nın, "Bizi yalnız başımıza üye kabul etmezler" endişesiyle, 1974 Kıbrıs harekâtı gölgesine rağmen, Ankara'yı bu konuda hareketlendirme çabası gösterdiği de biliniyor. Metin Toker, dün, Ecevit'ten "Dış ilişkilerimizin her daim iflah olmaz baltalayıcısı" diye söz etmekteydi; boşuna bir tespit değil o... Bleda'nın tanıklığına dayanarak şunu söylemek mümkün: Şimdi önümüze Kıbrıs'ı 'milli dâvâ' olarak çıkartan Ecevit, geçmişte, komisyona havale ederek, AB trenini Türkiye'ye kaçırtan ve Yunanistan'ı öne geçirten politikacıdır.

Konumuzla ilgisi yok, ama Tanşuğ Bleda'nın anılarını okurken, çok fantastik bir İran öyküsüyle karşılaştım. Bleda devrimden kısa süre sonra (1980) Tahran'a büyükelçi atanmıştır. Her yeni atanan büyükelçi gibi öndegelenleri ziyaret edip ülkesi adına iyi niyetlerini takdim etmektedir. Bleda'nın, "Zannederim o gün İran'daki en inanılmaz günümü yaşadım" sözleriyle anılarına geçirdiği öykü, Türkiye büyükelçisine epey gecikmeli randevu veren, sonradan cumhurbaşkanlığı da yapacak Meclis başkanı Haşimi Rafsancani ziyaretinde geçer...

Görüşmenin henüz başlarındayken bina içinden yanık bir ezan sesi duyulur. Şaşırtıcı olay bundan sonra yaşanır: "Biraz susup konuşmaya devam edince başkan eliyle dur deyip tercüman aracılığıyla pantolonumu çıkarmamı istedi. Tebessüm edip sözlerimi sürdürürken yanındakiler kalkıp cüppelerinin altını çıkardılar. Uzun paçalı donları nedeniyle onlar için bir şey fark etmemişti ama benim çıkarıp donla dolaşmam biraz tuhaf kaçacaktı." (s. 111).

İranlılar şakacı bir ulus; belli ki, Rafsancani, belki Bleda'dan önce başkalarına da yaptığı türden bir şakayı Türkiye büyükelçisi üzerinde denemiş... "Namaz kılmak için pantolon çıkarmak gerek" zorlaması başka nasıl açıklanabilir ki?

Merak etmeyin fantastik öykünün gerisini de nakledeceğim: "Israr devam edince denileni çaresiz yapıp üstü kaval altı şişhane kalıverdim. Sanki bütün mollalar beni süzüyordu Başkan, 'Buyrun gidelim' deyince nedense aklıma Dumlupınar denizaltımızdaki şehitlerimizin son sözleri geldi: Vatan sağolsun." Adının Cemşit olduğunu öğrendiğimiz büyükelçilik tercümanı bile şakayı sürdürmüş ve Tanşuğ Bleda'ya, "Bu müstesna bir jestti; başkan, pantolonun ütüsü bozulup kirlenmesin diye çıkarmanızı istedi" demiş...

Bu fantastik Rafsancani şakasını siz nasıl buldunuz? Aslına bakılırsa, Türkiye'yi AB üyesi yapmak istemeyen bir politikacının, bu amacına komisyona havale ederek veya Kıbrıs üzerinden ulaşmaya çalışmasından daha mâsum bir şaka bence.


2 Aralık 2001
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan| Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED