Demiştim ki, “(E)ğer sufiliğin doğru değerlendirilmesinde İslami vasat'a tabi olacaksak, günümüzde Din'i ilmihalci teferruata indirgeyen, ekranların cübbeli meczuplarıyla, geçmişten günümüze Allah ve O'nun Rasulü'ne (sav) aşk ile bağlı olanları ilim, inanç, istikamet ve gayretleri itibarıyle biribirlerinden ayırabilmemiz gerekir. Düşüncemizi halen el-Gazzalî, İbn Arabî ve İbn Teymiye gibi üç büyük kandil aydınlatabiliyorken, söz konusu ayırımı
kendi zamanımıza mahsus olarak
, İslami vasat içinde yeniden tanımlamaya ve yapılandırmaya güç yetirebiliriz.”
İstikametleri sufiliğe övgüler yağdırmaktan (kutsamaktan) ya da küfretmekten ibaret olanlar, zikrettiğim üç isimle ilgili yazılarıma da doğal olarak bu yönlerden tepki gösterdiler.
Oysa ki, ilgili ilk yazımdan beri, münevver sıfatını hak edenlerin mukallidi olduğumu belirterek, akideyi (kelamı), fıkhı (eylemi) gözetmekle beraber, meseleyi asıl İslami vasata göre, günümüzün şartları içinde doğru anlama çabasını öncelediğimi özellikle belirtmiştim.
Dolayısıyla el-Gazzalî (ks), İbn Arabî (ks) ve İbn Teymiye'yi (ra), temsil ettikleri ilimlere, dost ve düşmanlarının durumlarına göre değil, geçmişte tümel olarak ne söylediklerine, o gün söylediklerini bugün olumladığımız ya da olumsuzladağımız takdirde bizim bu sayede yeni zamana ne söyleyebileceğimize göre bir tutumu benimsemeyi seçmiştim.
Üç ismi de bu perspektifle yazdığımıza göre, şimdi onların bize kandil oluşlarının nedenlerine geçebilirim:
1-El-Gazzalî,
İslami düşünme üzerine düşünen
biri olmakla, bizi her şeyden önce İslami zihniyetin içine çekerek, bu yöndeki sapmalarımızı belirleyebilmemize imkan sağlamaktadır.
El-Mustasfa'sının girişine ve müstakil olarak Mi'yaru'l-İlm'ine bakarak söyleyecek olursak, İslami düşünmeyi düşünmenin mantığını kurmayı Kelami çabasının önüne alan el-Gazzalî, bunun özgünlüğünü, biricikliğini de Tehâfütü'l-Felâsife'siyle (Filozofların Tutarsızlığı) ortaya koymuştur.
Şu halde, ne sonradan onun görüşlerinin isnad edildiği Aristo'yu, ne de Kant'ı… okuyarak el-Gazzalî'ye geçemeyiz. Aksine el-Gazzalî'yi okuduktan sonra bunlara “da” geçebiliriz. Bu manada ilk anlamamız gereken şey, kelamın nazariye olmadığı ancak nazariyatı da içkin olduğudur. Modern nazariyattan kelama geçersek, nazariyatı öncelememiş olacağımızdan, kelamı onun dayattığı düzeyden okumuş oluruz.
Bu yanıyla İslami zihniyeti doğru anlamamız, zorunlu modernler olarak okumak zorunda kaldığımız nazariyatı unutarak, el-Gazzalî'den İslami düşünceyi düşünmeyi öğrenmekle mümkün olabilir.
2-İbn Arabî, başta Fütuhât-ı Mekkiyye'si olmak üzere, eserlerinin hemen tamamını, bir müridin talimi ve terbiyesi için yazmış gibidir ve onları adı üstünde Fusûsu'l-Hikem'iyle taçlandırmıştır.
İlah-meluh, Rab-merbub ilişkisi öncelikli olmak üzere bir müridin Tanrı-insan ilişkisini nasıl kuracağını, maddi temizlik şartlarından, gönül temizliğine kadar neleri nasıl yaparak ve düşünerek ona ibadet edeceğini, salik olarak gözeteceği mertebeleri, kat edeceği makamları, harften rakama, yıldızların bilgisinden cifr hesabına, hayal hazretinden, berzah telakkisine… kadar zahiri ve batıni manada ihtiyaç duyabileceği hemen her şeyi anlatmıştır.
Burada mürid'den kasıt, ferttir. İbn Arabî ferdin talim ve terbiyesini gözeterek ferdiyyetin tahakkunu hedeflemiştir. Çünkü yaratışın dönğüsü insanla başlamıştır ve insanla sürmektedir. Mümin, muvahhit, abid, sanatkar… olan insandır. Fert olarak insanın hakikati ancak insanlığın hakikatini açığa çıkarabilir.
Dolayısıyla aşkın düşüncede, dizginlenemez hayallerin dünyasında, kemale ermenin hakikatinde, sanatsal yaratımda… yol alacaksak İbn Arabî'yle samimi bir irtibat içinde olmak zorundayız.
3-İbn Teymiye'ye gelince.
Kur'an'a göre insanda azgınlık, hırslılık, mızıkçılık, açgözlülük, nankörlük, acizlik, acelecilik, cahillik, huysuzluk, yağmacılık ve sapıklık eğilimleri bulunmaktadır. Çünkü
insan nefsinin tabiatındandır; söz konusu eğilimleri de o besler ve büyütür.
İnsan olmakla bizler de bu eğilimleri taşırız ve ne denli sağlam bir Tevhid' anlayış içinde olursak olalım, yer yer onlarla insani vasatımızdan eğilebilir, farkında olmadan hadlerin (şeriatın) dışına düşebiliriz.
'nin, kamil insanın doğumunu, Zerdüşt'ün mitolojik doğumu üzerinden anlatışına bakarak, Hz. Ömer'in doğrultulmakla ilgili hikayesini de hatırlayıp, herkesin eli kılıçlı (daha doğrusu dili kılıç gibi) bir doğrultucuya ihtiyacı olduğuna hükmetmemiz mümkündür.
İşte bu nedenle, zihniyet planında, son iki yüz elli yıldır modernleşme, çağdaşlaşma teraneleri içinde maruz kaldığımız zihni depremleri, değişmeleri, tahrifleri, kültürel tecavüzleri de göz önüne aldığımızda, İbn Teymiye'nin temsil ettiği şeri netlikle, zahiri tutumla bizi sarsarak kendimize getirebileceğini düşünmemiz yanlış olmasa gerektir.
Şimdi hemen, “Bu durumda itikatta imam seçmenin hükmü boşa düşmüyor mu?” sorusu sorulabilir elbette. Bir farkla ki, o imamlarımız (
) sadece itikadi olanı esas almışlardır. İbn Teymiye ise sadece itikadı değil ameli de esas almış, hatta deyim yerindeyse, amellerdeki durumu, itikattaki duruma karine sayarak, şeran olumsuzladığı amelin sahibini, din dışına atmakta bir sakınca görmemiştir.
Bu bahsi şu özetle kapatabiliriz:
İslami düşünceyi düşünmede el-Gazzalî'yi, bu düşünceyi düşünmenin metafizik imkanlarında (sınırsızlığında) İbn Arabî'yi örnek alabiliriz.
Her iki durumda da Kur'an ve sünnetle irtibatımızın doğruluğunu test etmek içinse İbn Teymiye'ye sıkça uğrayabiliriz.
Onlar, birbirleriyle ilgi isabetli ya da isabetsiz hükümlerinin hesabını Allah'a verecekler. Biz, bu hesabın asla ve asla sorgulayıcısı, dedi-koducusu olamayız; Müslüman fertler olarak kendi yolumuzun sıhhatine bakarız ve onu hangi kandillerin aydınlattıklarına…