Ülkemizde önemli sayıda sığınmacı var, bunların yine önemli bir kısmı da Suriye’deki savaş ortamından kaçarak ülkemize gelen insanlar… Geçen asırda Osmanlı sancağı altında beraber yaşadığımız, aynı milletten olduğumuz topluluklar… Can ve mal emniyeti olmadığı için ülkelerini terk ederek bizim ülkemize hicret ettiler. Halen büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Ülkemizde işini gücünü tutanlar oldu. Yakın zamanlarda durumun bir nebze sakinleşmesi sebebiyle ülkelerine geri dönenler oldu. Son araştırmalara göre
Ülkemizde önemli sayıda sığınmacı var, bunların yine önemli bir kısmı da Suriye’deki savaş ortamından kaçarak ülkemize gelen insanlar… Geçen asırda Osmanlı sancağı altında beraber yaşadığımız, aynı milletten olduğumuz topluluklar… Can ve mal emniyeti olmadığı için ülkelerini terk ederek bizim ülkemize hicret ettiler. Halen büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Ülkemizde işini gücünü tutanlar oldu. Yakın zamanlarda durumun bir nebze sakinleşmesi sebebiyle ülkelerine geri dönenler oldu. Son araştırmalara göre 3 ila 3,5 milyon civarında sığınmacı halen ülkemizde bulunuyor. Aralarında her sosyal kesimden insan var doğal olarak. İstisnai olarak birtakım istenmeyen davranış biçimleri, adli hadiseler de ortaya çıkabiliyor. Ancak bunların sayısı bizim toplumumuzdaki benzer eğilimli insanların sayısından daha fazla değil, hatta daha az olduğu ifade ediliyor. Yani sığınmacıların toplumsal düzeni bozacak ekstra bir durumları yok, herhangi bir toplulukta rastlanabilecek yanlışlar, istatistik olarak ortalamanın altında yaşanabiliyor. Yani asayiş bakımından anormal bir tablo görünmüyor.
Rakamsal gerçekler bu serinkanlı tabloyu ortaya koymasına rağmen, sığınmacı konusunda her gün medyada, özellikle de sosyal medyada fırtınalar koparılıyor. Bu gidişatı siyasi geleceğine yatırım olarak gören birtakım siyasi unsurlar bu ırkçı ve ötekileştirici dalgaları teşvik ediyor, hatta kitleleri bu yönde kışkırtıyor. İtiraf etmek gerekir ki bu yolda epeyce mesafe de aldılar. Artık bizim sosyal mayamızda olmayan bu ırkçı/ötekileştirici eğilimlerin toplumsal tabanda belli bir zemin tuttuğunu ve yaygınlaşmakta olduğunu kabul etmek durumundayız. Kabul etmek ve bu kabul edilemez gidişatın önünü alabilmek, bu zehirli eğilimlerin yeni nesillere sirayetine engel olmak için çalışmak mecburiyetindeyiz. Aksi halde, bu doku problemi yayılabilir, bizi asırlardır bütün tutan toplumsal birlik ruhumuz büyük yaralar alabilir, toplumsal huzur ve güvenliğimiz sıkıntıya düşebilir.
Bunları söylerken, sığınmacı meselesinin dikensiz bir gül bahçesi vadetmediğini de özellikle vurgulamak isterim. Bugün gelinen noktada, yaşanan bütün bu sıkıntıların gösterdiği üzere sığınmacı meselesi ile ilgili sürecin yeterince etkin yürütülemediği gerçeği artık aşikârdır. Tam bir entegrasyondan söz edemiyoruz, toplumun bir kısmı sığınmacı aileleri ekonomik olarak, asayiş bakımından, sosyal olarak ve demografik olarak bir tehdit olarak görüyor. Bu karşıt kesimlerin içinde azımsanmayacak kadar da dindar/muhafazakâr insanımız var ve onların da sayıları giderek artıyor. Bu konuların bütün boyutlarıyla teşhisi, doğru anlaşılması, hakkıyla teşhis edilmesi ve sosyal dalga boylarının değerlendirilmesi gerekiyor. Agresif tutumların karşı agresif argümanlarla sükuna kavuşturulamayacağı görülmeli. Bu agresif tepkileri veren kesimlerin sözleri dinlenmeli, her yanlış ve hatalı bilginin doğrusu kendilerine anlatılmalı, kamu kurumları ve gönüllü sivil toplum kuruluşları uyum için gerekli sosyal kaynaştırma hareketlerini gerçekleştirmeli. Mesele kamuoyuna sıklıkla ve bütün açıklığıyla anlatılmalı. Okullarda, özellikle kamu yayın mecralarında, STK faaliyetlerinde Türkiye’nin huzur ve güvenliğinin neden misak-ı milli sınırlarının ötesiyle irtibatlı olduğu gerçeği tarihi vesikalarla desteklenerek anlatılmalı. Ve daha başka ne yapılabilecekse geniş katılımlı müşavere meclislerinde, çalışma gruplarında ele alınmalı, bulunan çözüm yolları ivedilikle tatbike geçilmeli.
Sığınmacı meselesi çok boyutlu zor bir mesele; her ülke için baş edilmesi oldukça güç, sıkıntılar doğuran bir mesele... Bizim dışımızdaki ülkelerin, özellikle de Avrupa devletlerinin bu konudaki katı tutumu bundan. Mesele ne kadar insani boyutta olursa olsun, bu riski almayı asla istemiyor onlar. Batı kültürü için bu katılık doğal, bunu hep yapıyorlar. İşte Gazze’deki eşi görülmemiş zulmü, soykırımı, israil’in caniliğini dahi aynı şekilde görmezden gelebiliyorlar. Ancak bizim milletimiz böyle değil; tarih boyunca hiç de böyle olmadı. Bizler insani acılara gözlerini kapatmayan, zulümden kaçıp kendisine sığınanlara, kim olduğuna, inancına, kültürüne bakmadan el uzatan bir milletin fertleriyiz. Bu hassasiyeti, bu alicenaplığı bütün dünya bizim milli hasletlerimizden biri olarak kabul ediyor. Biz asla ırkçı ve ötekileştirici bir millet olmadık, olamayız, olursak da birlik ve bütünlüğümüzü kaybederek yıkıcı etkilere açık hale geliriz. Bu meselenin toplum gündeminde sağlıklı biçimde konuşulması ve anlaşılması gerekiyor.
Biz bize elini uzatana arkasını dönen tıynette insanlar, insanlık derdine düşenlere bigâne bir millet değiliz. Asırlardır bu böyle… Bundan da mutluluk duymamız ve aslımıza dönmemiz gerektiğini düşünüyorum.