Türkiye gücünün farkında

04:001/01/2025, Çarşamba
G: 2/01/2025, Perşembe
Yeni Şafak
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları Konseyi 11'inci Zirvesi'nde, teşkilata 
üye devletlerin başkanlarıyla birlikte...
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'te düzenlenen Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Devlet Başkanları Konseyi 11'inci Zirvesi'nde, teşkilata üye devletlerin başkanlarıyla birlikte...

Türkiye, stratejist George Friedman’ın 2040’lı yıllarda gerçekleşmesini öngördüğü Orta Asya’dan Afrika’ya uzanan etki alanına 20-25 yıl öncesinden ulaştı. Suriye’de yaşanan son gelişmeler de göstermiştir ki dünyadaki güç dengeleri nasıl değişirse değişsin, Türkiyesiz bir denklem artık mümkün değildir. Türkiye’nin sahip olduğu potansiyel, mevcut gücünün kat be kat üzerindedir. Türkiye, politik, etnik ve dini açıdan mevcut konumu ve geçmişinden aldığı miras ve misyonuyla bölgemizde ve dünyada tüm halklar nezdinde sevilen ve kabul gören bir ülkedir. Türkiye’nin son 22 yılda ekonomide, savunma sanayiinde, enerjide elde ettiği kazanımlar, dış politikadaki etki gücümüzü bölge sınırları dışına taşımıştır. Suriye’de, Libya’da, Karabağ’da, Afrika’da dengeleri değiştiren Türkiye, elini uzattığı yere barış ve huzur taşımaktadır. Bu da demektir ki “Arabulucu ülke” dendiğinde ilk akla gelen Türkiye güçlendikçe, coğrafyamız daha çok huzur bulacaktır.

YILMAZ YILDIZ

Dünyadaki güç dengeleri nasıl değişirse değişsin, Türkiyesiz bir denklem artık mümkün değildir.

Bu, çok iddialı bir çıkış olarak görülebilir ama 2002 sonrasındaki Türkiye’nin elde ettiği kazanımlara, stratejik bağlantılarına ve mevcut potansiyeline bakıldığında belki az bile kaldığı söylenebilir.

Devletlerin, gücünü, etki alanını belirleyen çok sayıda parametre vardır. Jeopolitik ve jeostratejik konum, ekonomik güç, askeri caydırıcılık, etnik ve dini hinterlant, genetik ve toplumsal miras, insan gücü, yer altı ve yer üstü zenginlikler gibi onlarca madde sıralanabilir. Tüm bu parametrelerde Türkiye ya büyük bir kazanım sahibidir ya da büyük bir potansiyel…

Allah’a hamd olsun, milletimizin büyük bir kısmı ülkemizin, devletimizin gücünün ve potansiyelinin farkındadır.

Fakat, bu büyük gücün farkında olan sadece bizler değiliz.

Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren; bölüp, parçalayıp, bir istikrarsızlık adası haline getirip, istediği zaman istediği amaç doğrultusunda kullanmak üzere coğrafya üzerinde operasyonlar, ameliyatlar yapan Batı ve onların monte ettikleri çıban başları da bunun farkında.

O yüzden de her fırsatta Türkiye’nin önünü kesmekten, ayağına prangalar vurmaktan, güç aldığı milli ve manevi değerlerinden, tarihi ve etnik köklerinden koparma çabalarından geri durmamışlar…

Asırlarca İslam ümmetine liderlik etmiş Türklerin yeniden ayağa kalkmaması için yapılmayan kalmamış. Türkiye her alanda geri bırakılmış, demokrasi adı altında azınlık bir grubun saltanatına mahkûm edilmiş. Hükümetler gelip geçse de iktidarda kalan hep onlar olmuş. Adına da statüko denmiş. Bu statüko karşısın 2002 yılı önemli bir milat olmuş. AK Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye’nin sahip olduğu potansiyel değerler bir bir ortaya çıkarılmış.

FRIEDMAN’IN ÖNGÖRÜSÜ: YENİ SÜPER GÜÇ TÜRKİYE

Burada biraz gerilere gidip, Türkiye’yle ilgili projeksiyonlara bakmakta fayda var.

Bunlardan ilki ve belki de en çok dikkat çekici olanı George Friedman’ın öngörüleridir.

2001 krizinden ekonomik ve siyasi enkazla çıkmış Türkiye’nin, AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesiyle yaşadığı yükseliş, o dönemde dünyaca ünlü bir ismin, jeopolitik uzmanı, stratejist, yazar George Friedman’ın da dikkatini çekmiş olmalı ki 2009 yılında yayımlanan “Gelecek 100 Yıl” isimli kitabında özel bir Türkiye başlığı açmıştı.

Kamuoyunda büyük yankı uyandıran, uzun süre gündemden düşmeyen kitabı önemli kılan, elbette ki Friedman’ın kendisi kadar, öngörüleri için done üreten kuruluşların da dikkate alınan kuruluşlar olmasıydı. Friedman’ın kurduğu Stratford, gölge CIA olarak da bilinen, dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından biriydi.

Neydi Friedman’ın ezberleri bozan öngörüsü?

2050 yılına gelindiğinde Rusya ve Çin’in devre dışı kaldığı dünya denkleminde Türkiye’nin, Polonya ve Japonya ile birlikte yeni “Süper Güç” olarak yer alacak olmasıydı.

Peki nasıl yaşanacaktı bu süreç?

Türkiye, 2020’de dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecek, 2040’ların ortalarına doğru önce Arap ülkelerinde, ardından Asya, Afrika, Balkanlar ve Kafkaslar’da etkili olan bölgesel güç, ardından da küresel bir güç haline gelecek.

2040’ta Türkiye’nin etki gücünün ulaştığı coğrafya, Osmanlı İmparatorluğu’nun hükümran olduğu toprakların boyutuna yaklaşacak.

Friedman’ın kitabında yer alan ve Orta Asya’dan, Kuzey Afrika’nın batısına kadar uzanan Türkiye haritası da çok tartışılmış, hatta son dönemlerde yeniden gündem olmuştu.

Friedman’ın varsayımlarına göre Türkiye, özellikle Arap dünyası ve Doğu Akdeniz’de dengeleri bozan, oyun kuran bir güce dönüşecekti.

SİHİRLİ KAVRAM: ÜLKE İÇİ İSTİKRAR

Tabii Friedman, Türkiye’yle ilgili senaryolarının gerçekleşmesini, “Ülkenin iç istikrarını koruması” şartına bağlıyordu. Bu şartın ne kadar önemli olduğunu Gezi olayları ile başlayan ve yaklaşık 10 yıl boyunca etkisi süren döneme bakınca daha iyi anlıyoruz.

Friedman’ın öngörülerinin bir kısmının gecikmiş olması, bir kısmının ise çok erkenden gerçekleşmesinin izahı mümkün. Türkiye, hedeflediği ilk 10 ekonomi arasına henüz giremedi, uzunca bir süredir 17. basamakta takılıp kaldı.

Çünkü, kitabın yayınlandığı tarihten sonra 2008 Mortgage krizi ile başlayan, içeride Gezi olayları ile devam eden, 17-25 Aralık, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimleri, Rahip Brunson krizi, Kovid-19 salgını, Suriye iç savaşı ve göçmen sorunu, Ukrayna-Rusya savaşı gibi Türkiye’yi ve Türkiye’nin ticaret yaptığı coğrafyayı olumsuz etkileyen çok sayıda faktör vuku buldu.

2040’LI YILLARIN ÖNGÖRÜSÜ 20-25 YIL ÖNCE GERÇEKLEŞTİ

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, 2018 yılına kadar tek partili iktidarla, sonrasında ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçtikten sonra Cumhur İttifakı ile hükümet krizi yaşamadan yoluna devam eden Türkiye, askeri, ekonomik ve jeopolitik kazanımlar elde etti. Kitapta zikredilen bölgelerdeki (Orta Asya, Kafkaslar, Balkanlar, Orta Doğu, Kuzey Afrika) etki gücünü 2040’lardan çok çok önce artırmaya başladı. Hatta öngörüde bahsedilen harita sınırlarının bile ötesine geçildi.

Nitekim Friedman, kitabın yayınlandığı tarihten tam 10 yıl sonra Türkiye’de, MÜSİAD’ın düzenlediği Vizyoner Zirvesi’nde konuşmuş, Türkiye’nin 10 yılda kat ettiği büyük aşamaya dikkat çekmişti. Başta Türkler olmak üzere birçok insanın imkânsız olarak gördüğü öngörülerinin gerçekleşmiş olmasından gururla bahsetmiş, “Bundan 10 yıl önce ‘Türkiye, ABD ve Rusya ile aynı masada oturacak ve eşit söz hakkına sahip olacak’ denilse buna katılmazdık. Türkiye o zamanlar önemli bir güce sahip değildi. 10 yıl sonra bugün farklı bir Türkiye ile karşı karşıyayız. Türkiye şimdi kendi sınırlarının güvenliğini sağlıyor. Türkiye kendi potansiyel müttefiklerini seçiyor. Türkiye, 10 yıl önce kendine güveni olmayan bir ülkeydi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye›nin kendine olan öz güvenini inşa etmeye çalışıyor” ifadelerini kullanmıştı.

Türkiye’nin istikbalinin ne denli parlak olduğuna yönelik beklentiler yalnızca Friedman’la da sınırlı değildir elbet. Uluslararası saygınlığı olan kuruluşlarca yapılan araştırmalar, ortaya konulan veriler de Türkiye’nin gelişimine işaret etmektedir.

Gelin bölgemiz açısından da önem arz eden bazı alanlarda Türkiye’nin kaydettiği gelişmelere bir göz atalım.

JEOPOLİTİK GÜCÜMÜZ EKONOMİK GÜCE DÖNÜŞTÜ

Yazının başında belirttiğim güçlü devlet olmayı gerektiren ya da devletleri süper güç yapan parametrelere dönecek olursak, hemen hemen tamamında Türkiye’nin dosta güven düşmana korku veren performansı rahatlıkla görülecektir.

Türkiye’nin jeopolitik, jeostratejik konumu tartışma götürmez derecede önemlidir ve ülkemize inanılmaz derecede ayrıcalık kazandırmaktadır.

Coğrafyamız tarih boyunca doğu ile batı, kuzey ile güney arasında ticaret köprüsü olmuştur. Tarihi İpekyolu bilinen en eski ticaret yollarından biridir. Boğazlar hem karadaki hem denizdeki ticaret yollarının köprüsü konumundadır.

Türkiye, hayata geçirdiği duble yol, demir yolları yatırımlarıyla, Yavuz Sultan Selim, Çanakkale 1918 ve Osmangazi köprüleriyle, ticari bağlantı koridorlarının alt yapısını kurmuştur.

Orta Asya, Güney Afrika, Kafkasya ve Türkiye üzerinden geçen ve Asya ile Avrupa’yı karadan bağlayan Orta Koridor, Pekin’den Londra’ya kadar uzanmakta ve yıllık 600 milyar doları aşkın ticaret trafiğine merkezinde yer almaktadır.

Bunun yanında Basra Körfezi’ni Kuveyt, Irak ve Türkiye üzerinden deniz, kara ve demir yolu aracılığıyla Avrupa’ya bağlayacak Kalkınma Yolu Projesi’nin de yakın zamanda faaliyete geçmesi beklenmektedir.

9 TRİLYON DOLARLIK TİCARETİN KALBİNDEYİZ

Türkiye’nin etrafına, 3,5-4 saatlik uçuş mesafesindeki ülkeleri kapsayan bir daire çizildiğinde, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarında yaklaşık 9 trilyon dolarlık ticaret hacmine sahip, 1,4 milyar nüfuslu 67 ülkeye ulaşılabilmektedir. Sadece navlun maliyetleri ve lojistik hizmetler açısından bakıldığında bile Türkiye’nin bu özelliği; ticari yolların, enerji hatlarının, uluslararası yatırımların buraya gelmesi için son derece cazip fırsatlar sunmaktadır.

Bu nedenledir ki Türkiye, küresel olarak önemli bir üretim üssü haline gelmiştir.

2024 yılında küresel ekonomideki durgunlukların etkisiyle birçok ülkede Uluslararası Doğrudan Yatırım (UDY) azalırken, Türkiye yatırım çekemeye devam etmiştir. Üstelik etrafındaki savaş ve gerilimlere rağmen…

2024’ün ilk 9 aylık bölümünde Türkiye 7 milyar 670 milyon dolarlık UDY çekmiştir.

Türkiye’deki toplam UDY girişi 2002 yılına kadar sadece 15 milyar ABD doları seviyesinde kalırken, 2002’den itibaren Türkiye’ye gelen UDY girişlerinin toplam değeri 271 milyar doları aşmıştır. UDY’de Hollanda, Almanya, ABD, İrlanda, Azerbaycan ve İsviçre başı çekmektedir.

2,5 MİLYONA YAKIN UÇAK HAVA SAHAMIZI KULLANIYOR

Türkiye’nin bu avantajı hava yolu trafiği verilerine de yansımıştır. Devlet Hava Meydanları İşletmesi’nin ‘Uçak, Yolcu, Yük Serisi ve Tahminleri Raporu’na göre, 2023’te direkt transit yolcular dahil 214 milyon 232 bin 985 olan hava yolu yolcu sayısının, 2024 sonu itibariyle yüzde 10,4 artışla 236 milyon 563 bin 823’e yükselmesi bekleniyor. 2025’te ise bu rakamın 249 milyon 267 bin 610’a ulaşacağı tahmin ediliyor.

Yine aynı rapora göre, 2023’te transit üst geçişler dahil 2 milyon 171 bin 330 olan uçak trafiğinin 2024 sonunda 2 milyon 334 bin 212’e, 2025’te ise 2 milyon 434 bin 924’e yükselmesi öngörülüyor.

Sadece transit üst geçiş sayısı 2023’te 485 bin 453’tü. Tahminlere göre bu rakam 2024 sonunda 521 bin 337’ye, 2025’te de 538 bin 78’e çıkacak.

Hava yoluyla kargo ticaretinde de benzer gelişmeler yaşanmaktadır. Türkiye’deki havalimanlarında 2023 yılında 4 milyon 447 bin 865 tonu bulan yük hareketinin, 2024’te 4 milyon 926 bin 468, 2025’te de 5 milyon 122 bin 726 tona yükselmesi öngörülüyor.

İstanbul Havalimanı başta olmak üzere yapılan havalimanlarının önemi bu açıdan bakıldığında daha iyi anlaşılacaktır.

ENERJİNİN DE MERKEZİ OLUYORUZ

Enerji, hayatın her alanında ihtiyaç duyulan vazgeçilmez bir kaynaktır. Dünya üzerinde bazı bölgeler, ülkeler, enerji kaynakları açısından zengin bir potansiyele sahiptirler. Fosil yakıtlardan olan petrol ve doğal gaz, bu kaynakların başında gelmektedir. Yakın dönemde fosil yakıtlardan hem çevreci hem de sürdürülebilir olması açısından yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş için yatırımlar artmaktadır.

Enerjide yakın tarihe kadar neredeyse tamamen dışa bağımlı olan Türkiye, hem fosil yakıtlar hem de yenilebilir enerji alanındaki yatırımlarıyla dışa bağımlılık oranını yüzde 67’ler seviyesine düşürmüştür.

Karada ve denizde petrol ve doğal gaz sondaj çalışmaları için platformlar ve gemiler alan Türkiye, bu atılımının meyvelerini de toplamaya başlamıştır. Düne kadar terörle anılan Şırnak’taki Gabar Dağı’ndan bugün petrol fışkırmaktadır.

Kasım ayında Türkiye’de toplam 3 milyon 425 bin varil ham petrol üretimiyle rekor kırılırken, bu üretimin yarısı Gabar’dan karşılanmıştır.

Petrolün yanı sıra Türkiye doğal gazda da önemli bir keşfe imza atmıştır. Karadeniz’deki Sakarya Gaz Sahası’nda keşfedilen 710 milyar metreküplük gazın çıkarılmaya başlamasıyla, Türkiye’nin doğal gaz üretimi, bir yılda yüzde 100’ün üzerinde artış göstermiş, ekim ayında

8 milyon metreküp sınırına ulaşmıştır.

Enerji’deki bir diğer önemli adım ise nükleer enerji alanında gelmiştir. Mersin’deki Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin ilk ünitesinin 2025 yılında deneme üretimine alınması, 2028 yılına kadar da 4 reaktörün tamamının devreye alınması hedeflenmektedir.

Sinop’ta yapılması planlanan ikinci nükleer enerji santrali için de çalışmalar devam etmektedir.

Fosil yakıtların ve nükleerin dışında rüzgâr, güneş, hidroelektrik santralleri açısından da Türkiye büyük aşamalar kaydetmiştir. 2024 yılının ilk yarısında Türkiye’nin toplam elektrik üretiminde yerli kaynakların payı yüzde 65’in üzerine çıkmıştır.

PETROL VE DOĞAL GAZ KORİDORU OLDUK

Bir yandan kendi enerji kaynaklarımızı harekete geçirirken, diğer yandan da zengin petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip ülkeler ile tüketici konumunda olan Avrupa arasında Türkiye’yi enerji köprüsü haline getirecek koridorları da bir bir devreye aldık.

Irak-Türkiye arasındaki Kerkük-Yumurtalık Ham Petrol Boru Hattı, İran-Türkiye arasındaki Doğu Anadolu Doğal Gaz Ana İletim Hattı, Rusya-Türkiye Mavi Akım Doğalgaz Boru Hattı, Bakü-Tiflis-Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı, Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı-TANAP, Rusya-Türkiye-Avrupa Türk Akımı Projesi.

Onlarca yıllık siyasi, diplomatik, ekonomik çabaların sonucunda ortaya çıkan yatırımların eseri olan bu hatlar, Türkiye’nin ve Avrupa’nın enerji arz güvenliğine ve çeşitliliğine büyük katkı sağlayan ve sağlayacak olan enerji koridorlarıdır.

Suriye’deki Esed diktatörlüğünün devrilmesinin ardından, Katar doğal gazını Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak yeni bir hat daha gündeme gelmiştir.

En son Bakü’de yapılan BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi 29. Taraflar Konferansı (COP29) sonrasında yeşil enerji koridorları da gündeme geldi. Kazakistan, Özbekistan, Azerbaycan ile Avrupa’yı birbirine bağlayacak yeşil enerji koridorları da doğal olarak Türkiye’den geçecek.

Küresel iklim krizinin sonucu olarak en az enerji kadar değerli hale gelen temiz su kaynakları açısından da Türkiye, stratejik konumdadır. Ülkemiz topraklarından doğan Fırat ve Dicle nehirleri, güneyimizdeki ülkeler açısından da hayati değerdedir.

SAVUNMA SANAYİİNDE MUAZZAM BİR YÜKSELİŞ

Türkiye, ekonomik olarak en zayıf olduğu dönemlerde dahi askerî açıdan dünyanın en büyük orduları arasında sıralanmıştır. Ancak değişen gelişen savaş teknolojisi, bir dönem Türkiye’nin bu alanda caydırıcılık gücünü zayıflatmıştır. Yakın tarihte karşı karşıya kaldığımız tehditlerde, üyesi olduğumuz NATO’dan, müttefik dediğimiz ABD’den bir hava savunma sistemi desteği dahi alamaz hale gelmiştik.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önderliğinde başlatılan siyasi, ekonomik, askeri bağımsızlık mücadelesinin sonucunda Türkiye, kendi helikopterini, tankını-zırhlı araçlarını, savaş gemilerini, uçak gemilerini, denizaltılarını, kısa orta ve uzun menzilli füzelerini, savunma sistemlerini, frekans bozucu sistemlerini, yazılımlarını, insansız hava ve deniz araçlarını, hatta insanlı ve insansız uçaklarını yapar hale gelmiştir. Burada sayamayacağım, tüfeğinden zırhlı araçlarına kadar farklı farklı kategorideki silahları ve teçhizatları kendisi üretir hale gelmiştir.

Bunların birçoğu TSK’nın envanterine girdiği gibi, bu alanda ihracat yapan bir ülke haline geldik. Özellikle İHA ve SİHA pazarında muazzam bir çıkış yakalayarak dünyanın en büyük üreticisi ve tedarikçisi konumuna geldi.

Yılın 11 ayında 5,7 milyar dolarlık ihracata imza atan savunma sanayiinin 2024 yılı sonu itibarıyla yaklaşık 6 milyar dolar olan ihracat hedefini aşması beklenmektedir.

DENGELERİ DEĞİŞTİREN ÜLKE KONUMUNA GELDİK

Türkiye, bu alandaki üstünlüğü sayesinde Libya’da, Karabağ’da, Irak’ta, Suriye’de, hatta Afrika’da dengeleri değiştiren bir ülke konumuna gelmiştir.

ABD merkezli dergi Globalfire’ın 2024 yılı başlarında yayınladığı dünyanın en güçlü hava kuvvetlerine sahip ülkeleri sıralamasında Türkiye, Türkiye’yi 20 ülke arasında 9. sırada yer alarak Fransa, İsrail ve Yunanistan gibi ülkelere fark atmıştır. Raporda, 2023 yılında askeri alandaki yatırımlarını geliştirmek için 40 milyar dolarlık bütçe ayıran Türkiye’nin yaklaşık 520 bin aktif askeri, 400 bine yakın da yedek askeri bulunduğu, 1069 adet uçak ve helikoptere sahip olduğu belirtilmişti. İHA ve SİHA alanında ön plana çıktığı vurgulanan Türkiye’nin 2 bin 200’den fazla tank, 60 bine yakın zırhlı araç ve roket sistemi bulunduğu, S-400 hava savunma sistemine de sahip olduğu bilgilerine yer verilmişti.

Yukarıda da aktardığım gibi 2024 yılı sonuna kadar bunların üzerine daha niceleri eklendi.

DÜNYANIN KALBİNE DOKUNAN MİLLET

Türkiye; politik, etnik ve dini açıdan mevcut konumu ve geçmişinden aldığı miras ve misyonuyla bölgemizde ve dünyada tüm halklar nezdinde kabul gören, saygı duyulan, değer verilen bir ülkedir.

Demokratik yönetim biçimiyle Batılı ülkelerle bağı ve gelecek hedefi olan devletimizin, etnik olarak Orta Asya’dan Balkanlara kadar uzanan bir kardeşlik bağı bulunmaktadır.

Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu vesilesiyle de üç kıtada yaşayan onlarca milletle ortak tarihi ve kültürel bağımız bulunmaktadır.

Dini açıdan bakıldığında ise kardeşlik bağımız, kıtaları ve okyanusları aşmaktadır.

Merhametiyle, yardımseverliğiyle gönüllere taht kurmuş yüce milletimiz; dünyanın neresinde olursa olsun, hangi ırktan, hangi inançtan olursa olsun zulme, yıkıma, kıyıma uğrayan insanların imdadına, resmi ya da sivil kuruluşları aracılığıyla koşmuştur. İnsanımızın gönlünden kopan yardımlar kâh su kuyusu olmuştur, kâh gıda kolisi… Kimine afetlerden sığınacağı bir çadır, kimine briketten bir yuva olmuştur.

TARİH BUGÜN DE BENZER BİR YOL ÇİZMEKTEDİR

Türkiye’nin gücüne güç katan pek çok faktör daha sıralanabilir elbette. Son derece önemli olan bu avantajlarımız, takdir edersiniz ki bu bölgeyle, bu ülkeyle ilgili sinsi planları, hain emelleri olan dış mihrakların ve onların uzantılarının da farkında olduğu bir durumdur. Bu nedenledir ki, ülkemiz yüz yıllardır bir istikrarsızlık adasına dönüştürülmek istenmiştir.

Coğrafyamızın bir türlü kurtulamadığı işgaller, darbeler, iç savaşlar, soykırımlar, diktatörlükler, halklardan kopuk yönetimler de hep bu nedenledir. Bu kötü gidişata dur demenin yolu birlik ve beraberlikten geçmektedir. Bu birlik ve beraberliği sağlamanın en kestirme yolu da güçlü bir devletin mazlum milletlere önderlik etmesidir.

Türkiye, kendine olan güvenini büyük oranda inşa etmiştir. Türkiye, kendi gücünün farkına varmıştır artık.

Asırlardır, İslam coğrafyasına liderlik, hâmîlik yapmış, zulmün karşısında, mazlumun yanında, tarihin doğru tarafında durmuş Türklere, tarih doğal olarak bugün de benzer bir rol çizmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye, Türkiye’den büyüktür” sözünün arkasında da bu güç yatmaktadır.

Suriye’de yaşanan süreç bunun en büyük kanıtıdır.

13 yıl önce başlayan Esed zulmü karşısında ısrarla mazlumların yanında yer alan, onlara kapılarını açan Türkiye, bugün Suriye’de hem halkın hem de yeni yönetimin başının tacıdır.

13 yıl boyunca göçmenler üzerinden yürütülen siyasi, ekonomik, toplumsal yıpratma çabalarına karşı dik duruşunu koruyan Türkiye, hem içeride hem de dışarıda kazanan taraf olmuştur.

Bugün artık ABD’nin yeni Başkanı Trump dahil tüm dünya liderleri, Türkiye’nin zaferinden, gücünden bahsediyor.

Yazımızın başında da vurguladığım gibi “Türkiyesiz bir denklem kurulamayacağını” cümle alem kabullenmiş durumdadır.

TÜRKİYE’NİN YÜKSELİŞ TRENDİ

Bir yıl önceki “Türkiye Yüzyılı” temalı vizyon ekimizde kaleme aldığım “Teknik analizler de Türkiye Yüzyılı diyor” başlıklı yazımda, finansal bakış açısıyla da olsa Türkiye’nin yükselen trendine dikkat çekmeye çalışmıştım. ‘Teknik analiz’ metodolojisiyle, Türkiye’nin siyasi, askeri, sosyolojik, ekonomik vb. açılardan geleceğine yönelik beklentilere dikkat çekmiştim.

O yazımın son bölümünü burada tekrar hatırlatarak, tespitlerimi ve mesajımı yinelemek istiyorum:

“Son 10 yıl içeresinde karşılaştığı iç ve dış tüm tehditleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan öncülüğünde bertaraf eden Türkiye, eski Türkiye olsa, başka bir ülke olsa büyük krizlere yol açabilecek onlarca gelişmeden hep güçlenerek çıktı.

Yarınlar neler getirir bilemeyiz ama Türkiye en kötü senaryoları geride bıraktı. En dip destek seviyelerinde bile kırılmaya izin vermedi, grafiğini aşağıya çekmedi.

Kovid döneminde bile V çıkışı yapabilmiş ender ekonomilerden biri oldu. Etrafındaki savaşlara, başındaki tehditlere rağmen ekonomik, askeri, siyasi alanlarda gücüne güç katmaya devam etti.

Şimdi sıra yatırımda, üretimde, ihracatta, markalaşmada, savunma sanayiinde, otomotivde, enerjide, teknolojide Türkiye’nin grafiğini yukarılara taşıyacak gelişmelerde…

Elbette bu yolda önüne yeni zorluklar çıkacaktır ama dün olduğu gibi yarın da bunları rahatlıkla atlatacaktır.

Türkiye’nin grafiğinde bundan sonra kırılma riski bulunan destek seviyelerinden kat kat fazla aşılması gereken direnç seviyeleri konuşulacaktır.

Türkiye’ye karşı her zaman ön yargılı, adaletsiz yaklaşan kredi derecelendirme kuruluşlarının not görünümlerini iyileştirmeleri de bunun habercisidir.

Oluşan yeni trend, yükseliş trendidir. Türkiye Yüzyılı trendidir…



#Vizyon 2025
#Yılmaz Yıldız
#Türkiye Vizyonu