Şair ve Zeybek

Turan Karataş
00:0013/05/2009, Wednesday
G: 5/05/2009, Tuesday
Yeni Şafak
Şair ve Zeybek
Şair ve Zeybek

Yıllardır Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde bekleyip duran Necip Fazıl'a ait mektuplar Alâattin Karaca'nın yeni yazıya aktarması ve yer yer yorumlarıyla kitaplaştı. Necip Fazıl-Adnan Menderes ilişkisini/ yakınlığını daha bir aydınlatan mektuplara başka belgeler de eklenmiş. Bu sebeple kitabın adının (Necip Fazıl Adnan Menderes İlişkisi) altında “mektuplarla belgelerle” ibaresi var. Dahası da var, Karaca, söz konusu mektuplara ve belgelere başka kaynakların (meselâ; Necip Fazıl, Benim Gözümle Adnan Menderes; Sezai Karakoç, Hatıralar) desteğini de ekleyerek yakın dönem siyasi tarihimizin pek dalgalı, siyasi mücadele bakımından pek hırslı ve çalkantılı olan bir dönemine (1950-1960), Necip Fazıl cephesinden bir pencere de açıyor. Böylece, N. Fazıl'ın Demokrat Parti'ye bakışı, bu on yıllık dönemde Büyük Doğu'nun yayınlanış macerası (toplatmalar, kapatmalar, yankılar, yardımlar), yazdıkları yüzünden Üstad'ın yaşadıkları (sorgulamalar, mahkemeler, mahkûmiyetler), siyasi mücadelesi daha bir belirginleşmiş oluyor.

Zabtedilmez bir ruh, köpüren ve taşan bir aksiyon adamı, yılmaz bir mücadele azmi, ürkütücü bir 'ben'… Necip Fazıl'ın bu özelliklerini açıkça görüyoruz mektuplarında. Ayrıca, mektuplar ve belgeler, onun dava adamı kimliğini, dünya görüşü bağlamında kimi özelliklerini daha bir aydınlatıyor. “Şiddetli Müslüman, milliyetçi, şahsiyetçi, maymunvari taklit hareketlerine zıt bir tip olduğu”nu da berkitiyor. Başka hususlar yeniden, farklı açılardan gündeme getirilmiş oluyor. Söz gelimi, Büyük Doğu idealini, Yassıada Mahkemesi Başkanı'na şu şekilde açıklıyor Üstad: “Garb'ın bütün müpet bilgilerini Rönesans anlayışı içinde almak ve Şark'ın ruhunu aynen muhafaza etmek, dinin paklığını ve saffetini, asaletini, Garb'ın büyük kafasında tekamül ettirmek ve bu ruha tatbik etmektir.” (s. 171)

Asıl mühimmi, Necip Fazıl'ın, dergisini/ gazetesini çıkarmak için ne azim ve şedit mücadeleler içine girdiğini, para temini için Başvekil'den ne ricalarda bulunduğunu tabir yerindeyse yüreğimiz burkularak okuyoruz. Üstad, bu kadar ısrarlı taleplerinin gerekçesini şu şekilde açıklayacaktır: “1954'ten 1960'a kadar taştan taşa vurulan, zindandan zindana süründürülen mukaddesatçı, milliyetçi, Anadolucu, ahlâkçı bir idealin himayesi yolunda para aldım.” (s. 170) Çarpıcı bir gerçek de, Necip Fazıl'ın bu kadar yakın olduğu bir iktidar döneminde, bu kadar fazla soruşturmalar, mahkûmiyetler, sıkıntılar yaşamasıdır.

Öte yandan, Demokrat Parti içindeki hizipleşmeler, Menderes aleyhine parti içinde çevrilen kimi dolaplar da var mektupların birinde. Necip Fazıl'ın bu meyanda, bir aydın sorumluluğuyla ve vicdan borcuyla Başbakan'a uyarıları şayan-ı dikkattir. Keşke, 17.12.1955 tarihli mektubu bugünün siyasileri de okusa ve de üzerinde düşünseler…

Kitabın en tafsilatlı kısmı (50 sayfa) “Ahmet Emin Yalman Suikastı”na ve dolayısıyla Necip Fazıl'ın “Malatya Müdafaanâmesi”ne ayrılmış. Benim gözümde bir savunma şaheseri olan söz konusu metnin Üstad'ın Müdafaalarım kitabına girmeyen kısımlarını okuma fırsatı buluyoruz bu kitap sayesinde. Malatya Davası'nın bir numaralı sanığı Hüseyin Üzmez hakkında, Üstad'ın elli altı yıl önce yaptığı tavsif okunmaya değer. Bir kısmını alıyorum: “Yani bu genç herkesin ısınmak, ısıtmak ve ılık iklimler vücuda getirmek üzere kullandığı ateşi, kendi maddî ve manevî öz evinin içine serpen, yangın çıkaran, her şeyi kavuran… bir tip. … silahlı, tabancalı, hançerli, tırnaklı ve ölçüsüz, hesapsız, frensiz, muvazenesiz kahramanımız!..” (s. 63, 64)

Kitapta yer alan mektuplar ve belgeler vesilesiyle Necip Fazıl'ın keskin bir zekâya, şaşırtıcı bir mantığa ve ne kadar güçlü bir ifade kudretine sahip olduğuna bir kez daha tanık oluyoruz. Bir cümle: “Ve nihayet, iddianâme isimli, tek ilim ve hukuk haysiyeti olmayan bu korkunç tahrifnâme, iftiranâme, siyasetnâme, gayretnâme, Ankara savcısına, hangi vicdan tabusu içinde ve hangi şeytan tarafından dikte edilmiştir?” (s. 79)

Bunların yanında, iktidar-sanat ya da sanatçı ilişkisi, üzerinde düşünülmesi gereken bir sorun olarak yeniden gündeme geliyor. Bana sorarsanız, sanatkâr iktidarla kolkola girmemelidir. Sanatçıya bu bağlamda düşen ödev, eksiklikleri ve aksaklıkları görüp göstermektir. Herhangi bir iktidarın borazanlığını yapan sanat da sanatçı da yaşayamaz, yaşamamıştır. Necip Fazıl'ı, belki de masum ve mazur gösteren dönemin ağır şartlarıdır. “Dikta rejimi”nden yenice çıkılmış, milletin kök değerleri tahrip edilmek suretiyle mütedeyyinler korkunç derecede sindirilmiştir. CHP Başvekili Şükrü Saraçoğlu'nun basına va'zettiği “Allah ve ahlâktan bahsetmek yasaktır” buyruğu zihinlerdedir. Böyle bir vasatta yürütmeye gelen yeni siyasi iktidarın (bilhassa Başvekilin) söylemleri (maneviyat, ezan, ahlak, yerlilik), tahrip edilen kök değerleri yerine koyma, diriltme çabaları, onlara itibar kazandırması, bir dava adamı olarak Necip Fazıl'ı fevkalâde heyecanlandırmıştır. Fikirleriyle bu iktidara yardım etmek, elindeki en kuvvetli silahı (Büyük Doğu) yaşatarak bir güç ve nüfuz kazanmak ve bu yollardan idealine ulaşmaktır N. Fazıl'ın arzusu. Yine de, Üstad'ın Büyük Doğu'yü günlük gazete biçiminde çıkarmak ya da yaşatmak yolunda, dönemin Başbakanı'ndan maddi yardımlar talep etme biçimi, bugünden bakınca şık durmuyor. “Uğrunuzda seve seve ömrünü tüketecek derecede sizi seven ben” ya da “ellerinizden, dudaklarımı derinize yapıştıracak ve hiç ayırmayacak bir hararet ve merbutiyetle öperim” ifadeleri, Üstad'ın övgüde ve yergide ölçüsüzlüğüyle izah edilebilir mi?

Bir yandan aklıma gelmedi değil, “bu mektuplar olduğu yerde dursa mıydı” diye! Bizim için bir sıkıntı yok da, Necip Fazıl'ın birçok zihindeki imajı olduğu gibi kalsa daha mı iyiydi? Doğrusu bilemiyorum. Yıllar önce yayımlanan Kadir Mısıroğlu'nun Üstad'la ilgili kitabı karşısında da rahat edememiş, hatta öfkelenmiş, benzer ikilemler yaşamıştım.

Sonra teselli buluyorum, insan biraz da böyle değil mi, diye.

“İnsan bu” dememiş miydi Üstad, “su misali, kıvrım kıvrım akar ya!” Evet, insan böyle. Şaşırmaya hacet yok!

Yunus bu hâli ne güzel tavzih eyliyor:

Hak bir gönül verdi bana,

hâ demeden hayran olur/

Bir dem gelir şâdi olur

bir dem gelir giryân olur/

Bir dem çıkar arş üzere

bir dem iner tahte's-sera/

Bir dem sanasın katredir

bir dem taşar umman olur/

Bir dem gelir İsa gibi ölmüşleri diri kılar/

Bir dem girer kibr evine

Firavn ile Hâmân olur.