Japon ve İslam kültürü buluşsun diye çabam

Latife Beyza Turgut
Latife Beyza Turgut
04:0026/01/2025, Pazar
G: 26/01/2025, Pazar
Yeni Şafak
Naoki Qayyim Yamamoto
Naoki Qayyim Yamamoto

Japonya’da Türkiye’deki gibi geleneksel bir İslami kültür olmadığından bahseden Dr. Naoki Qayyim Yamamoto, “Ben de Müslüman bir Japon olarak geleneksel kültürmüzden ilham alarak ‘Japon İslami kültürü’ oluşturabilirsem bu diğer Japon Müslümanlar için de ilham verici, yol gösterici olur” açıklamasında bulunuyor.

Japonya’nın Okayama kentinde, Hristiyan bir ailede doğan Dr. Naoki Qayyim Yamamoto, 16 yıl önce İslam’ı seçerek Müslüman olmuş. Tüm yaşamını değiştirecek bu kararı almasında etkili olan ise lise yıllarında başına gelen trafik kazası ve sonrasında yaşadığı süreç. Yamamoto, kazanın ardından üst üste ciddi ameliyatlar geçirmiş ve ölüme bu kadar yakınken yaşamın amacını sorgulamaya başlamış. Bu sorgulamalar Yamamoto’yu kendini dine adamaya itmiş ve rahip olmak için ilahiyat fakültesine gitmiş. Fakültede diğer dinleri de öğrenmek için okuduğu kitaplardan biri onu çok etkilemiş ve bu kitabın yazarıyla tanışmak istemiş. İşte bizzat İslam’la karşılaşması böylece başlamış. Yamamoto, şuan Türkiye’de yaşıyor ve Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Yaptığı çalışmalarla Müslüman olduktan sonra yoksunluğunu çektiği “Müslüman Japon kültürünü” inşa etmek için büyük uğraş veriyor. Dr. Naoki Qayyim Yamamoto ile hem hidayet yolculuğunu hem de Müslüman-Japon kültürünü oluşturma çabalarını konuştuk.


Hristiyan bir ailede doğup İslam’ı seçme nedeninizi bizimle de paylaşır mısınız?

Hristiyan bir ailede doğdum. Rahip olmak için ilahiyat fakültesine gittim. Ama aynı zamanda diğer dinleri de öğrenme istedim. Bu nedenle diğer dinlere ait kitapları da okudum. Japonya’da ilk kadın mühtedilerden Khawla Nakata Kaori’nin “Allah’a Giriş” kitabı beni çok etkiledi. Khawla Nakata Kaori’nin eşi Hassan Nakata Ko, benim okuduğum üniversitede çalışıyordu. Hassan Nakata Ko, Kahire Üniversitesi’nden İbn Teymiyye’nin siyasi düşüncesi üzerine uzmanlaşmış bir doktora derecesine sahip bir isimdi. Onunla irtibata geçtim. Benimle hemen ertesi gün görüştü. Bu görüşmede Khawla Nakata Kaori’nin bir yıl önce vefat ettiğini öğrendim. Eşinin vefatından dolayı derin bir üzüntü yaşayan Hassan Hoca, Kaori’nin geride bıraktığı eseri ile amel defterinin her daim açık olacağından teselli bulmuş. Benim de onun kitabıyla İslam’ı merak edip araştırmam onu çok mutlu etti ve beni yetiştirmek istedi. Daha sonra, İslami eğitimler almam ve dünya görüşümün genişlemesi için bir İslam ülkesinde eğitim almamı tavsiye etti. Benim aklımda Suriye’ye gitmek vardı. Henüz savaş başlamamıştı ama karışıklıklar vardı. Bu nedenle tereddüt ediyordum. O zaman bizim üniversiteye uluslararası bir konferans için gelen bir Türk hoca ile istişare yaptık. Bana Türkiye’ye gelmemi söyledi. Lisans üçüncü sınıfta İstanbul’a geldim ve 9 ay kaldım. Temel dini bilgiler ile Arapça eğitimi aldım.


Kadın mühtedi olmak çok daha zor

Müslüman olduktan sonra adınızı değiştirmiyor, bir isim daha ekliyorsunuz. “Kayyim” adını neden seçtiniz?

Aslında istediğim isim “Abdulkayyim”dı. Japon ismim “Naoki” doğru, doğru yol gibi anlamlara geliyor. Arapçadaki “müstakim” kelimesi gibi. Ben de Müslüman olunca aynı kökten olan “Abdulkayyim” ismini aldım. Ama Japonlar için Abdulkayyim’i telaffuz etmek çok zor o yüzden Kayyim olarak kullanıyorum.


İslamiyet’i seçerken sizin için en zorlayıcı unsur ne oldu?

Başlarda yemekler konusunda dikkat etmek biraz zordu. Ama bu, kadınların karşılaştıkları zorluklar yanında çok hafif kalır. İnternette erkek mühtedilerin bir çoğu Müslüman olduktan sonra birçok zorluklarla karşılaştıklarını söylüyorlar. Ben onlara pek aldırış etmiyorum. Çünkü bu zorluklar kadınlarla mukayese edilemez. Örneğin Müslüman bir kadının başörtü takmasına Japonlar tuhaf gözlerle bakar. Bizim için şekilsel bir zorluk yok sadece namaz kılacak yer bulmak gerçekten zor. Tokyo gibi büyük şehirlerde mescitler var ama her şehirde mescit bulunmuyor. Bu yüzden ben Japonya’dayken gün içerisinde namaz kılmak için giysi mağazalarındaki deneme kabinlerini kullanıyordum.


Türkiye’de, Japonya’da insanların Müslüman olmamasına rağmen İslam ahlakına daha yakın bir yaşayışa sahip olduğu gibi bir düşünce var. Bu konuda siz ne dersiniz?

Bu bir açıdan doğru ama bir açıdan da yanlış. Mütevazi bir hayat yaşamak, insanlara saygı göstermek, edepli gözükmek Müslüman gibi görünüyor olabilir. Ama İslam ahlakı daha kapsamlı bir ahlaktır. Evet, Japon insanları naziktir ama Japonya’da çocuklara karşı çok soğuk davranılır. Hatta sevilmez. Metrolarda yollarda bebek arabalı kişilere yer verilmez üstüne bazen bebek arabasına çelme takıldığını da görebilirsiniz. Bir başka olumsuz örnek; diyelim ki sokak ortasında bir adam hastalandı veya bayıldı. Kimse onunla ilgilenmez, yardım etmez. Özellikle büyük şehirlerde. Onun için bir toplum dışarıdan çok ideal bir toplummuş gibi gözükebilir. Ama yaşadığınızda öyle olmadığını görürsünüz.


Türkiye için çalışmak istedim

Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsünde görevlisiniz. Burada ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Şuan Japon klasik kitaplarını Türk öğrencilerle beraber ortak proje olarak Türkçeye çevirip Türkiye’de yayınlıyoruz. Prenses Kaguya Masalı ve Çiçeğin Ruhu: Noh Tiyatrosunun Klasik Öğretileri kitaplarını ilk kez Türkçeye kazandırdık. Prenses Kaguya Masalı Japonya’daki en eski romandır. Noh Tiyatrosu da Japonya’daki en eski oyun sanatı. Bu kitapları seçme nedenim şuydu: Elbette çok değerli Japon uzmanları var ama Türkiye’de saf Japon çalışmaları hâlâ oturmadı diye düşünüyorum. İstanbul’da çalışan Japonlar da var ama onlar da Türkiye özelinde çalışıyor ama Türkiye için çalışan çok az. Benim alanım da Osmanlı Tasavvufu. Bu alan üzerine çalışıyorum ama aynı zamanda Türkiye için de çalışmak istedim. Bu kitapları Türkçeye çevirerek bir katkı sağlamak istedim.


Aynı zamanda Japon alfabesiyle kaligrafi eserleri de üretiyorsunuz. Bu çalışmalara nasıl başladınız?

Japonya’da kaligrafi eğitimi çok yaygın. Ben de uzun zamandır Japon bir hocadan kaligrafi eğitimi alıyorum. Ayrıca Çin İslam sanatlarından “hatt-ı sini” üzerine de çalışmalar yapıyorum. Bu kadim bir sanat. Dkey hali ile Çince olarak okunuyor ama yatay olarak çevirdiğinizde Arapça yazıldığını görüyorsunuz. Hazırladığım bir çalışmada; dikey olarak Çince okuduğunuzda “tapmak” anlamına geliyor, yatay olarak Arapça okuduğunuzda da “Subhanallah”. Bu orada yaşayan Hui Müslümanlarının bakış açısını gösteriyor. Onlar kutsal dil olarak Arapça günlük konuşmada Çinceyi tercih ediyorlar. Bu ikisini birlikte ifade edebilecekleri çok özel bir formül bulmuşlar ve kendi sanatlarını ortaya koyuyorlar. Biz Japonlar, Çinlilerle aynı alfabeyi kullanmıyoruz ama okuyabiliyoruz. “Hatt-ı sini” bu nedenle bizim için çok kıymetli. Bu sanata başlamamın sebebi Japonya’da Türkler veya Araplar gibi geleneksel bir İslami kültür olmaması. Bizim Müslüman toplumumuz çok yeni bir toplum. Ama etrafımızdaki ülkelerde çok muhteşem bir İslami kültür var. Dolayısıyla Çin’deki İslam kültürü Japonlar için çok faydalı. Çünkü Japonlar için İslam çok uzak bir yerde, sadece Arapların inandığı bir din. Birçoğu Türklerin Müslüman olduğunu bile bilmiyor.


Birilerinin bu kültürü inşa etmesi gerekiyor

Ben Müslüman bir Japon olarak Japon geleneksel kültüründen ilham alarak “Japon İslami kültürü” oluşturabilirsem bu diğer Japon Müslümanlar için de ilham verici, yol gösterici olur. Ben Japon olduğum için değil, Müslüman olduğum için kendi kültürüme saygı gösteriyorum. Japonya’da şöyle bir anlayış var: geleneksel bir Japon-Müslüman kültürü olmadığı için bir Japon Müslüman olduğunda Araplaşıyor ya da Malaylaşıyor… Benim sanatla uğraşma sebebim de bu. Herşeyden önce kendim için böyle şeylerle uğraşıyorum. Japonya’da Türkiye’deki gibi bir İslam kültürü olmadığı için Müslüman olduktan sonra kimlik krizi yaşadım. Özgüvenimi ve aidiyetimi kaybettim. Bir zaman Türkleşmeye çalıştım, olmadı. Japoncayı bırakarak tamamen Arapça konuşarak devam etmek istedim olmadı. Japon olarak doğduysam böyle yaşamam gerekiyordu. Ama bu İslam kültüründen uzak yaşamak değildi. İslam kültürü yoksa birinin bunu inşa etmesi gerekiyor. Japonya’da özellikle ikinci ve üçüncü nesilde benim yaşadığım gibi kimlik krizi yaşayanlar çok var. Bu yüzden bazı gençler çalışmalarımı görünce çok sevindi. Özellikle farklı etnik kökenlere sahip Japon gençleri nefret söylemlerinin ortasında olduğu zaman Japonya’da yaşama hakları yok gibi hissediyorlar. Japon İslami kültürü sadece Japonya’dan ilham almıyor. Ben Çin İslami kültüründen, Japon kaligrafisinden ve Türk İslam kültüründen etkilenip hazırladığım eserler var.


Japon Müslüman sayısı 3. nesil ile artıyor

Sizden sonra Japonya’da İslamiyet’e girenler oldu mu?

Benden sonra Türkiye’ye gelen birkaç öğrencim oldu. Hâlâ her sene yeni öğrenciler geliyor. Ama bizim toplumumuz çok küçük ve az olduğu için büyük bir değişim zor. Ama Japonya’da giderek Müslüman sayısı artıyor. Bu benim gibi mühtedilerle değil de Müslümanlarla evlenen Japonlar sayesinde oluyor. Onların ikinci üçüncü nesli artık tam bir Müslüman oluyor. Farklı etnik kökene sahip Japon Müslüman çocuklar var. Çok fazla genç var. Bu çok güzel bir şey çünkü Japonya’da diğer din toplulukları giderek yaşlanıyor. Örneğin Hristiyan Japonların yaş ortalaması resmi rakamlara göre 65. Dolayısıyla bir 30-40 sene sonra Japonya’da Hristiyanlık bitecek. Ama İslamiyet gençlerle yükselmeye devam ediyor.


Japonya tarihinin yarısı savaşlardan oluşur

Bir makalenizde Japonlar arasında “Tek tanrıcılık hoşgörüsüzlüktür” gibi bir argümanın yaygın olduğundan bahsediyorsunuz. Nerden çıkmış bu argüman?

Bu Japonlar arasında çok sık dillendirilen, yüzeysel bir yargı. Onlar için “Savaş nerede?”, “Orta Doğu’da”, “Orta Doğu neye inanıyor?”, “Tek tanrıya”. O zaman onlar birbirlerinin inançlarına hoşgörüsüz oldukları için savaşıyorlar gibi bir düz mantıkları var. Oysa Japonya’da tarih boyunca pek çok savaşa sahne oldu. Zaten II. Dünya Savaşı’na biz de katıldık. Hatta modernleşme sürecinde iç savaş da vardı. Japonya tarihinin yarısı savaştır. İnsanın tarihi budur çünkü. Savaş olup olmaması dinle alakalı değil, insanın tabiatından çıkan bir şey.

Bize ilkokulda hep, Japonyaların çocuklarını Hiroşima’ya götürüp oradaki savaşın izlerini görmelerini ve ders alarak okumaya dört elle sarılmaları gerektiğini gösterdiklerini söylerlerdi. Sahiden böyle bir şey var mı?

Ben ilkokul ve liseyi Hiroşima yakınlarında okudum. Evet, bizi götürdüler. Ama siz nasıl Çanakkale’ye Şehitler Abidesi’ni ziyarete gidiyorsanız öyle. Bence pek bir farkı yok.


#Japonya
#İslam
#Müslüman