Heidelberg 17. yüzyılın sonlarında Orta Çağ planına sadık kalınarak barok tarzda yeniden inşa edilmiş. Asırlık binaların cepheleri, kemerli geçitleri, avluları o kadar çok detay sunuyor ki öyle bir bakıp geçemiyorsunuz. Tıpkı Victor Hugo’nun bu şehre yaptığı seyahatte dediği gibi “Heidelberg’den geçmemelisin, burada kalmalı, burada yaşamalısın…”
Frankfurt’taki programım planladığımdan kısa sürünce Almanya seyahatime Heidelberg’i de dahil ettim. Bir saatlik yolculuk sonrasında vardığım bu şehir, bana Frankfurt’un hediyesi oldu. İçinden geçen nehri ve etrafını çevreleyen gür ormanlarıyla kendini hemen sevdiren şehirlerden olan Heidelberg’i vakit kaybetmeden gezebilmek için aracımızı bıraktığımız otoparkın merdivenlerini hızlıca çıkıyorum. Adı Karlsplatz olan güzel bir meydandayım. Ortadaki çeşmenin başında toplanan turistlerin hemen hepsi bir noktaya yönelmiş fotoğraf çekiyor . Az sonra ben de bu tabloya dahil oluyorum. Çünkü Heidelberg’in o meşhur kırmızı kalesi tam karşımda.
BAROK ELBİSEYLE YENİDEN
Eski şehrin bir buçuk kilometre uzunluğundaki trafiğe kapalı caddesindeyim (Haupstrasse). Savaşlar, seller ve yangınlar atlatan Heidelberg , 17. yüzyılın sonlarında Orta Çağ planına sadık kalınarak barok tarzda yeniden inşa edilmiş. Arnavut kaldırımlı cadde boyunca yan yana dizilmiş üç, dört katlı binaların cepheleri, kemerli geçitleri, avluları o kadar çok detay sunuyor ki öyle bir bakıp geçemiyorsunuz. Çiçeklerle, sarmaşıklarla süslenmiş asırlık binaları inceliye inceliye bir diğer güzel meydan Kornmark’tayım. Heidelberg Kalesi’ne çıkan tarihi dağ demiryolu da burada. Kaleyi bugünlük arkamda bırakıyorum ve caddenin en çok görüntülenen binalarından olan Marktplatz’daki Hotel Ritter’e doğru yürüyorum.
KEBAPÇININ KOMŞUSU
Bugün komşularından biri kebapçı olan Hotel Ritter 1595’de tüccar Charles Belier tarafından zenginliğinin sembolü olarak yaptırılmış. Cephesi büstler, koç ve çiçek motifleriyle donatılan Ritter barok caddenin biricik ‘rönesans’ı ve üç büyük yangından kurtulabilen tek ev olmasıyla ünlü . Ritter’in kurtuluşunu Victor Hugo Le Rhin’de “Yangın korkunçtu, Heidelberg’in tamamı yandı. Şehri saran ateş ve duman girdabı azalırken, o kül yığınının içinde , tek bir ev görülüyordu. Her zaman olduğu gibi 1595’in eviydi ” şeklinde anlatmış. Marktplatz eskiden pazar yeriymiş şimdi ise kafelerin mekanı . Heidelberg’de görülmesi tavsiye edilen Kutsal Ruh Kilisesi de bu meydanda.
MUTLU HAREKET
Hauptstrasse’den hemen Marktplazt’ın paralelindeki Karl Theodor köprüsünü görmek için Neckar Nehri’nin kıyısına indim. Nehrin iki yakası da ayrı güzel . Kestane ağaçlarının altında yürüyüş yapanlar, sandalla gezip kürek çekenler kadar şehrin bu ‘mutlu hareket’ini köprüden izleyenler de az değil. İkiz kuleli köprü kapısı Orta Çağ’dan kalma. Ancak köprü, ahşap selefleri selle baş edemediğinden sekiz kez yıkılmış. Seçmen Karl Theodor’un taş köprüsü ise İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalıların ilerlemesini durdurabilmek için Almanlar tarafından havaya uçurulunca , son olarak Heidelberglilerin bağışlarıyla bu köprü inşa edilmiş. Bu arada savaş sırasında Almanya’nın hemen her şehri büyük hasar almışken Heidelberg ‘Orta Çağ’ haliyle nasıl bugünlere gelebilmiş sorusunun net bir cevabı yok. Kimi Heidelberg’in sanayi şehri olmaması ya da savaş sırasında burada çok sayıda askeri hastane bulunmasının şehri koruduğunu söylerken kimi ise şehrin ABD’nin Almanya’daki karargahı olmasını bu sorunun cevabı olarak görüyor.
DÜNYANIN GENCİ
Hauptstrasse’ye dönerken dört köşesinde yuvarlak gözetleme kuleleri olan bir yapı bende içini görme hissi uyandırdı. Kemerli kapısından girdiğim büyük avlu, farklı dillerde sohbet eden gençlerle doluydu. Açıkcası Almanya’ya geldiğimden beri bu kadar genci bir arada görmemiştim. Almanya ‘yabancı öğrenci’lerini, vasıflı işçi ihtiyacına çözüm olarak gördüğünden özellikle önemseniyor. Geçmişte cephanelik olarak kullanılan Marstall adındaki bu bina ise üniversitenin kafetaryasıymış.
Konu öğrencilere gelmişken Heidelberg’i biraz da Birinci Dünya Savaşı sürerken Almanya’ya gönderilen binlerce Türk gencinden biri olan Şaziye Berin’in günlüğünden okuyalım. 20 Şubat 1918 de “Bu hafta Yohan Niskuyer tiyatrosunu ve Traviyatı operasını gördüm ” cümlesiyle başlayan günlükte Heidelberg’in sosyoekonomik hayatının savaş sırasında bile ne kadar canlı olduğunu görüyoruz:
“Tehlike düdükleri, tayyare ve müdafaa topları gürültüleri sustu, buna rağmen lambaları yakmadık. Beşte uyandım. Karşıki ormandan binlerce kuşun latif, hafif sadaları hiç tekid olunamayacak yüksek bir musiki şeklinde cıvıldıyordu. Dağ tramvayı ile 600 metre irtifaında olan Königştul’a çıktık. Şehir çok güzel görünüyordu. Hava fenal değil. Nekar’da kürek çektik. Bir kişilik ve tek kürekli sandalla kürek çekmeyi öğrendim. Dönüşte oyuncak mağazasına girdik. Otuz kuruşluk oyuncak aldım. Tekrar Neckar sahiline gittim. Nekar üzerinde pek çok sandal vardı. Hava güzel. Büyük gölgeli kestane ağaçlarının altında oturduk, limonata içtik. Yağmur serpelemeye başladı. Koşa koşa eve geldik. Harp bitti. Bu akşam şehir tekrar, yine ziyalara gark oldu Gece konferansa gittim. Alman kadınlarının siyasetle alakadar olmaları, çok gazete okumaları tavsiye ediliyordu. Darülfünun pek kalabalıklaştı, harpten dönen bütün gençler darülfünunda tekrardan tahsile başladı.”
ÖĞRENCİ HAPİSHANESİ
Darülfünun yani Almanya’nın ilk üniversitesi olan Heidelberg Üniversitesi, müze ve kütüphanesiyle Hauptstrasse’nin üniversite meydanında. Ancak burası daha çok öğrenci hapishanesiyle meşhur. 1914’de kapatılana kadar, geceleri yüksek sesle şarkı söyleyen, toplum içinde kötü davranışlar sergileyen, polise sataşan öğrenciler buraya hapsedilmiş. Dört duvar arasında sıkılan gençler de duvar ve tavanları resim ve yazılarla donatmış. Müzeye dönüştürülen hapishanenin resimleri artık turizmin konusu haline geldiğinden şimdilerde daha bir ‘değer’li .
BURADA YAŞAMALISIN
Müziğin sesini takip ederek bir bahçeye girdim. Neşeli orta yaş korosundan biri elime broşür tutuşturdu. Burası şehrin kültür tarihine ev sahipliği yapan Kurpfalzisches Müzesi’ymiş ve Heidelbergliler şarkı söylemeyi çok severmiş.
Caddenin sonuna geldim. Akşam olmak üzere. Günü Haupstrasse’de bitirdim ama Victor Hugo’nın dediği gibi “Heidelberg’den geçmemelisin, burada kalmalı, burada yaşamalısın. ” Ben de anlaşılan burada planladığımdan uzun kalacağım…