Türk resminin en önemli isimlerinden Şevket Dağ’ın (1875-1944) eserleri, Bozlu Art Project Mongeri Binası’nda açılan Zaman ve Mekânın Büyüsünde Bir Ressam: Şevket Dağ Sergisi’nde sanatseverlerle buluşuyor. Humanis ve Bozlu Art Project iş birliğiyle hazırlanan sergide Şevket Dağ’ın 60’dan fazla eseri ilk kez toplu olarak sergileniyor.
Resimlerindeki detaylı ve eşsiz iç mekân tasvirleriyle sanat tarihimizde önemli bir yere sahip olan Şevket Dağ’ın eserleri, sanatçının yaşamının ardından farklı karma sergilerde yer almakla birlikte bugüne kadar, eserlerinin bir arada görülebileceği kapsamlı bir sergi düzenlenmedi. İstanbul’un tarihî mekanlarına odaklanan çok sayıda esere imza atan Şevket Dağ, bu sergi vesilesiyle çok değer verdiği İstanbul ile yeniden kucaklaşmış oluyor.
Proje direktörlüğünü Fahri Özdemir’in ve küratörlüğünü Oğuz Erten’in üstlendiği sergide Ayasofya ve Rüstem Paşa Cami’nin iç görünümleri, Topkapı Sarayı Revan Köşkü, Amcazade Yalısı, natürmortlar, İstanbul manzaraları ile İzmir Alsancak Garı konulu eserler öne çıkıyor. Sergide Şevket Dağ’ın tablolarının yanı sıra eskiz defterleri, kullandığı paleti, şövalesi, boya kutusu, fotoğrafları gibi kişisel eşyaları ve çeşitli yazışmaları da yer alıyor. 42 farklı koleksiyoner ve kurumun eserlerini verdiği sergide Şevket Dağ’ın başyapıtı olarak gösterilen “Ayasofya İçi” adlı eseri de bulunuyor. Sergi, 25 Kasım’a kadar Bozlu Art Project Mongeri Binası’nda görülebilir. Sergi için ayrıca “Zaman ve Mekânın Büyüsünde Bir Ressam: Şevket Dağ” adlı Türkçe ve İngilizce olmak üzere 320 sayfalık bir sergi kataloğu da hazırlandı. Katalogda; Sinan Genim, Fahri Özdemir, Evrim Altuğ, Malik Aksel, Cemal Tollu ve Şeref Akdik’in yazılarının yanında Şevket Dağ’ın eserleri ve kendisiyle ilgili dokümanlar yer alıyor.
1875 yılında Kafkasya’dan göçen bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’un Küçükmustafa Paşa Mahallesi’nde dünyaya gelen Şevket Dağ, küçük yaştan itibaren resim sanatına ilgi duydu ve resim yapmaya başlamasıyla birlikte eğitim hayatının yönü de değişti. 1897’de birincilikle mezun olduğu Sanayi-i Nefise Mektebi’nde Osman Hamdi Bey, Alexandre Vallaury ve Salvatore Valeri’nin öğrencisi oldu. Sanayi-i Nefise’de Celal Esad Arseven, Sami Yetik, Mehmet Ruhi, Nazmi Ziya, Ali Sami Boyar, Hikmet Onat, İbrahim Çallı ve Avni Lifij ile eğitim gördü. Akademi’deki öğreniminin ardından Vakıflar İdaresi’nde memur olarak göreve başladığı gibi resim yapmayı ve sergilere katılmayı ihmal etmedi.
Galatasaray Lisesi Müdürü Tevfik Fikret’in yönlendirmesiyle 1909’da bu okulda resim öğretmenliğine başladı. Sanatının gelişmesinde, sanatkârları himaye eden ve seven Tevfik Fikret’in önemli bir rolü olduğu her fırsatta dile getirdi. Öğretmenliği boyunca öğrencilerini fotoğraflardan çalışmayı değil doğayı izleyerek resim yapamaya teşvik etti. Galatasaray Lisesi’ndeki öğrencileri arasında ünlü ressam Fikret Mualla da vardı. 1916’da Galatasaray Lisesi’ndeki görevi sonlandıktan sonra İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nda resim öğretmenliğine devam eden Şevket Dağ, bu okulda ilk kez bir resim atölyesi kurdu. Ressam ve yazar Malik Aksel, İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nda öğrencilerindendi. Çeşitli kurumlarda resim öğretmenliği yapan ve pek çok sergiye katılan sanatçı, aynı zamanda usta bir saat tamircisi olarak adından söz ettirmişti. Saatlere ayrı bir merak duymuş ve Rumelihisarı’ndaki yalısında geniş bir saat koleksiyonu oluşturmuştu. Meşrutiyet devrinde yetişen ressamlardan biri olan Şevket Dağ hem meşrutiyet dönemi hem de Cumhuriyet dönemini yaşamıştır. Türk resim sanatında iç mekân (Interior) resimleriyle öne çıkan sanatçı, Atatürk’ün takdirini kazanmış ve 1935-1939 yılları arasında Konya milletvekilliği daha sonra da Siirt Milletvekilliği yaptı. Şevket Dağ, milletvekilliği döneminde bile “Ressam” titrini kullanması ve imzasında palete yer vermesi ile biliniyor.
Kişisel olarak ilk ve son sergisini 1902 yılında İstanbul’un Fatih Semti’ndeki Kuyucu Murat Paşa Türbesi’nin yakınlarında bir muhallebici dükkanında 5 eseri ile açmıştır. Daha sonra vefatına kadar çeşitli karma sergilere eserleriyle katılmıştır.
Şevket Dağ, 1916-1944 yılları arasında gelenekselleşen Galatasaray sergilerinin ilki hariç hepsine eserleriyle iştirak etmiştir. Kendisi de ressam olan Şehzade Abdülmecid Efendi, 1919 Galatasaray sergisine katıldıktan sonra usta ressamın eserlerine dair izlenimlerini şöyle ifade etmişti:
“Dinin ruha ne kadar keskin nüfuzu varsa, Şevket Bey’in tabloları da o nispetle bir kuvvete maliktir. Ruhu okşayan, nezih, latif kimliği ile Şark’ın hissiyatını, renklerine böylesine aksettiren başka bir ressama daha malik değiliz. Leonardo da Vinci senelerce sevgilisinin bir hafif tebessümünü tersim ettiği gibi, Şevket Bey de âsar-ı İslamiye’nin âşığı bir şairidir.”
Şevket Dağ, Çallı kuşağı gibi Paris’e gidip resim eğitimi alamamış olmasına rağmen onlarla empresyonizmi (izlenimcilik) benimsedi. Eserleri yurtdışında da pek çok sergide yer aldı ve uluslararası sanat ortamında tanınan bir isim haline geldi.
Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’nin kurucu üyelerinden olan Dağ, sanat tarihimizde cami ressamı olarak tanınmıştır. Çok sevdiği ve sıklıkla resmettiği Ayasofya’da çalışması için kendisine özel izin (İrade-i Seniyye) çıkartılmıştı. “Gözlerimi kapadığımda kendimi hep Ayasofya’daymış gibi hissederdim dediği” bu mabedi resmetmeye uzun yıllarını vermiştir. Ayasofya’dan sonra ressamla özdeşleşen bir başka mekân ise çinileriyle süslü Rüstem Paşa Cami’dir. Yeni Cami, Topkapı Sarayı, III. Ahmed Çeşmesi, Valide Hanı, Kapalıçarşı, Rumelihisarı gibi anıtsal tarihî eserlerle birlikte tuvalinde Boğaziçi’ne, İstanbul’un sokakları ve manzaralarına yoğunlaştı. 23 Mayıs 1944 günü Rumelihisarı’ndaki yalısına dönmek üzere bindiği Boğaziçi vapurunda kalp krizi geçirerek hayata veda eden Şevket Dağ sanatına tutkuyla bağlı bir ressamdı. Bu büyük sanat adamını, Hikmet Feridun Es Akşam gazetesinde (28 Mayıs 1944) yayımlanan yazısında şöyle yad etmekteydi: “Edebiyatta Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi İstanbul’u birçok renkleriyle yazıya sokmuşlardır. İstanbul onlara çok şey borçludur. Şevket Dağ da İstanbul’un birçok köşesini resme sokmuştur. Harap sebillerin, gölgeli cami avlularının, unutulmuş mescitlerin, ihtiyar yalıların dillerinden hiç kimse bu hakikaten dağ yapılı sanatkâr kadar anlamamıştır.”