28 Şubat postmodern darbesi, Türk demokrasi tarihinin utanç vesikalarından biri oldu. Sadece seçilmiş iktidar değil, bir millet topyekûn hedef alındı. Yeni Şafak, ‘Bin yıl sürecek’ denilerek bir milletin medeniyet kodlarını değiştirmeye zorlayan darbecilere karşı amansız bir mücadele verdi.
ürk demokrasi tarihinde 27 Mayıs’la başlayan darbe silsilesinin en karanlık sayfası olan 28 Şubat postmodern darbesinin diğerlerinden farkı, seçimle gelen siyasi aktörleri devirmenin yanında sermaye, medya, sivil toplum ve bürokratik elitlerle el ele bizzat milleti ve asırlara sâri değerlerini hedef almasıydı.
HEDEF MEDENİYET KODLARINI DEĞİŞTİRMEKTİ
‘Bin yıl sürecek’ sloganıyla bir milletin medeniyet kodlarını değiştirmeyi öngören sürecin başlangıcı 1994 yılı oldu. Milli Görüş lideri Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının kurduğu Refah Partisi, 76 il belediyesinden 28’ini kazandı. Kendini millet iradesinin üstünde konumlandıran sermaye elitlerinin merkezi İstanbul ve başkent Ankara da bu iller arasında yer aldı. Refah Partisi 24 Aralık 1995’te yapılan genel seçimlerde de yüzde 21,4 oy oranıyla birinci çıkınca vesayet heveslileri kıpırdanmaya başladı.
KARANLIK SENARYO DEVREYE ALINDI
Seçimin hemen ardından hükümet kurma görevi Necmettin Erbakan’a verilse de koalisyon için gözlerin çevrildiği DYP ve ANAVATAN Partisi yoğun baskılar nedeniyle ortaklığa yanaşmadı. Siyaset mühendisliği ile yerine ikame edilmek istenen ANAYOL hükümeti 4 ay gibi kısa bir sürede yıkılınca Necmettin Erbakan’a başbakanlık yolu açıldı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in istemeye istemeye görev verdiği Necmettin Erbakan, Tansu Çiller’in DYP’si ile 28 Haziran 1996’da Refahyol Hükümeti’ni kurdu. O gün millet iradesinin tecelli ettiği zannedilse de sivil-üniformalı vesayet odakları Türkiye’yi 28 Şubat’a götüren karanlık senaryoyu sahneye koydu. Askeri-sivil bürokrasi, muhalefet partileri, sözde demokrasinin sacayaklarından olan sivil toplum kuruluşları, 5’li çete olarak bilinen işçi ve işveren sendikaları, patron kulüpleri, üniversiteler ve barolar… Hepsi tek merkezden üretilmiş senaryolarla seçimle işbaşına gelen iktidarı itibarsızlaştırmak için yarışa tutuştu.
İKİ FAİLDEN BİRİ MEDYA
Ancak vesayet heveslisi bu grupların tetikçiliğini medya kuruluşları üstlendi. Medya, Türk darbeler tarihinde en aktif rolünü 28 Şubat sürecinde oynadı. Belki de askeri kanattan sonra darbenin ikinci faili oldu. O dönem basın yayın kuruluşlarının neredeyse yüzde 80’ine sahip olan 2 basın yayın karteli, Refah Partisi’nin muhafazakar kimliği üzerinden, Cumhuriyet tarihinde çok da yabancı olmadığımız bir heyulayı yeniden diriltti: İrtica…. Refah Partisi’nin muhafazakâr kimliği üzerinden hemen her gün ‘şeriat’, ‘laiklik’ ve ‘irtica’ temalı haberler servis edildi. İslami camiayı itibarsızlaştırmak için ilerleyen yıllarda uyuşturucu taciri olduğu ortaya çıkan ‘sahte şeyhler’ ekran ekran gezdirildi, o güne kadar adını kimsenin duymadığı sözde şeyhlerin evlerine basın ordusuyla birlikte baskınlar yapıldı.
TANKLARA SELAM DURDULAR
Öyle ki kartel basın, gün gün büyüttüğü korkuyu kabusa çevirmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. Başbakan Erbakan’ın Libya gezisi, Müslüman kanaat önderlerine verilen iftar daveti allanıp pullanıp irtica heyulasını beslemek için kullanıldı. 30 Ocak 1997’de Ankara Sincan’da düzenlenen “Kudüs Gecesi” sonrasında atılan manşetlerle örtülü olarak ordu göreve çağrıldı… Bu çağrı karşılıksız kalmadı. Önce soruşturmalar açıldı. 4 Şubat’ta Sincan halkı güne tank sesleriyle uyandı. Kartel medyası bu girişime “Son günlerde şeriat yanlılarının gövde gösterisiyle gündeme gelen Sincan’da 20 tank geçit yaptı” gibi ifadelerle selam çaktı. Dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir ise selama selamla karşılık verdi: “Demokrasiye balans ayarı yaptık…”
ÇIKIN SOKAĞA YIKIN BU HÜKÜMETİ
Aynı günlerde bir hemşehri derneğinde Ispartalı iş adamları ile bir araya gelen Süleyman Demirel ise ‘irtica’ başlığı altında Refah Partisi’ne eleştiriler yönelterek "Yine postal sesleri duyulmaya başladı. Siz hemşehrilerimden rica ediyorum. Sesinizi yükseltin. Yoksa sesinizi çıkarmaya vakit kalmayacak. Çıkın sokaklara, yıkın bu hükümeti" ifadelerini kullandı. Sürecin önemli isimlerinden Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, 25 Şubat 1997’de, "Aşırı dinci akımların PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike olduğunu" iddia etti ve ekledi: Bu defa silahsız kuvvetler gereğini yapsın… Görevi üstüne alan TİSK, TESK, Türkİş ve DİSK "Laiklik ve demokrasi sahipsiz değil." başlıklı bir bildiri yayınladı.
BASKILARA MEYDAN OKUDUK
28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu işte bu manşet ve haberlerle oluşturulan bir atmosferde toplandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlık ettiği toplantı 9 saat sürdü. Adeta askerin siyaseti hesaba çektiği, emir yağdırdığı bir platforma dönüşen toplantı sonrasında Cumhuriyet elden gidiyor bahanesiyle bildiri yayınlandı. “Anayasa ve Cumhuriyet yasalarının uygulanmasından asla taviz verilmeyeceği” vurgulanan bildiride 28 Şubat’ın en büyük argümanlarından olan “laiklik”in arkasına saklanıldı. 1 gün sonra da hem dönemin Cumhurbaşkanı Demirel’in hem de askeri kanadın hükümete dayattığı talepler basına yansıdı: 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilsin, imam hatiplerin orta kısmı kapatılsın. Kur'an kursları kapatılsın. Tarikatların faaliyetlerine son verilsin. Başörtüsü yasağı uygulansın. Yeşil sermayeye kısıtlama getirilsin… O toplantıdan sonra Türkiye’de hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Üniversitelerden kışlalara, siyasetten sokaklara uzanan baskı, Refahyol hükümetinin sonlanması ile neticelendi. Yeni Şafak, ‘Bin yıl sürecek’ denilen baskı döneminde demokrasi ve milletten yana durdu. Kartel basınının çatışma senaryolarının karşısında baskılara meydan okudu, sağduyunun sesi oldu.