Paris yakınlarında bulunan Nanterre banliyösünde, trafik kontrolü sırasında 17 yaşındaki Cezayir asıllı Nahel’in polis tarafından vurularak öldürülmesi sonucu başlayan olayların etkisi artarak devam ediyor. Yoldan geçen biri tarafından kaydedilen görüntüler, sürücü tarafında duran iki polis memurundan birinin herhangi bir acil tehditle karşı karşıya olmaksızın silahını ateşlediğini gösteriyor. Nanterre Savcısı Pascal Prache’nin açıklamasından anlaşıldığı kadarıyla polis memuru, “çocuğun araba ile birini ezeceğinden korktuğu için silahını ateşlemiş.” Yasalara göre polis memurunun böyle bir durumda silahını kullanması yasadışı. Bu nedenle polis memuru kasten adam öldürme suçundan gözaltına alındı.
Peki Nahel’in öldürülmesine neden bu denli tepki gösterildi? Açıkça söylemek gerekirse Nahel’in vurulması, Fransa’daki ırksal önyargıya karşı bir öfke patlamasına yol açtı. Fransa’da ırk ayrımcılığı bir türlü aşılamayan ciddi bir sorun. Fransa’daki azınlık toplulukları en çok bu konudan şikayetçi. Bilhassa polis ve diğer kamu görevlileri tarafından sıklıkla ayrımcılığa maruz kaldıklarını ifade etmeleri, sorunun boyutunu işaret etmesi bakımından bir hayli önemli.
IRKÇI ZİHNİYET KURBAN ARAMAYI SÜRDÜRÜYOR
Fransa’da yaşayan pek çok beyaz olmayan insan, kendisini polis karşısında güvende hissetmiyor. Onlara göre Siyahi veya Kuzey Afrika (Arap) kökenli olduğu düşünülen genç erkeklerin polis vahşetinin kurbanı olma olasılığı, ülkede yaşayan beyaz insanlardan çok daha yüksek. Bu konu üzerine yapılan birçok araştırma, Fransız polisinin görevini ifa ederken etnik profilleme ve ayrımcılık yaptığını doğruluyor. Yine uluslararası örgütler nezdinde hazırlanan birçok rapor, Fransız güvenlik birimlerindeki ciddi ırkçılık ve ayrımcılık sorunlarının varlığından söz ediyor.
Fransa’da göçmen karşıtlığı, ırkçılık ve İslamofobi gibi ayrımcılıklar düzenli bir artış sergiliyor. Daha kötüsü, ülkeyi yönetenlerin veya yönetmeye aday olanların bu gerçeği ya inkâr etmeleri ya da görmezden gelmeleri. Bu yüzden Fransa, onlarca yıldır devam eden ırkçı polis şiddetini görmezden geldi. Fransa, 2005 yılında da benzer olaylara tanıklık etmişti. Yine yaşları 15 ile 17 arasında değişen üç genç, Fransız polis teşkilatının doğasında var olan sistemik ırkçı şiddetine kurban gitmişti. Fransa, ardından gelen isyanla haftalarca alevler içinde kaldı. Nahel’in öldürülmesi, o günden bugüne Fransa’da pek bir değişikliğin olmadığını, ırkçı zihniyetin kendisine kurban aramaya devam ettiğini gösteriyor. Dahası, bu süre zarfında Fransız yetkililer bu sorunun etkin bir çözüme kavuşturulması adına herhangi bir olumlu iyileşmeye de imza atmamıştır. Dolayısıyla Nahel İsyanı, bu kayıtsızlığın ve sorumsuzluğun bir yansıması olarak değerlendirilmelidir.
GENÇLER SESLERİNİ DUYURAMADILAR
Fransa’nın toplumsal bir barışa duyduğu ihtiyaç, su götürmez bir gerçek. Bu doğrultuda atılması gereken ilk adım, polis teşkilatı içindeki ırkçılığı sürdüren yapıları, dikkate değer bir reform sürecine sokmak olmalıdır. Bunu yapmak yerine, geçmişte olduğu gibi Nahel Olayı’nı da tek bir polis memuruna indirgemek suretiyle örtbas etmeye çalışmak, Fransa’yı başa çıkılamaz daha büyük olaylara sürükleyebilir. Nahel İsyanı, sömürgecilik sonrası göçmenlerin soyundan gelen Fransızların bir isyanıdır. İsyanın temelinde ise birikmiş bir adaletsizlik ve ayrımcılık duygusu vardır. Fransız hükümetinin vakit çok geç olmadan bu gerçekle yüzleşmesi kendi çıkarınadır.
Fransa’nın üçüncü sınıf vatandaşları konumundaki Afrika kökenli insanları, Fransa’nın en yoksul kentsel bölgelerinde (banliyö) yaşıyor ve bu insanların büyük çoğunluğu, polis teşkilatı nazarında ya suçlu ya da potansiyel suçlu. Bu psikolojiye bir de göçmen karşıtlığı veya ırk ayrımcılığı eklenince işin boyutu çok farklı noktalara varabiliyor. Banliyölerde yaşayan insanlar başta olmak üzere ayrımcılıktan ve kötü muameleden şikayetçi olan çok fazla sayıda insan seslerini duyurabilmek adına, meşru ve yasal yollardan her türlü girişimde bulundular. Meydanlarda yürüyüşler ve gösteriler yaptılar; yerel ve ulusal makamlara dilekçeler yazdılar, siyasilerle görüşmeler yaptılar, ulaşamadıklarına mektuplar gönderdiler ama kendilerine uygulanan ayrımcılık ve kötü muamele konusunda bir arpa boyu yol alamadılar. İsyana katılan bir genç durumu şöyle özetliyor: “Sesimizi duyurmak için isyan etmekten başka bir yol kalmadı.”