Zaman sergüzeşti daralıp genişleyen, uzayıp kısalan; bazı coşkun bazı dingin; yer yer sağanak yağışlı ama sonu güneşli, yer yer yekpare ve bazen de lime lime hâllerle namütenahi bir döngüye sahip. Durdurulamaz ve hatta bekletilemez bu kronik aksiyon, evreni sarıp sarmalamakta. Her mevcut, zamanın eriyiğini damarlarında hissetmekte ve içindeki bu hayatî sıvı ile çevresini bir kasnak gibi kucaklayan, atmosferi örgü örgü kafesleyen ‘zaman’la tam bir uyum içinde sürüp gitmekte.
Zaman sergüzeşti daralıp genişleyen, uzayıp kısalan; bazı coşkun bazı dingin; yer yer sağanak yağışlı ama sonu güneşli, yer yer yekpare ve bazen de lime lime hâllerle namütenahi bir döngüye sahip. Durdurulamaz ve hatta bekletilemez bu kronik aksiyon, evreni sarıp sarmalamakta. Her mevcut, zamanın eriyiğini damarlarında hissetmekte ve içindeki bu hayatî sıvı ile çevresini bir kasnak gibi kucaklayan, atmosferi örgü örgü kafesleyen ‘zaman’la tam bir uyum içinde sürüp gitmekte.
AKREP VE YELKOVAN MUTSUZ
Bu ahengi bozan yegâne kırılganlık, sürekliliği sekteye uğratan pasifliğimiz. Çağdaş aklın tezahüratı sadece fizikî kımıldanışlar üzerinde yoğunlaşınca; zamanı dokuyan ve ona sanatkârane biçimler veren diğer bütün temaslar, metruk ve harabe binaların kırık dökük verandalarının hatırı kadar bile kıymete denk düşmüyor. Şimdinin insanı, ayakların koştuğu ve akılların yerinde saydığı bir hareketle zamanı yoksullaştırıyor. Ve bütün bu tükeniş, akreple yelkovanın da canını hayli sıkmış durumda. Çünkü zaman mefhumu mealen bir geçişi ifade etse de; hakiki anlamda kıymetli ve pahalı bir geçişi, içi dolu dolu bir tükenişi anlatır. Her defasında aynı rakamların üzerinden geçtiği varsayılan akreple yelkovanın tek gayesi, aynı rakamlarla farklı değerlerle ulaşabilmektir. Öyle ki zamanın tüketicisi olan insan, bu cevheri beyhude bir geçişe mahkûm ettiğinde, bu, zamanın kalbini deşmekten farklı değildir. Vardığımız yol ayrımı bizi tam bu mihraktan, misaller faslına girişe davet ediyor. Şöyle ki…
ZAMANIN İÇİNİ DOLDURMAK
Bir ayna, renklerin ve şekillerin aynını yansıtmadığında düş kırığıdır. Zeminin hemen üzerine oturtulmuş bir balkon; üzerinde gezinenin kalbine bir ihtimalcik bile düşmek kaygısını veremiyorsa, kendi düşmüştür. Bir çıkmaz sokak, evlerin arasında ve evlerden taşan çocukların ayak izinde yıllanmıyorsa içinden çıkılmaz bir sıkıntıdadır. Bir çatı, altındaki mekânı güneşten ve soğuktan korumuyorsa örttüğü şey, kendi kimliğidir. Bir duvar da tıpkı böyle, sıcacık ve samimi odaları sokaklardan ayıran bir perde değilse ancak kendi varlığı önüne çekilmiş bir perdedir. Perde demişken… Onlar da ışığı içeri hapsetmek ve dıştaki gözleri karartmak anlamını karşılamıyorsa; sadece karanlık sebebidir. Bütün eşyalar, amacına hizmetkâr ve anlamına itaatkâr olduğunda, zamanla ahenk içinde ve hüviyetli bir tükenişle var olurlar. Çünkü zaman ‘geçmekle’ ve zamanla birlikte yol alan her şey, ‘tükenmekle’ yükümlüdür. Herhangi bir eşya, var ediliş amacına meydan okuduğunda ve ayaklanma başlattığında, anlam düşüklüğüne uğrar. Ve pekâlâ insan da zamanın tik-taklarına ahenkle katılmadığında, durdurulamaz tükenişini anlamdan yoksun bir lüzumsuzluğa terfi ettirir.
Misaller faslına ayırdığım paragrafın hemen bitiminde; bütün bu kelimelerin hizmet ettiği gayeyi aşikâr etmek gerek. Birkaç cümlecikle özetlemek lazım gelirse; zaman bir bütün, ömür de o bütünün içindeki parçadır. Her ikisinin de geçip gidişi kaçınılmazdır. Bu geçişin içini doldurmaksa, insanı eşyadan ayıracak ve ilâhi sistemin var oluşuna uygun bir anlama eriştirecektir. Fakat başta da altını çizdiğim üzere zamanı pasif ve niteliksiz bir tükenişe mecbur edenler, ömrü heba edenlerdir. Ve bilhassa zamanı süsleyen hareketi sadece fiziksel kımıldanışlar olarak okuyanlar da boşa kürek çekenlerdir. Çünkü zamanın kendi kimliğine uygun olarak içindeki organlardan beklediği hareket sadece fizikî değil, daha ziyade zihnin başı çektiği gidişleri işaret eder. Ve akreple yelkovan da ancak bu yolla saniyenin tik-taklarını sevgiyle ve anlayışla karşılayacaktır. Aksi hâlde sâfi bedene tutturulmuş faaliyetler dizisi, yiyip içmekle varlık sürdüren canlılardan hallice bir titreşim bırakır kâinata. Ne bir fayda verir âleme ne de fayda verişe vesile olacak bir temel olabilir. Bütün eşyalar amacına uygun yol aldığında hüviyet ve hürriyet kazanabilir. Öyleyse insan da yaradılışa itaatle ömrü, zamanın kıymetli bir parçası olarak değerli kılabilir.
HEYBESİNDEN MÜCEVHER TAŞANLAR
İlk emir, zamanda öğütülmemek üzere ilk özü veriyor insana. İkra (oku) emri, Rabbin adıyla birlikte hem satırları hem de kâinat sanatını hedef alarak icra edildiğinde, geçip giden zamana, uyumlu ve ritmik bir dâhil oluş başladı demektir. Asr Suresi’nde bahsedilen zaman kavramını; hem bütünde hem de bütünün kıymetli parçalarında anlamak gerekirse; insanın mutlak ziyanının önündeki yegâne engel olarak iman, hayırlı amel ve sabır ile Hakkın tavsiyesi gösterilmiştir. Yani şahsî iyilik ve faziletlerin, edinilen bilgi ve ilahi öğretilerin, iman ve ilim nimetinin şahıstan toplumsal bir mertebeye ulaştırılması gibi derin hususlar, zamanın zayi olmamasında lazım gelen cevherler.
Yaradılışın hikmetine riayetle zamanı tüketmek, evvela Yaradan’ın hükmüne tâbi olmayı ve oradan alınan özle zamanı sadece bedenî faaliyetlerle değil, aklî ve kalbî gayretlerle kıymetlendirmeyi mecburî kılar. Bu hem ferde hem de cemiyete fayda sağlar. Böylece ömrü dopdolu ve manidar tik-taklarla tüketenler, ömrün bitiminde de heybesi mücevherle taşanlardır. Hayatın sonuna hayırlı amellerle donatılmış saatler eklemek için, tek bir tik-takın bile ömrümüzden eli boş gidişine müsaade etmemeli.