Her kalbin serzeniş ve ülfetini dile getirişi farklıdır. Bunu da en iyi türkülerin dilinden öğreniriz. İnsan hüsrana uğrayınca “Madem soysuz gönlün bende yok idi, niye doğru yoldan şaşırttın beni” der. Sevilenin muhabbetini kalbinde taşıdığı hâlde “Görmeyince sezilmiyor Mihriban” diyerek içindeki sevginin büyüklüğünü ifade eder. Sevilenden incinmemek ve ondan mutluluk dilemek için “Beni ağlatırsan doyma yaşına” temennisinde bulunur. El sözü için küsen sevgiliye intizar edip “Dilerim Allah’tan sızlasın için” diye ilenir.
Kalp, sevgisini bazen acı sözlerle ifadeye döker. Nasıl ifade ederse etsin, sesi duyulmuyor, hissedilmiyor ve yankı bulmuyorsa sözünü bitirmelidir kalp, oradan yüz çevirmelidir. Çünkü seni kalbiyle duymayana içtenliğin gevezelik olur. Selâmındaki inceliği hissetmeyene sözün yük olur. Gösterdiğin alâkayı anlamayana varlığın fazlalık olur. Zor da olsa bazı bağları kesmek iyileştirir. Kalp, kendini bu kesintilere de alıştırmak zorunda. Bir kalbe, yanında huzur bulduğu insanın sessizliği de bir şey söyler ama yanındayken kendini iyi hissetmediği bir kimseyle ne konuşursa konuşsun ondan ayrıldıktan sonra ona dair bir şey kalmaz. Kalp, hissettiği dilin sesini duyar. Yaşadığı müddetçe de ruhunda o ses yankılanır.
Kalpteki yeri ayrı olan, unutulmayan, kalbin hafızasına kazınan insan hatırlı kişidir. Kalp, hatırını saydığına vefalıdır ve ona güven duyar. Kendisine güven duyduğumuz insan, tartışmaya girmediğimiz ve bizi hiç üzmeyen kimse değildir. Kızsak, tartışsak, küssek de yine sonunda dönüp kendisine geldiğimiz, kapısını çaldığımız, ona dayandığımız kimsedir. Güven duyulan bir kalp, insanın evi gibidir.
Her insan kalp taşır ama her insanın kalbinde sadakat, merhamet, nezaket, iyilik, şefkat gibi erdemler yeşermez. Hatta bu erdemlerin yalnızca kalpte olması da yetmez. Kalp onları ne kadar işler, zarif ve düzgün bir ifadeye kavuşturursa bu erdemler de insanın üzerinde o kadar ışıldar. Kalbin müktesebatı erdemler, duygular ve hislerledir. Aklın muhakeme yeteneği gibi kalp de his muhakemesini geliştirmelidir. Kalbini geliştiren insanlaşır. Kalbinin inceliklerini herkese saçmayacağını öğrenir. Herkesi memnun etme derdine düşmez. Nezaketli, zarif insan herkesi memnun eden kimse değil, sınırlarını ve mesafesini koruyan, kollayan, bilen kimsedir. Herkesi memnun etmeyi vazife edinen insana -herkes dağıldıktan sonra- harap olmuş sinirler, yağma olmuş bir gönül ve sabrı çekilmiş bir kalp kalır.
Kalp, sevilene nazar edilen yerdir. İnsan sevdiğini kalbiyle görür, onu asla başka bir şeyle kıyaslayamaz. Sevilen başka bir şeyle kıyaslanıyorsa orada sahici bir bağ yok demektir. Kıyas, mantık ilminde çok değerlidir ama kalp işlerinde inciticidir. Seven bir kalp nerede olsa belli eder kendini, kendine hakim olamayışından kalbinin kaynayışı bir şekilde dışa vurur: İllâ sözünden, bakışından değil, acemî tavırlarından, sakarlığından, diyeceğini bir türlü diyemeyişinden de belli olur, seven kalbe özgü bir saflık biçimidir bu.
Kalp en kırılgan, en hassas olandır. Kırılganlık kalbin bazen lehine, bazen aleyhinedir. Yine de şu kalp kırıklığı bir yerde iyi bir şeydir. İnsan susmayı öğrenir ve kendini gelebilecek daha büyük kırıklıklara hazırlar. Çünkü kaçış yoktur kırgınlıktan. Ara sıra küçük depremlerin olması iyi bir şeydir, fay hattının birden, daha büyük bir sarsıntıyla kırılmasını ve olası daha büyük felaketleri önler. Bunun gibi kalbin kırıklığı da insanı daha çetin kırgınlıklara karşı korur. Hannah Arendth “Kalp ancak kırıldığında yahut bir çatışmanın ortasına atıldığında lâyıkıyla atmaya başlar” der. Hisseden bir kalp için paramparça olmak, gücenmek, incinmek kaçınılmazdır ve bir kalp taşımanın hakkını veren en güçlü duygu, sorumluluk sahibi olmaktır.
Kalp her hissinde isabet etmez, bazen o da yanılır. Birine içimizin ısınmamış olması, ondan mutlaka bir kötülük göreceğimize işaret değildir. İnsan bazen kendi içindeki kötü hisler sebebiyle de birinin varlığından rahatsızlık duyabilir. Her kalbin kendine göre bir kararı vardır ama kalp, her kararında doğru bir hükme varmayabilir. Bazı şeyleri aklımız onaylamadığı hâlde, bu şeylerin kendimize iyi gelmeyeceğini bildiğimiz hâlde yaparız. Çünkü akıl, kalbin bazı seçimleri ve istekleri karşısında âciz kalır. Kalp, insana bir şeyi yaptırma gücü bakımından akıldan daha üstündür. Bundandır, kalbini doğrultan aklını da doğrultur. Kalp, iyiyi ve güzeli yanlış seçimler yaparak, umduğunda yanılarak bulur. Ne ki yanılgılarını, pişmanlıklarını, hatalarını da bir an önce silmek, onları geçmişte bırakmak ister.
İnsan bir şeyi unutmak için çok koşturur, tâ ki başka bir şey kendini durdurana kadar. Hayat unutuş ve hatırlayış arasında bir döngüdür, kimi zaman ferahlık kimi zaman da sıkıntı vakitlerine uzanır. Kalp reftârını yani yürüyüşünü hiç yitirmemeli, ferahlık da sıkıntı da gelir, geçer. “Yürümezsen acı üzerinde birikir” der Barış Bıçakçı. Kalp de yürümez, yola koyulmazsa taşlaşır. Kalbin kendine acı veren bir duygunun aksi istikametine doğru hareket etmeye ve kendine iyi gelecek bir rota bulmaya çalışması acıdan kaçmak değil, onunla baş etmenin bir yolunu bulma çabasıdır.
Her insanda fıtrî bir kabiliyet vardır. İnsanın hayat yürüyüşündeki gayesi bu cevheri keşfedip onu mütemadiyen işlemek, hayatın sonraki safhalarında onu daha güzel hâle getirmektir. Kalp ince işler fakültesidir, dinleyene ve işitene kendindeki güzelliklerden haberler verir.