Türkiye'de halkın inancına karşı 20. yüzyılın ortalarında kurulan baskılar sonucunda halkın önemli bir kısmı sıradan bir âlim dahi olmayan nice kimselerin peşine her biri basiret sahibi, feraset ehli, evliya, kerameti var diye peşine adeta itildi. Bunlar daracık çevrelerini nedense bizzat kendilerinin iddia ettikleri tüm baskılara rağmen hep genişlettiler. Camiler cemaatini kaybedip boşalırken bunların etrafı kontrolü imkânsız şekilde adeta insan seline dönüşüyordu. Yüzlerini bir kere görmek, ellerinden tutmak için adeta servetler harcanıyordu. İtilip kakıldığı iddia edilen Fetullah Gülen ve ona ölesiye bağlı kimseler de bunu en fazla kullanıyor, ama kendi aralarına alamadıklarını ise devamlı karalıyor, devletten nasiplerini kesiyorlardı.
Ülkemizin insanları arasında kaç kişi kendi birikimi ile empati yapıp “madem bu insan Müslümanlar için bu kadar faydalı ise ABD'de ne işi olabilir, orada kendisine ve çevresine bu kadar imkânlar sağlanabilir” demiyordu. Onu orada görmek için atılmadık takla kalmıyordu. Dünya genelinde ağ kuran bir kişi bu ülkede nasıl özel şartlarda yaşatılabilirdi. Bu bile tedbirli olmaya yeterdi. Bu kişinin yüzünü görmek istemeyenler etrafındaki nice tatlı dilli, güler yüzlü insanların davranışlarına kapılarak yanıltılıyordu. ABD bu kişiyi iade etmek için “gerekli delillerle dosya verin” diyor. Herkes bilir ki ABD kimseden delil almaz, alsa da ona asla inanmaz; sadece kendisi delil üretir ve herkesi ona inanmaya zorlar. Eğer bir ülkenin en zeki gençleri ABD'de okumak için can atarlarsa, tüm benlikleri ile orada bir gün fazla yaşamak için bütün gayretlerini sarf ederlerse o ülke sadece ceplere değil, beyinlere ve gönüllere hitap edecekti. Etti de.
Dünyaya yön verme iddiasındaki liderlerden Fransa'nın asker kökenli devletbaşkanı De Gaulle İslam alemi hakkında bilgi aldıkça “mutlaka ne yapıp edip boş duramayız bunların kaderini biz belirlemeliyiz” diyordu. Türkiye bu dünya üzerinde etkinlik kurdukça bu yön vericilerin her biri harekete geçti. Kuruluş amaçları ister çevrelerini terörize etmek olsun, ister medenileştirmek olsun nice kendi halindeki dini hareketlerin içlerine girerek onları adeta birer kukla haline getirdiler. Yetiştirdikleri kuklalar zaman zaman kendilerine de bilinçli veya bilinçsiz zarar verdi. Eğer zehirli yılanı besler etrafında tutarsan arada bir seni de sokar misali bunu da göze aldılar. Humeyni'yi önce Paris'e götürüp epeyce bir süre özel bir sarayda tutup sonra İran'a getirip iktidarı ele geçirtenler, aylarca şahlık dönemi İran devlet adamlarını birer birer asanların yolundan gidenler bugün Suriye'de yüzbinlerce masum insanı vahşice katlediyorlar. Planlar hep uzun soluklu yapılıyordu. 1980'li yıllara Humeyni ile damga vuranlar 2000'li yıllara Fetullah ile hükmedeceklerdi. Taliban, eş-Şebab, el-Kaide, Boko Haram ve şimdilerde DAEŞ dahil daha niceleri ortaya çıktıkları andan itibaren sadece Müslümanları öldürüyorlar. Çünkü onlara verilen komut böyleydi.
Mısır'da Muhammed Mursi belki de kurduğu yeni idarede en itidalli gördüğü için ordunun başına getirdiği Abdulfettah Sisi meğer önceden kurulmuş patlamaya hazır bomba imiş. Tüm kirli emellerini gizleyerek sokak ortasında kendi insanlarını gözünü kırpmadan etrafına aldığı çapulculara öldürtüyordu. 15 Temmuz 2016'da Türkiye'ye yaşatılan aslında Mısır'daki mezalimin daha üst perdeden uygulaması imiş.
Eğer vatan evlatları meydanlara inmese, emniyet güçleri büyük oranda karşı koymasa, kışlalarda nice komutan ve subay- astsubay direnmese idi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan her an halka güven vermeseydiler Mısır'daki uygulamanın en ağırını ülkemiz insanına gözlerini kırpmadan tattıracaklardı. Evlere ateşler salınacak, bir ülke cayır cayır ateşlerin içinde bırakılacaktı. Üç yıl önce yapılan meğer dua değil tatbikat emri imiş. Pusuya yatıp ortalığı kasıp kavurmak için bugünleri beklemişler. Din sohbetleri altında darbe için çalışmalar yapmışlar. Sisi'yi darbesiyle elinin tersiyle itmesi gereken ABD, Avrupa ve tüm dünya, hatta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail, Suriye zalimi, ve niceleri adeta alkışladılar, onu hemencecik Mısır lideri kabul ettiler. 16 Temmuz günü de Fetullah'ın idaresini tanımak için sıraya gireceklerdi. En büyük rakipleri Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindekilerden kurtulmanın mutluluğunu yaşayacaklardı. Türkiye'deki bu melun ve haince kalkışmayı alenen destekleyen tek Mısır oldu. Atalarımız boşuna söylememiş, “merd-i kıptî şecaat arz ederken sirkatin söylermiş/Mısır yerlisi Kıptî insan kahramanlık yapayım derken hırsızlığını açığa vururmuştur”. İnsanlıktan, Müslümanlıktan nasibini alamayan Suriye zalimi, Mısır'ın kanlı diktatörü, İsrail'in gözü dönmüşleri havadan saldırıp masum insanları öldürmede adeta yarışıyorlar. Meğer bu ülkenin bağrında da böyle bir yapı yarım asır içinde mayalanmış, ama Mısır'da tutsa da Türkiye'de boğularak tarihin kirli sayfalarındaki yerini aldı.