T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 6 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Tanrıyı öldürmeden Avrupalı olunmaz mı?

Danimarkalı gazetecilerin densizliğiyle başlayan hikayeden bütün Avrupa'nın Müslümanlara karşı ortak duygular ve tavırlar içinde olduğuna dair sonuçlar çıkarmak, bu olayın orta yerindeyken son derece kolay, ama kuşkusuz çok yanlış olur.

Bu karikatürleri yayınlayanların Müslümanlara karşı saygısızlığı bu kadar cüretkâr bir biçimde sürdürebilmelerini mümkün kılan, bu hareketlerine prim veren güçlü bir tabanın bulunduğu doğru olsa da bunun bütün Avrupa'ya genellenebileceğini düşünmek doğru değildir. Ancak bu karikatürlerin bir "ifade özgürlüğü" çerçevesinde değerlendirilmesinin neredeyse Avrupa'nın tamamında çok daha yüksek bir kabul görmesi açık bir iki ikiyüzlülüğü yansıtıyor. Bu olay dolayısıyla değinen çok oldu, ama yineleyelim: Avrupa ülkeleri, bilhassa bu olayda başı çeken Fransa, aslında ifade özgürlüğünü değişik olaylar dolayısıyla hiç kısıtlamayan ülkeler değil. Yahudi soykırımı iddiaları ile ilgili ifadelerinden, üstelik hiçbir hakaret boyutu içermeyen soru ve araştırmalarından dolayı Garaudy'nin maruz kaldığı uygulamalar ortada. Benzer bir durumu Ermeni soykırımı iddiaları örneğinde de gördük. Ermenilerin soykırıma uğramamış olduğunu tarih disiplininin içinde kalan bir araştırmayla bile iddia ettiğinizde kendinizi yargının önünde bulmanız işten bile değil.

Kuşkusuz, Müslümanların hepsinin bir terörist olarak resmedilen Peygamberlerinin takipçileri olarak ellerinde bombalarla birer cani-terörist olarak sunulması, kelimenin tam anlamıyla ırkçılıktır ve Batı'da aslında ırkçılığı ima eden ifadeleri özgürlük kapsamının dışında tutan bir yaklaşım esastır. Karikatürlerin bu kapsamda değerlendirilmemesi, Müslümanlara karşı çok daha özel, yani ayırımcı bir tutumun işlediğini açıkça gösteriyor.

Aslında karikatürleri yayımlayanlar Avrupa basını içinde son derece cılız, kayda değmez diye geçiştirilebilecek cinsten. Bundan dolayı bütün Avrupa'nın ortak bir cephe olarak resmedilmesi her şeyden önce Müslümanların siyaseten işlerine gelmez. Ancak bu olaya gösterdikleri tepkiler üzerine Avrupa'da yersiz bir biçimde harekete geçebilen savunmacı yaklaşımların toplayabildiği destek, vahametin diz boyu olduğunu gösteriyor.

France Soir gazetesinde yayımlanan bir karikatürde Hz. Muhammed bulutlar üzerinde, yerde olup bitenlere öfkelenmiş olarak resmediliyor. Yanı başında İsa ve biraz ötede Buda ve Musa var. Hz. İsa, Hz. Muhammed'e diyor ki: "Aldırma, bunlar bizi de alaya aldılar hep".

Bu ifadeler aslında Avrupa'nın dinle olan kanıksanmış laubali ilişkisinin Müslümanlarınkinden farkını çok iyi gösteriyor. Hz. İsa'ya Hıristiyan kökenli hakaretler olduğunda da (örneğin, Madonna`nın klibi olayında) en güçlü tepkiyi yine Müslümanların gösterdiğini hatırlayın. Daha yeni yaşamakta olduğumuz Protestanlık tartışmasında gözardı edilen bir hususu ünlü oryantalistlerden Ernest Gellner ortaya koyuyor. Gellner dünya dinleri arasında kendi özünden hiçbir şey kaybetmeden modern dünyada yaşama şansına sahip tek dinin İslam olduğunu, biraz da teessüf duygusuyla, tespit eder. Hıristiyanlık modernleşme cenderesinin içinden, geleneksel özünden çokça saparak ürettiği Protestan versiyonlarla veya Ortodoks veya Katolik geleneklerin çok tavizler verilmiş versiyonlarıyla geçebilmiştir. Bu geçiş bir çok bakımdan kendi kutsalını alaya almasını, savsaklamasını hatta öldürmesini gerektirmiştir. Batı'nın refah seviyesine ve cafcaflı dünyasına bakarak "ne iyi yapmışlar" diyebilecekler olabilir. Onlara diyecek söz yok tabi.

Diğer yandan Budizm veya Kofüçyüsçülüğün modern dünyanın zihinsel ve pratik hayatına hitap eden hiçbir söylemlerinin olmaması, modern hayatla bu dinleri çok alakasız kılar. Oysa İslamiyet modern dünyanın bütün boyutlarına doğrudan hitap edebilen güçlü bir söyleme sahiptir. Ancak Gellner bu tespiti İslam'ın "ne yüce bir din" olduğunu göstermek için yapmıyor. Aksine modern dünyanın kuruluşuna İslam'ın özünden bir şey kaybetmeden sağlayabildiği uyumun aynı zamanda modern dünyaya tutulabilir, değerlendirilebilir ve akledilebilir seçenekler sunmasından dolayı, nasıl modern gerilimin ana kaynağı olabildiğini göstermektir amacı. Bu yüzden ölmeden önce yazdığı Sivil Toplum ve Düşmanları isimli kitabında İslam'ı modern dünyayı temsil eden sivil toplumun gerçek düşmanı olarak resmetmiştir. Çünkü Müslümanlar modern dünyada kendi tanrılarını alaya almadan, unutmadan ve öldürmeden, üstelik itiraz da ederek var olabilen yegane inanç topluluğudur.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi