T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 3 ŞUBAT 2006 CUMA | ||
|
"Kurtlar Vadisi-Irak", kesenin ağzı açıldığında Türkiye'de de kaliteli aksiyon filmleri çekilebileceği yönündeki umutlarımızı iyiden iyiye artıran bir film olarak, hiç kuşkusuz ki ulusal sinema tarihimizde öncü bir rol üstleniyor.
4 Temmuz 2003 günü, Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentindeki irtibat merkezinde görevli 11 Türk askeri, "müttefik" Amerikan birliklerince başlarına çuval geçirilip askerlik onurları hiçe sayılarak ülkeden sınır dışı edilirler. Üsteğmen Süleyman Aslan gözaltına alınan 11 kişiden biridir. Aşağılanmayı onuruna yediremeyen bu Türk subayı, geride vasiyetname niteliğinde bir mektup bırakarak intihar eder. Mektup Türk istihbaratçısı Polat Alemdar'a yazılmıştır. Alemdar, arkadaşının son isteğine kayıtsız kalamaz. O artık adamları ile birlikte gerekirse ölmek için Kuzey Irak'tadır. "Kurtlar Vadisi"nin 97 bölümlük televizyon dizisi versiyonuyla ilgili düşüncelerimi, sanırım bu ülkede sinema ve televizyonla ilgilenen hemen herkes artık öyle ya da böyle öğrenmiş durumda. Çünkü, iki ay kadar önce yazdığım bir yazıdan sonra 2005 yılının en geniş kapsamlı küfür ve hakaret furyasına maruz kalmış biriyim ben... Ancak, hiç üşenmeyip şahsım için onca rezil küfürü kaleme alan (çoğunluğu kuru sıkı hamaset milliyetçilerinden oluşma) o lümpen kitle, benim bu ülkeyi ne denli sevdiğimi ve sinemasının gelişip kalkınması yönünde nasıl da samimi bir özlemle yanıp tutuştuğumu kavrayabilecek düşünsel kapasitede değillerdi elbette. Dizinin bitmesinden kısa bir süre sonra, ilgiyle beklenen sinema filmi versiyonu (daha doğrusu uzantısı) "Kurtlar Vadisi-Irak" ise bugün gösterime giriyor. Sözkonusu filmi izlemeye gidecek olan o öfkeli kitlenin perdede göreceği şey ise benim -vaktiyle hakarete boğdukları gözlem ve eleştirilerimin- bire bir doğrulanmasından başka bir şey olmayacak. Size şu kadarını söyleyeyim; sinemada izleyeceğiniz filmin, adı ve oyuncuları haricinde televizyonda yayınlanan dizi ile biçimsel açıdan kıyas kabul etmesi mümkün değil. Pana Film bizlere 97 bölüm boyunca ışığıyla, kurgusuyla, diyaloglarıyla, oyunculuk kalitesi ve yönetimiyle iç bayan bir "pehlivan tefrikası" izlettirmişti. Oysa, görüyorum ki sinema perdesinde ne bu anlatım tarzının ne de böyle ucuzcu bir yaklaşımın "yemeyeceği" benden de önce yine bizzat onlar tarafından peşinen tesbit edilmiş. Daha dinamik ve derli toplu bir anlatım, daha "hayattan" diyaloglar, daha iyi ışık, ses, görüntü ve özel efekt... Öyle ki Necati Şaşmaz bile kişisel çıtasını yükseltip filmde dizidekinden daha özenli oynamak zorunda kalmış! Ayrıca, bu yapımda sağa sola saçılmış "çanak anten" görüntüleri ve "kız yurdu reklâmları" da yok doğal olarak...
Cüneyt Arkın aventürlerinden bugünlere...
Türk sinemasının istikbâli sözkonusu olduğunda soğukkanlı bir entelliği falan bırakıp doğrudan doğruya coşkulu bir yurtsevere dönüşen naif bir adam olarak, "Kurtlar Vadisi"nde -kaliteli bir aksiyon çekme adına verilen o büyük emek ve harcanan iddialı bütçeden tek kelimeyle mutluluk duydum. Çünkü bizler, kariyeri boyunca akıl almaz imkânsızlıklarla boğuşan Cüneyt Arkın'ın, namluları (devlet yetkilileri öyle istiyor diye) kapatılmış ve perdede de bu komik görüntüleriyle boy gösteren mantar tabancaları kullandığı, bütün numarası bir tuğla fabrikasında gariban Yeşilçam figüranlarıyla Osmanlı usûlü dövüşmekten ibaret olan döküntü aksiyon filmleriyle büyümüş bir kuşağız. O yüzden, kostümlerin ve silahların gerçeğinden farksız olduğu, özel efektleri işini mükemmel düzeyde yapan yabancı uzmanlar eliyle gerçekleştirilmiş, 6 kanallı çevreleyici ses kaydına sahip, bir Türk yönetmeninin Hollywood yıldızlarına direktif verdiği böylesi yapımları görünce cidden ağlamaklı oluyorum. Önceki filmleriyle gayet sevdiğim bir yönetmen olan Serdar Akar, dizide "Yedi Kocalı Hürmüz" modunda bir yönetmenlik sergilediğinden öyküye bir türlü damgasını vuramıyordu. Ancak, "Kurtlar Vadisi-Irak"ta dümeni biraz daha fazla ona bırakmışlar anlaşılan ve o da bildiği sinemasal doğruları başarıyla uygulamış. Her ülkenin sinemasının, o ülkedeki insanları kâh eğlendirecek kâh gururlandıracak "üstün kahramanlar" türetmeye hakkı vardır. Bu film de sözkonusu hakkını kullanıyor ve bir tür "Türk Bond'u yaratıyor. Ama ne yazık ki "yurtseverlik" adına gerçekleştirdiği kanlı eylemlerinin ahlakî ve hukukî temelleri biraz sakat bir Bond bu... James Bond filmlerini çok seven ve gayet eğlendirici bulan bir adam olarak, bir "Türk Bond'u" düşüncesine karşı çıkmayı elbette ki anlamsız buluyorum; dahası böyle kahramanların türetilmesi yolunda geç bile kalındığını düşünmekteyim. Elbette ki bizim de ulusal gururu okşayacak, gençliğe moral verecek bu tür ulusal kahramanlarımız olmalı ve de olacak. Hem zaten vaktiyle de yok muydu? "İngiliz Kemal" ya da "Komiser Cemil" de bu kategoride karakterler değiller miydi? Filmlere soğukkanlı bakmayı başarabilen küçük bir kitle bundan iki ay kadar önce benim (bütün iyi niyetimle) aslında ne demek istediğimi gayet iyi anlamıştı. Ancak ne yazık ki sinema perdesine film izler gibi değil "Dokuz Işık" kitabı okur gibi bakmayı huy edinmiş bir camiaya derdimizi bir türlü anlatamadık. Yazar ve eski ajan Ian Fleming'in James Bond'u, MI-5'e bağlı kadrolu ve sigortalı bir devlet memurudur; yani sokaktan toplama sıradan bir adam değil. Gerektiğinde silahlı çatışmaya girme yetkisini de Kraliçe'nin az sayıda ajana verdiği özel bir ayrıcalıktan alır ("Licence to Kill"). Ama sivil kökenli Polat Alemdar'ın şahsında Türk gençliğine sunulan mesajlar, ne bir Bond ne de bir Rambo filmindeki hukukî ya da ahlâkî altyapıyla örtüşmüyordu. Tıpkı dizinin biçimsel yetersizlikleri gibi bu konudaki eleştirilerim de aynen yerli yerinde duruyor; ama artık yedi ceddime yönelik küfürlerden gerçekten illallah dediğimden, bu defa filmin tehlikeli siyasal mesajları hakkında uzun uzadıya tartışmaya girmeyeceğim. (O işi, saygın ve kıdemli bir solcu olduğu için hiç kimsenin açıktan açığa küfür etmeye cesaret edemeyeceği Atilla Dorsay ağabeyimize bırakıyorum. Benim arkam onun kadar sağlam değil!) Hele de çuval olaylı konusunda ABD yönetimine verilecek en doğru cevabın o gün orada Amerikan birlikleriyle silahlı çatışmaya girmek olduğunu utanmazca savunan bir takım tiplere söyleyecek tek kelimem dahi yok. Ne de olsa onlar -iktidara geldiklerinde de kanıtladıkları gibi- "erkek politika"dan yanadırlar, bizler ise "ürkek" ve "pısırık" adamlarız.
Daha da iyileri yapılacak inşaallah
İlklerde her zaman bazı sorunlar olur; ama bu çok da büyütülecek bir konu değil. "Kurtlar Vadisi-Irak" kesenin ağzı açıldığında ve kalpler masaya konulduğunda Türkiye'de de kaliteli aksiyon filmleri çekilebileceği yönündeki umutlarımızı iyiden iyiye artıran, bu konudaki beklentilerimizi yükselten bir film olarak hiç kuşkusuz ki ulusal sinema tarihimizde öncü bir role sahip olacak. Bu çalışma sayesinde, bir çok oyuncu ve teknik elemanımızın yabancı uzmanlarla işbirliği hâlinde bir "süper prodüksiyon"un havasını teneffüs edişini ve elde edilen bilgi birikiminin gelecekteki başka projelerde de bizlere "profesyonellik" olarak geri dönecek oluşunu Türk Sineması adına esaslı bir kazanç olarak görüyorum. Bu arada, televizyon dizisinin teknik açıdan son derece yetkin olduğunu ileri sürüp toz kondurmayanlar, öykünün sinema versiyonunu izlemeye giderken yanlarına birer güneş gözlüğü almayı sakın unutmasınlar. Çünkü, beyazcamda tamı tamına 97 bölüm boyunca "betacam" formatının çiğ renkleri eşliğinde ve kötü bir ışıklandırma altında makyaj yoksunu suratlar gördükten sonra, perdede izleyecekleri 35 mm Eastman Kodak renkleri ve özenli makyajlar gözlerini bayağı bir rahatsız edebilir! Velhasıl, emeği geçen herkesin ellerine sağlık...
New Yorklu iki narkotik şube polisinin anılarından yola çıkılarak sinemaya uyarlanan bu yapıtın en önemli özelliği, o güne dek Hollywood'da geçerli olan bir dizi katı çekim kuralını yıkmasıydı. Halkın oyunculara aşırı ilgisi, yoğun trafik, ışık dengesinin sık sık bozulması ve gürültü gibi denetlenmesi zor çevre koşulları nedeniyle gerçek hayatın ortasında çekim yapmaktan nefret eden Amerikalı yönetmenler, bu filme kadar en geniş ölçekli sokak çekimlerini bile stüdyolarda kurulan devâsâ dekorların önünde gerçekleştirirlerdi. Böylelikle de -Hollywood'un büyük stüdyo geleneklerine uygun biçimde- gayet steril sonuçlar elde edilmekteydi. Ancak her türlü doğal ortam riskinden uzakta çekilen bu görüntülerde ciddi bir "gerçeklik duygusu" eksikliği de kaçınılmaz oluyordu. New York polisinin uluslararası uyuşturucu şebekeleriyle mücadelesini anlatan 1971 tarihli bu öncü film ise tamamen farklı üslûptaki kamera ve mekân kullanımıyla bir dönemi kapatıp yepyeni bir sinema dilinin gelişmesine aracılık etti. Pek çok sahnede kamera ayağı kullanılmaksızın omuzda yapılan -hafif sarsıntılı- sokak çekimleri, bütünüyle gerçek New York mekânları ve kimi sahnelerde diyaloglarına doğaçlama bölümler katarak filmin bu gerçekçi havasına başarıyla katkıda bulunan yıldız oyuncular... İzleyicileri New York'un suçla mücadele dünyasında âdeta belgesel tadında bir gezintiye çıkaran bu filmin en unutulmaz sahnesi ise başroldeki dedektifin Pontiac Sedan'ı ile bir Fransız uyuşturucu kaçakçısını kovalama sahnesiydi. Metroya binerek kaçmaya çalışan muhatabını, tren raylarının uzayıp gittiği üst geçidin hemen altındaki bir caddede müthiş bir hızla takip eden kahramanımız, bu bölümdeki performasıyla "otomobilli kovalamaca sahneleri" külliyatına bugün bile hâlâ aşılamamış bir görsel katkıda bulunuyordu. Nitekim, film gösterime girer girmez yenilikçi tavrıyla seyirciden hak ettiği ilgiyi görüp bir dizi önemli ödül kazandı; ardından da hemen iki yıl sonra ilkini aratmayacak kalitede bir devam bölümü çekildi. (Ancak sorumuz bu ikinci film üzerine kurulu değil, lütfen karıştırmayınız.) İlk filmin orijinal İngilizce adını, ayrıca ilk bölümün yönetmeninin ve en az üç başrol oyuncusunun adlarını 9 Şubat 2006 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine (tam adları ve açık mektup adresleriyle birlikte) gönderen üç okurumuz, bilgisayarımızın doğru cevaplar arasından rasgele yapacağı bir seçimle, Jessie Nelson'un yönettiği ve başrollerini Sean Penn, Michelle Pfeiffer ile Dakota Fanning'in paylaştıkları "Benim Adım Sam" filminin birer DVD'sini kazanacaktır.
- Filmin Orijinal Adı: il Buono, il Brutto, il Cattivo (1966)
(Türkiye'de Yaygın Olarak Bilinen Türkçe Adı: "İyi, Kötü, Çirkin")
Yarışmamıza yurt çapında toplam 232 katılım gerçekleşti ve bunlardan 206 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılara rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- Şenay Akay / Erzurum
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Seven", 1995 / Oyuncular: Brad Pitt, Morgan Freeman / Yönetmen: David Fincher) adreslerine taahhütlü postayla gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!"
Sinema tarihi boyunca pek çok ünlü filmde irili ufaklı binlerce teknik hata yapıldı. Öyle ki beyazperdeden gelip geçen en iddialı filmlerde bile "karizmanın çizildiği" bu tür talihsiz anlara rastlamak mümkün. İşte biz de dikkatli gözlerden kaçmayı başaramamış bu tür bariz yapım hatalarını sunacağız sizlere... İlk örneğimiz, ünlü "Terminator" üçlemesinin -şimdilik- sonuncu bölümünden... Kahramanlarımız hangarda buldukları Cessna tipi bir uçağa binerlerken bizler de uçağın gövde numarasını net olarak görürüz: N3035C... Ancak az sonra uçağa bir hâller olur ve havada süzüldüğü sahnelerde numarası ansızın değişiverir: N3913F...
Emekli Terminator Arnold ağabeye ödeyecek milyonlarca doları bulmakta hiç güçlük çekmeyen bu arkadaşlar, birbirini izleyen iki farklı çekimde aynı uçağı kullanmayı ise akıl edememişlerdir. Böylesine büyük boyutlarda bir prodüksiyon için pek de acıklı bir durum, öyle değil mi?
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |