T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 31 MART 2006 CUMA | ||
|
Scott McGehee ve David Siegel'in ortaklaşa yönettikleri "Umut Mevsimi" çağdaş Amerikan ailesindeki çözülmenin nedenlerine ışık tutarken, aslında Türkiye gibi üçüncü dünya ülkelerini adım adım kuşatan benzer toplumsal tehlikeleri de gözler önüne seriyor...
11 yaşındaki Eliza Naumann, sıradan bir ailenin fertlerinden biridir. Aslında ailenin dört ferdi de sıradan gözükebilmek için ilgilerini farklı yönlere kanalize etmişlerdir. Eliza beklenmedik bir şekilde kelime kodlama yarışlarında birincilik kazanmaya başladığında ise ailenin diğer fertleri arasındaki ilişkiler çözülmeye başlar. Birbirlerinden uzun süredir sakladıkları sırlar ortaya çıkar. Baba Saul ve anne Miriam ise kopmaya yüz tutmuş evlilik bağlarını tekrar gözden geçirirler. Eliza ulusal kodlama şampiyonu olmaya gittikçe yaklaşmakta ve Naumann ailesi kendilerini ilginç keşiflerin eşiğinde bulmaktadır. Her yönüyle sarsıcı bir film olan "Amerikan Güzeli"nden yaklaşık altı yıl sonra, Hollywood'dan çağdaş dünyadaki yeni bireyci değerlerin aile kurumunu nasıl da paramparça ettiğini ele alan sıradışı bir yapıt daha. İnsan sıcaklığına sahip, sorgulayıcı ve dürüst... Çifte yönetmenli bir film olan "Umut Mevsimi" (neden böyle olduğunu bilmiyorum) yazar Myla Goldberg'in kendisine büyük bir hayran kitlesi toplamış olan aynı adlı romanından uyarlanmış. Filmin başrolünde, yıllarca patlamış mısır tarzı filmlerdeki "yakışıklı jön" rolleriyle genç kızların kalbini fethettikten sonra 1990'ların ortalarından itibaren sinemada radikal bir konum değişikliğine giden Richard Gere var. Gere, ailenin "reisi" (ki artık Türkiye'de bile yokedilmeye çalışırken, Amerikan toplumunda böyle bir kavram kaldı mı bilemiyorum) Saul Naumann rolünde son derece başarılı bir oyunculuk sergiliyor. Filmde eşi Miriam rolündeki Fransız oyuncu Juliette Binoche'u ise daha çok Avrupa'da çektiği filmlerden tanıyoruz. Zaman zaman Hollywood'a da konuk olan Binoche, Gere ile uyumlu bir ikili oluşturmuş. Fakat, "Umut Mevsimi"nin gerçek yıldızı hiç kuşkusuz ki Eliza rolündeki Flora Cross... Bu rolü ilk önce -son yıllarda çocuk oyuncuların kraliçesine dönüşen- Dakota Fanning'in canlandırması düşünülmüş, ancak Fanning'in programının yoğunluğundan dolayı rol son anda Flora'ya kalmış. Bence pek de iyi olmuş, çünkü beyazperdenin daha ilk kamera deneyiminde "Umut Mevsimi", bir zamanlar çok övülen, her fırsatta yüceltilen ve örnek gösterilen muhafazakâr Amerikan ailesinin onca yıpratmadan sonra geldiği bugünleri gösteriyor. Hem de son derece etkileyici bir sinema diliyle... "Amerikan ailesinin bugünü" dediğimiz şey de bizlerin, yani Türk ailesinin beş, bilemediğiniz on yıl sonrasındaki hâlinden başka birşey değil. O yüzden de belli bir toplumsal sorumluluk duygusuyla çekilmiş olan böyle filmleri seviyor ve destekliyorum. Bütün dünya bize düşman da olsa "aile" kurumunu sevmeye, korumaya ve yıpratanlarla savaşmaya devam edeceğiz. Bu yolda zerre kadar katkısı olan her sanat eserinin de, yerli olsun yabancı olsun, başımızın üstünde yeri var. Aile üyelerinizle birlikte rahatça gidebilirsiniz. Ki bence gitmeniz de gerek...
48 yaşındaki (ve özünde de gayet iyi bir oyuncu olan) Amerikalı bir aktristin ayakta (ve hayatta) kalabilmek için perdede umutsuzca sergilediği bu son çırpınışları izleyerek keyif alacaklar var ise buyursunlar. Ancak, inanıyorum ki sinemadan bambaşka keyifler bekleyenlerin tercihi asla bu film olmayacaktır.
Hollywood'un -tıpkı yakışıklı aktörler gibi- güzel ve alımlı aktristleri de posasını çıkartana kadar tepe tepe kullanışının ibretlik bir örneği daha... 1992 yılında gerçekleştirdiği "Temel İçgüdü-1" ile kısa sürede dünya çapında bir yıldıza dönüşen Sharon Stone, 40'larına girmesiyle birlikte sektörde aynen yükseldiği hızla çaptan düşmüş ve artık başrol bulamaz olmuştu (Ha, şu ünlü "Kurtlar Vadisi" macerasını unutmayalım!). Son derece zeki bir kadın olarak tanınan Stone, 2000'li yıllarda yaşadığı kahredici işsizlik canına tak ettiğinden olsa gerek, vaktiyle bütün dünyada epeyce gürültü koparmış olan bu erotik gerilimin ikinci bölümünde, "Ben ölmedim, hâlâ dimdik ayaktayım" dercesine elinde avucunda ne kalmışsa bol keseden ortaya döküyor. Ancak bu beyhude bir çaba elbette... Çünkü söz konusu film, insanın nefsini harekete geçirmek şöyle dursun, Stone'un beyazperdedeki yükseliş ve düşüşünü iyi bilenlerin kalplerinde olsa olsa güçlü bir "acıma duygusu" uyandırıyor. Yıllar önce menapoza girmiş yorgun bir aktristin kendisini "yapımcılara hâlâ para kazandırabilecek değerli bir meta" olarak sunabilmek için ilk filmi bile aşan böylesine yoğun bir cinsellik dozunun ardına sığınmasını izlemek gerçekten de trajik bir durum. Oysa hatırlayanlar olacaktır, aynı aktrist, cinselliğini zerre kadar ön plana çıkarmadığı 1999 tarihli bir diğer filmi "Gloria"da ne kadar da içten ve derinlikli bir oyun vermişti. Keza, 2000 yapımı "Güzel Joe"da da öyle...
48 yaşındaki (ve özünde de gayet iyi bir oyuncu olan) Amerikalı bir aktristin ayakta (ve hayatta) kalabilmek için perdede umutsuzca sergilediği bu son çırpınışları izleyerek keyif alacaklar var ise buyursunlar. Ancak, inanıyorum ki sinemadan bambaşka keyifler bekleyenlerin tercihi asla bu film olmayacaktır. Bu arada, "Temel İçgüdü-2"nin batılı IMDb yorumcularından 10 üzerinden 4.2 aldığını ve pek çok izleyici tarafından "berbat" olarak değerlendirildiğini de hatırlatalım. Demek ki yeryüzündeki tek "gerici" biz değilmişiz!
Haiti'de yapılan bilimsel araştırmalar, bu gizemli adada, yüzlerce yıldan beri -sinema sektörünün sulandırdığı kadar olmasa da- yine de ciddiye alınması gereken bir "zombi kültürü"nün var olduğunu kanıtlamıştır. Ancak orada yaşanan olay, hayatla ölüm arasındaki kritik eşiği geçip tıbbî açıdan ölmüş kabul edilen bir insanın korku sinemasındakine benzer türden bir "diriltilme" işlemine tâbi tutulması değil, bazı deneklerin (daha doğrusu "kurbanların") yeryüzünde yalnızca bu bölgede yetişen özel bitkisel karışımlar kullanılarak, ölüme çok yakın bir noktaya kadar uyutulmasından ibarettir. Yerel şaman büyücüler tarafından kendilerine içirilen ilaçlarla bir tür "derin koma" durumuna sokulan kurbanların bir süre sonra kalp atışları ve genel vücut fonksiyonları öylesine yavaşlar ki bazı durumlarda uzman bir hekimin muayenesi bile o kişinin henüz yaşamakta olduğunu belirlemeye yetmez. İşte, böyle durumlarda da Haiti'de aslında ölmemiş olan kimi insanlar için "ölüm raporu" hazırlandığı ve bu kişilerin gömülmelerinden kısa bir süre sonra yeniden mezarlarından çıkartılarak, vücutlarına zerkedilen bazı kimyasal karışımlar sayesinde "canlandıkları" vak'alar tesbit edilmiştir. Ancak, böyle bir "geriye getirme" operasyonu sonrasında, saatlerce ya da günlerce koma durumunda kalmış olan kurbanın beyin hücreleri çoğu kez hasar görmüş olduğundan, uyanış sonrasındaki davranışları da genellikle bir akıl hastasından farksızdır. Bütün bu karmaşık ve ürkütücü çabanın esas amacı ise feodal bir toplumsal yapıya sahip olan ülkede sahipsiz insanları bir tür "köle" ya da "hizmetçi" olarak kullanma yönündeki yüzlerce yıllık alışkanlıktır. İşte, zamanla gerçeklerin efsanelere karışması ve giderek neyin "gerçek" neyin "efsane" olduğunun ayırdedilemez duruma gelmesi nedeniyle, korku sinemasında da 1960'lı yıllarla birlikte abartılı bir "zombi alt türü" doğmuştur. Beyazperdenin zombileri, Haiti'nin gerçek zombilerinden büyük ölçüde farklıdır. Bu tür öyküleri anlatan filmlerde, sağlıklı insanların hızla yayılan bir tür "saldırganlık virüsü" nedeniyle zombileştiklerini ve büyük kentlerin caddelerini ağır aksak adımlarla işgal ettiklerini görürüz. Zombilerin -bu salgından bir biçimde etkilenmemiş- sağlıklı insanları yakaladıkları yerde ısırmaları da virüsün yayılımını hızlandıran önemli etkenlerden biridir ve bir zombi ısırığının yol açacağı acı sonuçlardan hiç bir kurtuluş yolu yoktur. Amerikalı yönetmen George A. Romero, 1960'lardan bu yana ardarda çektiği bir dizi ürkütücü filmle, korku sinemasında sözünü ettiğimiz bu alt türün kurucusu, aynı zamanda da en büyük ustası olarak tanınmaktadır. İlk filmlerinden itibaren işbirliği yaptığı, en az kendisi kadar ünlü özel efekt uzmanı dostu Tom Savini sayesinde anılan türe kimi zaman seyri gerçekten zor, ama yine de belli bir ilgiyi hak eden yapıtlar armağan etmiş olan bu sıradışı sanatçı, geçmişte kendisiyle yapılmış olan söyleşilerde gerçek derdinin zombilerden ziyade insanları zombileştiren "çağdaş uygarlık", daha açık bir ifadeyle "modernite" olduğunu belirtmiştir. Gerçekten de korku sineması hakkındaki önyargılarımızı bir kez olsun yenip Romero'nun kanlı filmlerini alıcı gözüyle incelemeyi denediğimizde, aksak adımlarla ilerleyen ve önlerine çıkan her canlıyı parçalayan zombilerin gerçekte birer "metafor" (bir kavramın, durumun ya da nesnenin doğrudan kendisiyle değil, bir başka kavram, durum ya da nesne kullanılarak dolaylı yoldan anlatılması) olarak kullanıldığını fark ederiz. Bu sanatçının filmlerinde zombilik, tıpkı "tüketim kültürü" gibi bulaşıcı ve yayılmacıdır. Zombiler, gerçekte "acıkma" diye bir gereksinimleri olmamasına karşılık (çünkü çoğunun midesi zaten deşilmiş ya da çürümüş olur) salt yok etme/tüketme güdüsüyle diğer insanlara saldırır ve onları parçalara ayırırlar. Ayrıca, zombilerin, bu tür öyküleri anlatan filmlerde genelde büyük bir alışveriş merkezine toplanması ve kahramanlarımız tarafından orada hep birlikte "temizlenmeleri" de çağdaş dünyanın dur durak bilmeksizin şuursuzca tüketme alışkanlığına yöneltilmiş eleştiri oklarıyla dolu klasik sahnelerdendir. Ve nihayet, büyük kentlere yönelik toplu bir zombi tehdidi söz konusu olduğunda, zengin sınıfların bu tehdide karşılık dikenli tellerle çevrili korunaklı bölgeler inşâ ettirmeleri ve toplumun içine düştüğü onca kargaşaya rağmen kendi "yalan dünya"larında zevk-ü safa içinde yaşamayı sürdürmeleri de temellerini Romero'nun attığı bu sinemasal dünyadan gerçek hayata taşan ilginç göndermeler arasında yer almaktadır.
Farklı mesleklere ve etnik kökenlere mensup bir grup insan, yaşadıkları yörede ansızın ortaya çıkan zombilerden kurtulmak amacıyla yakınlardaki bir çiftlik evine sığınırlar. Son derece tehlikeli bir durumla karşı karşıya olmalarına rağmen, mecburen biraraya gelen bu topluluğun üyelerinin (insana özgü) bencilce davranışları, hırsları ve bitmez tükenmez çatışmaları sıkışıp kaldıkları o daracık mekânda da aynen devam eder. Kendi aralarında organize olmayı bir türlü başaramamaları nedeniyle, çiftlik evinde saldırgan ölülerle mücadele ederek geçirdikleri o kâbustan farksız gece, içlerinden akıllıca davranan biri haricinde hepsinin sonunu getirecektir. Anılan film, ABD'nin Pittsburg kentindeki bir kasabada ve büyük bölümü o kasabanın halkından seçilen amatör bir oyuncu kadrosuyla siyah-beyaz olarak çekildi. Kendi yazdığı bu senaryoyu son derece sınırlı maddî imkânlar altında sinemaya aktaran Romero, o yüzdendir ki sette yönetmenliğin yanısıra kameramanlık gibi kritik bir görevi de üstlenmek zorunda kalmıştı. Çekildiği dönemde hiç bir dağıtıcının ilgi göstermediği ve uzunca bir süre sinemalarda gösterime çıkamayan bu filmin şöhreti, yönetmenin düzenlediği özel gösterimler sayesinde zamanla kulaktan kulağa yayıldı ve bir "kült yapıt"a dönüşerek sinema tarihinin en değerli korku filmlerinden biri konumuna erişti. Baştan aşağı ruhbilimsel simgelerle bezeli bu mütevazı bütçeli filmin, yönetmenin sonraki bütün zombi filmlerinin de mantıksal çekirdeğini oluşturduğunu belirtelim. Öyle ki Romero, yıllar sonra gelen bu saygı dalgasına lâyık olabilmek amacıyla, filmini 1990'larda baştan aşağı gözden geçirecek ve onu sinemaseverlere yepyeni bir kurguyla (ayrıca, arşivinde bulduğu bazı kesilmiş sahneleri de ekleyerek) bir kez daha sunacaktı. Türünün öncüsü sayılan bu ünlü yapıtın İngilizce orijinal adı, yapım yılı, en az üç baş rol oyuncusunun adları nedir? Doğru cevapları (adları ve açık adresleriyle birlikte) 6 Nisan 2006 Perşembe günü saat 11.00'e kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine gönderen okurlarımız arasından bilgisayarda rasgele tercihle seçilecek olan üç talihli, Yunanlı yönetmen Costa Gavras'ın 1997 yapım tarihli "Mad City" ("Çılgın Şehir" / Oynayanlar: John Travolta, Dustin Hoffman) adlı filminin birer DVD'sini kazanacaktır.
- Filmin Orijinal Adı: "Exorcist" (İfrit Kovucu)
Yarışmamıza yurt çapında toplam 176 katılım gerçekleşti ve bunlardan 145 tanesi yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. Bu arada, her zaman olduğu gibi., yanlış cevap veren ya da doğru cevaplarına -bütün uyarılarımıza rağmen- adını, soyadını ve açık adresini yazmayan okurlarımızı ise üzülerek elemek zorunda kaldık.
- Ayşen Çağlar / ANKARA
Talihlilerimizin armağan DVD'leri "Contact" ("Mesaj") çok kısa bir süre içinde taahhütlü postayla adreslerine gönderilecektir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!" ÖNEMLİ AÇIKLAMA-1: Bir süreden beri, "Sine-Bulmaca"nın bazı "fazla pratik" katılımcılarının, sinema filmlerine ilişkin dünya çapında bir veri tabanı oluşturan IMDb adlı internet sitesindeki bilgileri (bize ilettikleri mesajlarda Türkçe olarak yeniden alt alta yazmaya dahi gerek duymaksızın) kopyala/yapıştır yöntemiyle aynen alıp orijinal hâliyle gönderdiklerini üzüntüyle izlemekteyiz. "Sine-Bulmaca", Yeni Şafak'ta aynı zamanda bir dizi yorucu görevi daha yerine getiren tek bir editör tarafından organize edilmektedir. Aynı şekilde, ödül olarak dağıtılan filmlerin belirlenmesi, piyasadan temini, zarflanması ve diğer bazı küçük armağanlar eşliğinde talihlilere postayla gönderilmesi işinin de yine tek kişi tarafından her hafta büyük bir özen içinde yapıldığını belirtelim. Durum böyleyken, yukarıda tanımlanan türden gayrıciddi bir katılım mantığına sahip bazı okurlarımızı artık bir nebze olsun ciddiyete davet etmenin zamanı geldiğini düşünüyoruz. Bu yarışma, en karmaşık bilgilere ulaşmanın dahi topu topu bir kaç dakika aldığı günümüz internet dünyasında, sizi cevaplarına erişilmesi imkânsız sorularla zorlamayı değil, aksine gündelik hayatın karmaşası içinde biraz olsun eğlendirmeyi ve sinema tarihi üzerine bilgilerinizi küçük bir çabayla daha da zenginleştirmeyi amaçlamaktadır. Doğaldır ki bu durumda, yarışmanın yürütücülerinin de katılımcılardan topu topu üç ya da dört tane basit sorunun cevabını "Türkçe" olarak ve alt alta dizmelerini (hele de haftalardır aralıksız olarak yapılan onca duyurudan sonra ad ve adreslerini de yazmalarını) beklemeye hakkı vardır. O yüzden, sorulara sorulduğu düzen içinde ve bu ülkenin anadili olan Türkçeyi kullanarak cevap vermeyen, yabancı internet sitelerinin İngilizce sayfalarını aynen kopyalayıp gönderen, cevaplarına tam adını ve adreslerini eklemeyen bütün katılımcılar bugüne kadar olduğu gibi bundan böyle de çekiliş öncesi elenecektir. Sonuç itibarıyla, bu mütevazı yarışmaya ve katılımcılarına verdiğimiz değer kadar, karşı taraftan da en fazla üç dakikalarını alacak bir özen göstermelerini istiyoruz. Acaba çok şey mi istemiş oluyoruz? ÖNEMLİ AÇIKLAMA-2: "Sine-Bulmaca"nın bugüne kadar yayınlanan bölümlerinde, adı "kazananlar" listesinde yer alıp da armağan DVD'si henüz eline ulaşmamış olan okurumuz ya da okurlarımız var mıdır? Bu durumda olan okurumuz/okurlarımız var ise kendisinin/kendilerinin 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine yazarak bizi bu durumdan haberdar etmesini rica ederiz. (Kayıtlarımıza göre, şimdiye kadarki bütün talihlilere armağanları taahhütlü postayla gönderilmiştir ve armağan dağıtımında herhangi bir aksama görülmemektedir.)
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |