T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 7 HAZİRAN 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


TÜSİAD, nerede duruyor, ne/re/den vuruyor?

TÜSİAD'ın eleştirilerini sivriltmesinin iki nedeni var: Birincisi, Türkiye'deki yerleşik sermayeyle rekabet edebilecek yeni bir sermayenin ortaya çıkmaya başlaması. İkincisi de, İslâm korkusunun, hem Batılı hem de Türkiye'nin seçkinleri arasında kök salmaya başlaması.

  DOÇ. DR. CİHAN TUGAL
Sermayenin Türkiye'deki baş sözcüsü, kuruluşundan sonra desteklediği hükümeti, bir süredir eleştirmeye başladı. Şimdiye kadar eleştiriler hep laiklik eksenli oldu; kapsamlı bir ekonomik eleştiri yapılmadı. Daha doğrusu, geçtiğimiz Cuma görüldüğü gibi, ekonomide kötü gidişat tespit edildiğinde dahi, TÜSİAD bunun sebebi olarak laiklik hakkındaki tartışmaları gösterdi.

TÜSİAD'ın seslendirdiği eleştirilerin alt metni şu: Aslında hükümetin uyguladığı ekonomik program doğrudur. Sadece bazı popülist salınımlara maruz kalmış olabilir. (TÜSİAD, hükümete ilk defa açıktan cephe aldığı Aralık 2005'teki toplantısında, ekonomik programın genel hatlarını, geçen haftaki gibi örtülü olarak değil, açıktan açığa sahiplenmişti).

ÇÖZÜM DEĞİL, SORUN ÜRETİYOR

Başka bir deyişle, TÜSİAD sıcak paraya dayalı büyüme, monetarizmin sınırları, vb. meselelere hiç girmiyor. Hele hele artan işsizlik, bozulan gelir dağılımı, özellikle kırsal kesimdeki yoksullaşma gibi geniş kesimleri ilgilendiren sorunları ele almak istemiyor. Diğer taraftan, ekonomik rasyonaliteyi "sulandıran" her kamusal açılım akıldışı ilan edilerek, siyasi tüm meseleler iktisadın teknik boyutunun tahakkümü altına alınmaya çalışılıyor. TÜSİAD, "siyasi konular, ancak ekonominin gidişatını bozmadığı sürece tartışmaya açılabilir" demeye getiriyor.

Büyük gazetelerde görüşleri yayınlanan ekonomistlerin çoğuna baktığımızda, yine ekonomik programın sorgulanmadığını görüyoruz. Satır aralarından anlaşılıyor ki, içinde bulunduğumuz çalkantılı ortama neden olan, dışarıdan gelen paraya bağımlı büyüme modeli, neredeyse âmentü haline gelmiş. Ekonomistlerin verdiği tavsiyeler, hükümetin bu paranın girişini bozacak adımlar atmaması yönünde. Yani uzmanlar da, "aman ha, gereksiz yere siyasi tartışmalar başlatmayın" diyorlar. Üstelik, asıl sorunun, partinin yersiz addedilen çıkışları değil, küresel piyasalardaki dalgalanmalar olduğunu söyledikleri halde.

Dövizin yükselmeye başladığı ilk günlerde, bu dalgalanmayı diğer bazı ülkelere nazaran daha kötü yaşamamızın çeşitli nedenleri tartışılmaktaydı. Ama TÜSİAD'ın açıklamalarından sonra, her şey laiklik hakkındaki polemiklere indirgeniverdi. Başka konularda kamuoyunu teknik detaylara boğan uzmanlar, bu konuda siyasi bir kolaycılığa kaçıyorlar; IMF programının ve Türkiye ekonomisinin krize davetiye çıkaran yönlerini ele almaktan kaçınıyorlar. Dolayısıyla, gündemi belirleyecek ağırlığa sahip olan ekonomistler, çözümün değil sorunun parçası olmaya devam ediyorlar.

SERMAYENİN KAYGISI: İSLÂM KORKUSU

TÜSİAD'ın son zamanlarda bu eleştirileri sivriltmesinin iki temel nedeni var: Birincisi, küreselleşmeyle birlikte Türkiye'deki yerleşik sermayeyle rekabet edebilecek hale gelen yeni girişimcilerin, AK Parti iktidarından bu yana iyice güçlenmeleri büyük bir sıkıntı konusu. Yani rahatsızlığın bir kısmı, yeni para ile eski paranın iyice kızışan pazar kavgasından kaynaklanıyor.

Diğer sorun ise, ciddi bir İslâm korkusunun, hem Batılı elitler ve halklar arasında, hem de Türkiye'nin seçkinleri arasındaki kök salmışlığı. Bu korkudan ötürü, TÜSİAD'ı oluşturan unsurlar, kamusal alanda dinin daha belirleyici hale gelmesinden derin bir rahatsızlık duyuyorlar. Yeni hükümetin ilk iki yılında dini konulara pek el atmaması, TÜSİAD ve hükümet arasındaki birlikteliği sorunsuz kılmıştı. Hükümetin son zamanlarda attığı adımlar (daha doğrusu, verdiği düşünülen sinyaller diyelim), TÜSİAD'da bazı soru işaretlerinin su yüzüne çıkmasına sebep oluyor.

Bu iki neden, Türkiye'de sermayenin uzun vadeli ve genel çıkarlarıyla bazı kısmî ve yaşam biçimsel çıkarlar arasında bir çelişkiye işaret ediyor. 1960'lardan itibaren toplum bilimciler, siyasetin çoğunlukla bloklar halinde birbirinin karşısında duran sınıflar tarafından belirlenmediğini, sınıfların kendi içlerinde ekonomik ve kültürel olarak parçalı bir yapıya sahip olduğunu vurgulamaktalar. Ancak, daha çok alt kesimleri bölen bu ögeler, genelde daha pragmatik ve planlı bir yaklaşıma sahip olan sermayedarları daha az bölüyor, bu da sermaye birikiminin rahatça sürmesini sağlıyor. Oysa bugün Türkiye'de, sermayenin hakim kesiminin (kısmi, kısa vadeli ve kültürel bazı çıkarlar uğruna) sermayenin genel çıkarlarını tehlikeye attığını görüyoruz.

Tabii ki bu iki boyuta bakıp, TÜSİAD'ın dönüşü olmayan biçimde ateşle oynadığını, sermaye birikimini kesinlikle felakete sürükleyeceğini söylemek yanlış olur. Öncelikle, bu hükümetin kurulmasında TÜSİAD'ın ve ona yakın duran gazetecilerin rolünü hatırlayalım. Bir parçasıyla kendilerinin olan bu projeyi, en azından onun kadar güçlü bir alternatif çıkmadığı sürece, kolaylıkla suya atacaklarını söyleyemeyiz. Zaten TÜSİAD'ın son saldırısı sırasında, erken seçime hâlâ karşı olduğunu da eklemesi, şartlı bir sahiplenmenin belirtisi olarak okunmalıdır. Bu da TÜSİAD'ın içindeki hâkim unsurların, CHP ve benzeri kuruluşlardan daha mutedil olduğunu göstermektedir. Ancak, kendi içinde de farklılıklar barındıran TÜSİAD, gerilen ortamın etkisiyle her an daha da fevrî çıkışlar yapabilecektir.

DİNİN ROLÜ, TÜM DÜNYADA ARTARKEN...

İslâm korkusu ve eski sermaye-yeni sermaye gerilimi, Türkiye'nin uzun vadeli ekonomik ve siyasî çıkarlarına ters düşüyor. Nedeni şu: Yaklaşık 25-30 yıldır tüm dünyadaki trend, dinin kamusal alanı şekillendirmeye başlaması. Bunun, Katolik Kilisesi'nin demokratikleşme dalgalarına desteğinden, Budist din adamlarının bile siyasallaşmasına kadar uzanan, kısa bir yazıda sayılamayacak kadar çok örneği var. Devlet düzeninin dine dayandırılmasının bir ihtimal olarak dahi düşünülmediği bir çok seküler rejim, bugün bu yöne doğru gitmekte. Ülkemiz, bu dalganın sadece bir parçası. Günümüzde küresel sermayenin önünde duran seçenekler, ya bu dalgayı içermek, ya da baskıcı yollara başvurarak dünyayı terörize etmek.

Türkiye'de bu kamusal katılımın önünün baskı, korkutma ve bazı karanlık yöntemlerle kapatılması, sürekli bir olağanüstü hâl rejimini tesis etmeyi gerektirir. TÜSİAD, üyelerinin içine işlemiş gibi gözüken İslâm korkusundan dolayı, böyle bir rejimin önünü açmakta; sermayenin ihtiyaç duyduğu siyasi istikrarı baltalamaktadır. Öyleyse TÜSİAD, AK Parti iktidarıyla birlikte önüne altın tepsi ile sunulan dindarların (ve özellikle de muhafazakar sermayenin) barışçıl biçimde egemen bloğa dahil olması fırsatını tepmektedir. AK Parti'nin bazı kurmaylarının, içinde bulunduğumuz konjonktür nedeniyle yaptığı ve zamanlaması iyi ayarlanamayan çıkışlar da, TÜSİAD'ın tavrına çanak tutmakta ve laik kesimin korkularını beslemektedir.

Tüm bunlar olurken, AK Parti'nin yerleştirdiği ekonomik düzen, iyice sorgulama dışı bir alana itiliyor. Dindarlardan gelen eleştiriler de, Türkiye'nin genel gidişatına, artan toplumsal adaletsizliğe odaklanmak yerine, partiyi egemen bloğa karşı yanlış adımlar atmaya zorlayacak çıkışları körüklüyor.

ÇÖZÜM İÇİN İKİ STRATEJİ

Bu noktada, yaşam biçimi ne olursa olsun, soğukkanlı grup ve kurumların izleyebileceği iki strateji var: 1) Siyasi istikrar, düzenli büyüme ve ülke sermayesinin uzun vadeli çıkarları gibi öncelikler gözetilerek, hükümet ve TÜSİAD arasındaki ilişkinin karşılıklı bir anlayış ve saygı üzerine kurulması için mücadele vermeye devam etmek. Şimdiye kadar önderliğini liberallerin ve bütün kesimlere açık dindarların yaptığı bu stratejinin, kültürel alışkanlıklardan kaynaklanan bir ürkekliğe kurban edildiğine şahit olmaktayız.

2) Sermayenin dindar kesimlerle iletişimini "dışlamak", ötekileştirmek basiretsizliği üzerine kurduğunu görüyoruz. Bu strateji, TÜSİAD'ın marjinalleşmesiyle sonuçlanacaktır. Bu yanlış bir stratejidir.

Oysa dinin ve dindarların kamusal alandaki temsilinin önü açılabilmeli ve bu temsil, şimdiye kadar gözlendiği gibi, kâr ve kazanç güdüleri ekseninde değil, paylaşım, dayanışma, toplumsal adalet gibi ilkeler üzerinde kurulmaya çalışılmalıdır. Böyle bir strateji, ülkede hem siyasî istikrarın, hem de ekonomik istikrarın sarsılmasını önler ve Türkiye'de bütün kurumlar ve kesimler arasında daha kalıcı ilişki ve iletişim biçimlerinin geliştirilebilmesini kolaylaştırır.

YOL AYIRIMI

Türkiye'de bu stratejinin bazı taşıyıcıları vardır, ancak (birinci stratejinin tersine) önderleri, birliği ve güç alanı yoktur. Bu güç alanı oluşmazsa, İslâm'ın kamusal hayatı demokratik biçimde şekillendirmesi, sermayenin çıkarlarının meşrulaştırılması ile sınırlı kalabilir. Daha önce de değindiğim gibi, alt kesimlerin kısmi çıkarlara ve kültürel farklara dayalı bölünmeleri daha kolaydır. Bu bölünmelerin derinliği de, dindarların paylaşım ve toplumsal adalet eksenli projelere katılımını zorlaştırmaktadır.

Dindarların ve sekülerleşmiş kesimlerin bu iki yol arasında yapacağı tercih, Türkiye'nin dünyaya açılabilmesinin ve kendi çıkarlarını eksene alarak dünyayla bütünleşmesinin parametrelerini belirleyecektir. Bu iki yol da tutulmazsa, dindarların "her yol mübahtır" anlayışıyla, gayr-ı nizami ve/veya anti-demokratik yöntemler kullanılarak dışlanacağı, buna karşı içlerinden bazılarının reaksiyoner hareketler geliştirebileceği, yeni bir döneme, itikrarsız bir sürece girmemiz kuvvetle muhtemeldir.

*Sosyolog-ABD California Üniversitesi (Berkeley) Sosyoloji Doçenti. (ctugal@berkeley.edu)

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi