AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Analistin analize tâbi tutulması Psikanaliz'in ilk koşuludur!

Tevfik Fikret'in, Tarih-i Kadîm'inde yer alan "Yırtılır, ey kitab-ı köhne, yarın/Medfen-i fikr olan sahifelerin" dizelerinin, bu şiiriyle dine, İslâm'a ve Kur'an'a hakaret ettiğini düşünen Mehmed Akif'i ne denli öfkelendirdiği ve buna mukabil Tevfik Fikret hakkında şu ifadeleri kullanmaktan kaçınmadığı mâlumdur: "Şimdi Allah'a söver, sonra biraz bol para ver/Hiç utanmaz, protestanlara zangoçluk eder."

Bunun üzerine de tartışmalar alevlenmiş, tarafların ve taraftarların pozisyonlarına uygun olarak bu polemik sadece edebiyat tarihimizin değil, fikir ve siyaset tarihimizin sayfalarında da unutulmaz izler bırakmıştır.

Akif'in böyle bir suçlamada bulunmakla Tevfik Fikret'e haksızlık ettiğini düşünen kimselerin, şairin para meselelerindeki perhizkâr tutumunu da dikkate alarak kendisinin para karşılığı zangoçluk denaetini işlemekten müberra olduğunu söylemeleri gayet tabiidir. Çünkü bu polemik, en nihayet böylesi saldırıları ve savunmaları meşrulaştıracak denli şiddet doğuracak niteliktedir.

Ne var ki sonuçta olan şiire olur ve şairlerin gerçekte ne kasdettikleri, yeterince anlaşılmaksızın, öylece kalakalır. Üstelik taraftarların karşı tarafa yönelik ithamları, bazen tarafların dahi birbirlerine reva görmedikleri, göremeyecekleri raddeye gelebilir.

Serol Teber'in "Tevfik Fikret'in Melankolik Dünyası: Aşiyan'daki Kâhin" (İstanbul, Aralık 2002) adlı kitabında yalan-yanlış bilgilerin tekrarlanıp, yazarın bu safsatalardan, vicdan sahibi bir insanın 'iftira' olarak adlandırmakta aslâ tereddüt etmeyeceği neticeler çıkardığını görmeseydim; sanırım, Akif-Fikret kavgasına doğrudan karışmazdım.

Görülen o ki yazar, sözümona meslekî formasyonundan hareketle bir azınlık karakteri (!) olarak tasvir ettiği Fikret'i savunmak adına, tamamen kasıtla üretilmiş söylencelerden (!) istifade etmekten hiç çekinmemiş.

Bakınız ne buyuruyorlar:

- "Bedri Noyan'ın yazdığı Manzum Türkçe Kur'an çalışmasının önsözünde, Mehmet Akif ile Mustafa Kemal arasındaki bir konuşmadan söz edilir. Buna göre, Mustafa Kemal, Mehmet Akif'in Kur'an'ı Türkçe'ye çevirmesini ister ve bunun için hemen onbin lira avans verir. Akif söz verir, fakat sonra da Mısır'a gider. Çeviri bir türlü Ankara'ya ulaşmaz. Sonradan Hasan-Ali Yücel de bu işin izleyicisi olur ama sonuç alamaz. Doğru olup olmadığı bir türlü kanıtlanamayan söylenceye göre, Mehmet Akif Kur'an'ı çevirmiş, fakat kendi inançlarına göre bunun Türkçe basılmasını uygun görmemiş, sonra da yakmış ya da öldükten sonra vasiyeti üzerine bir arkadaşı tarafından yakılmış. Fakat aldığı onbin lirayı hiçbir zaman geri vermemiştir."

Bu söylence'den yazarın çıkardığı neticeye bakalım şimdi de:

- "Burada onun müminliğine uygun olmayan, aksayan bir taraf açıkça sezinleniyor. Hele Fikret'in bu tür konulardaki duyarlılığı anımsandığında." (s. 198)

Bu söylencenin tamamen uydurma olduğunu vesikalarıyla gösteren bir yazıyı, benzer iddiaların ısrarla dile getirildiği o ünlü Akif tartışmaları sırasında (29 Aralık 1999'da), yine bu köşede yayımlamış, hatta daha sonra bu konuda "Bir Kur'an Şâiri: Mehmed Akif ve Kur'an Meâli" (İstanbul, 2000; 2. bas. İstanbul, 2004) adlı kapsamlı bir tedkik de neşretmiştim.

Serol Teber kitabını 2002 tarihinde neşrettiği halde bu belgelerden habersiz görünüyor. Formasyon yetersizliği dikkate alınarak yazar mazur görülebilirse de eserindeki yanlı tutumun, salt bilgi yetersizliğinden ziyade taraftarlık psikozundan kaynaklandığı kuşkusuzdur. Nitekim Tevfik Fikret'in sırf "Sancak-ı Şerif Huzurunda" başlıklı şiiriyle irtibat kurabilmek amacıyla yazarın ancak tebessüme yol açacak düzeyde açıklamalara kalkışması ve muhtemelen kişisel hassasiyetlerine (!) dokunan noktalarda üslubunun birdenbire değişivermesi, şu ikide bir Tevfik Fikret'te bulduğu "azınlık psikolojisi" iddialarına oldukça tuhaf bir hususiyet kazandırıyor.

- "Tam da bu günlerde [I. Cihan Harbi'nde], Osmanlı Devleti'ni yöneten, Saray'ın ve İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin ileri gelen yöneticileri, yaşanan bu olumsuz koşullarda bilgilerini ve inançlarını artırmak ve tazelemek için Saray'da Huzur Dersleri düzenlemişler." (s. 207)

Sonra n'olmuş?

Sonra, bir alıntıya istinaden yazar, bu Huzur Dersleri mantığı ve niteliğindeki bilgisi (!) ile Osmanlı Devletinin 1.8.1914 tarihinde başlayan Birinci Dünya Savaşı'na katıldığını, 14.11.1914 tarihinde "Cihad-ı Mukaddes" ilân edip müslümanları Kutsal Sancak altında savaşa çağırdığını, en nihayet "yaşanan günlerin ne anlama geldiğini bile anlamadan" (!) Osmanlı Devleti'nin binlerce ölü ve enkaz yığını halinde bir ülke bırakarak huzur içinde dağıldığını söylüyor. (s. 208)

Gördünüz mü, Psikanaliz'in serbest çağrışım testlerinden hareketle sayın uzman, bir tek 'huzur' sözcüğünden ne çok 'gerçek' üretmiş!?

Bu vesileyle hatırlatmak isterim ki analistin analize tâbi tutulması Psikanaliz'in ilk koşuludur!


23 Ekim 2005
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu
Online İlan

ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi
Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon
Ramazan | Arşiv | Bilişim | Dizi
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED