T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 16 ARALIK 2005 CUMA | ||
|
"Eski" Başbakan Ecevit, "Vahdettin hain değildi" sözü büyük bir tartışma yaratmıştı. Öyle bir tartışma ki, laiklik, cumhuriyet ve rejimim temel unsurlarını içeren birçok konuda Ecevit'i referans kabul edenler bile daha tartışmanın derinleşmesini beklemeden sert ve inkarcı bir reaksiyon gösterdiler. Oysa, Ecevit'in söylediği malum-u ilandı ve yeni bir tespit bile sayılmazdı. Ama, önemli bir politikacı, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e tevarüs eden iktidar kuşağının güçlü bir temsilcisinin ağzından döküldüğü için bu cümle cesur bir ezber bozma girişimiydi. "Eski" Cumhurbaşkanı Demirel de Kürt sorununun algılanması, tarihi ve politik perspektifinin gerçekçi bir şekilde algılanabilmesi için anahtar bir cümle sarfetmişti: "Kürtler 29 isyan yaptılar!..." Tarihin bize ezberlettiği metinlerde böyle bir şey bulunmuyordu. Şeyh Sait'in şahsında bir Cumhuriyet propagandasına dönüştürülen isyanın dışında herşey yolundaydı. Demirel öyle olmadığını ilan etti. Ezberi bozdu... Yakın tarihe, 27 Mayıs'a, 6-7 Eylül olaylarına dair birkaç kez "eski" Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un de ezber bozan analizlerini biliyoruz. Şimdi... Yine bir politikacı; üstelik "eski" değil, halen koltukta oturan bir başbakan, İnkılap Tarihi'nin bir yönünü ısrarla gizlediği Atatürk portresinin üzerindeki tozları üflüyor. Tayyip Erdoğan, "resmi tarih"in Balıkesir Hutbesi'ne sıkıştırdığı "Atatürk ve din" başlığını yeniden üretiyor. Mustafa Kemal'in şu sözleri Erdoğan'ın önceki gün Meclis'te yaptığı bütçe konuşmasında aktarıldı: "Burada maksut olan ve Meclis-i alinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslamiyedir, samimi bir mecmuadır. ... Anasır-ı İslamiye'den mürekkep bir kütleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaasiyle iştigal ettiğiniz millet bittabi bir unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslamiyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-u İslam, bizim kardeşimiz ve menafii tamamiyle müşterek olan vatandaşımızdır... Vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkardırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna, ırki, içtimai, coğrafi hukukuna daima riayetkar olduğunu tekrar ve teyid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menafiimiz müşterektir." Ezber yine bozuldu... Atatürk'ün bu sözleri, başta kurucusu olduğu Cumhuriyet halk partisi olmak üzere fikri kaynaklık ettiği bütün kişi ve kuruluşların "din ve kimlik" konusunda bildiklerini tersyüz etmeye yeter. Resmi tarih, Atatürk'e ait bu ve bunun gibi birçok başka metni hasıraltı ederek, yıllar boyu bütün tartışmaların aksak ve bilim dışı bir zeminde yapılmasına sebep oldu. Vahdettin hain değildi, Cumhuriyet-Kürt ilişkileri anlatıldığı gibi gelişmedi, 27 Mayıs ve 6-7 Eylül yalanlarla sunuldu. Ve Atatürk, kurduğu Cumhuriyet'in etnik unsunlarını bugünün "Atatürkçüler"inden çok çok farklı tanımlamıştı. Evecit, Demirel, Erdoğan ve diğer politikacıların önderlik ettiği tarihin yeni metinlerine ve yeni yaklaşımlarına açılma süreci bir fırsattır. Tarihçiler, aydınlar, bilim adamları ve vatandaşlar; herkes bir tarafından tutmalı ve tarih; özellikle de yakın tarih yeniden yazılmalı. Yazarsak yazarız, yazamazsak da anlamsız ve kısır tartışmalara esaretimize razı oluruz.
Rektörün fişledikleri...
100.Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Yücel Aşkın'ın yargılaması başladı. YÖK Başkanı'nın dün de devam eden ve artık "yargıya müdahale"den başka hiçbir anlam taşımayan açıklamalarını şimdilik geçelim. Sadece haftalardır yapılan tartışmaların gölgesinde kalan bir önemli ayrıntının altını çizmek istiyorum. Rektörün fişlediği öğretim üyeleri konusu... İki, üç, yedi sekiz değil, Rektör'ün evinde bulunan belgelerde kendileri hakkında bilgi bulunan 418 kişi "fişlenme" iddiasıyla davaya müdahil oldu. Türkiye'de sayısız kez insanlar özellikle dini yaşantıları ve ideolojileri nedeniyle fişlendiler. Benim hatırladığım hesabı sorulan tek fişleme vak'ası İstanbul'da askerin yaptığı meşhur "sosyetik fişleme"ydi. Fişleyenler o olayda, "Beyaz Türkler"i kayda geçirerek baltayı taşa vurmuşlardı. Komutanı terfi ettirmeyerek cezalandırdılar. Van'daki dava bütün o yolsuzluk iddialarının ötesinde bu açıdan da önemlidir. İlk kez bir fişlenme konusu yargı tarafından ciddi bir şekilde araştırılacak. Fişlenenler de sosyete değil üstelik. İddialar ispatlanır ve hukuk da uygulanırsa, bu temel hak ve özgürlüklerde bir dönemin başlangıcı olabilir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |