T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
S İ N E M A | 16 ARALIK 2005 CUMA | ||
|
Peter Jackson'ın "King Kong"u, sinemasal açıdan pek de verimli olmayan bir hafta sonunda, iddialı görsel efektler izlemek isteyenler için uygun bir seçenek oluşturuyor.
Bırakın kendisini, Türkiye'deki basın gösterimi bile başlı başına bir olay haline gelen Peter Jackson'un "King Kong"u, nihayet tüm dünyayla birlikte ülkemiz sinemalarında da gösterimde... Bu yapıt, bundan böyle usta işi görsel efektlerinin yanısıra sinema yazarlarına "korsan CD pazarlayıcısı" muamelesi yapılan ilk film olarak da anılacak. Nedeni ise, geçtiğimiz günlerde ön gösterime davet edilen basın mensuplarına salona girerken "cep telefonu" taşıma yasağı getirilmesi... Düşünebiliyor musunuz, ömrünü bu mesleğe vermiş biri olarak içeri pişkin pişkin girecek, onca meslektaşın arasında kameralı cep telefonumu sinsice çıkartacak ve cihazı iki saat boyunca elimde hiç kıpırdatmadan sabit bir şekilde tutarak perdede oynayan filmi çekeceğim. Sonra da bunu korsan CD'cilere satıp yolumu bulacağım! O yol bulma da kimbilir kaç paraysa... Telefondaki hafıza, bir filmi eksiksiz şekilde (ve korsan üretimini yapmaya yeterli gelecek çözünürlükte) kaydetmeye yeter mi gibi abes teknik sorular sormuyorum bile; yalnızca şunu ifade edeyim ki dağıtıcı şirket UIP'nin bu tavrı tek kelimeyle "kaba"ydı. Tamam anladık, korsan sektörü karşısında dikkatli olmak gerekiyor, ama bir avuç sinema yazarına bile bu denli paranoyak bir muamele sergilemeyi anlayabilmek mümkün değil. Nitekim, hafta içinde davetin biçimiyle ilgili olarak çok ciddi tartışmalar çıktı, SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) üyeleri bununla ilgili olarak özel bir toplantı yaptı, bazı yazarlar gösterime katılmayı reddetti falan filan... Benim de bu filme ilişkin bilgilerim fragman görüntüleri ve teknik ayrıntılardan ibaret; çünkü beyazperdede daha 1976 yılında dibine kadar tüketilmiş, bu yüzden de zerre kadar ilgimi çekmeyen bir öyküyü "korsan CD işportacısı" muamelesi görmeyi göze alarak izlemeye gitmedim. Sinemada 1980 ve 90'lar boyunca küçük bütçeli ama sıradışı filmlerle iyice piştikten sonra "Yüzüklerin Efendisi" üçlemesiyle aynı zamanda büyük projelerin de adamı olabileceğini kanıtlayan Yeni Zelandalı yönetmen Peter Jackson, görebildiğim kadarıyla görsel açıdan bir hayli şık, ama tekrar vurgulamak istiyorum ki öyküsü itibarıyla oldukça yorgun bir filmle yüksek bütçeli danslarına devam ediyor. Sessiz sinema dönemi... Bir grup Amerikalı sinemacı ve kâşif, film çekmek üzere, adı haritada bile yer almayan, Sumatra yakınlarındaki gizemli bir adaya giderler. Çekimler devam ederken, adanın bir sürü tarih öncesi yaratığa ev sahipliği yapmakta olduğu anlaşılır. Bunlardan biri de orada yaşayan yerlilerin kendisine taptığı Kong'dur. Dev goril, gözünü para hırsı bürümüş olan ekibin inatçı mücadelesi sonucunda binlerce kilometre uzaktaki New York'a getirilir ve böylelikle felaketler başlar. Bir düzineye yakın uyarlaması bulunan "King Kong"un bu uyarlamalar arasında ön plana çıkan iki ünlü çevrimi var. Birincisi 1933 tarihli siyah-beyaz (ve de öncü) klasik, ikincisi ise yönetmen John Guillermin'in 1976'da çektiği, hafızalarımızda Jessica Lange ile kazınan, teknik açıdan daha olgun olan çevrim. İkisinin arasında da küçüklüğümde ve gençliğimde daha bir sürü Amerikan ve İngiliz uyarlaması izlediğimi hatırlıyorum. Tabii, bu listeye Japonların ünlü kertenkeleleri "Godzilla"yı "King Kong" ile kapıştırdıkları, nisbeten daha geri planda kalmış kimi üçüncü dünya uyarlamaları dahil değil. Bu tür fantastik öyküler sözkonusu olduğunda, gerçek üç boyutlu maketlerin kullanıldığı versiyonları ötedenberi daha çok sevmişimdir. Çünkü, bazı sahnelerdeki inandırıcılık zaaflarına karşın, maketlerle yapılan "stop motion" çekimler bana bilgisayarda üretilen fazla parlak sanal imajlardan daha fazla "ruh" taşıyormuş gibi geliyor. O bakımdan, King Kong'un öyküsü benim için Guillermin'in 1976'daki uyarlamasıyla birlikte bitti. Bundan sonrasında ise izlenebilecek tek şey, daha kıvrak hareketler yapan dijital bir canavarı oradan oraya koşuştururken görmenin heyecanı olabilir. Ki bunu da Spielberg'in "Jurassic Park"ı on yıl öncesinde zaten en üst düzeyde başarmıştı. Jackson, onca parayı kendisi ve şirketi için bir hayli riskli olan böylesi bir projeye yatırmakla iyi mi etti, yoksa kötü mü (yeni King Kong, kendisi için harcanan 160 milyon dolarla, şu anda dünyanın en yüksek bütçeli filmleri arasında altıncı sırada) bunu birkaç hafta sonra filmin dünya hasılatına bakarak hep birlikte göreceğiz. Kong'un lüzumundan fazla önemsenmiş bayat öyküsü bana her nedense en başından beri aktör-yönetmen Kevin Costner'in bundan on yıl önce çektiği "Waterworld"-"Su Dünyası" filmini çağrıştırıp duruyor. O film de dönemine göre başdöndürücü bir bütçeyle çekilmiş ve gişede iki seksen yere uzanmıştı. Kostner o günden beri doğru düzgün iş bulamıyor. Umarım, bu çılgın deneme, yetenekli bir daam olan Jackson'un da işini bitirmez. Sinemasal açıdan pek de verimli olmayan bir hafta sonunda, beyazperdede iddialı görsel efektler izlemek, salonun hoparlöründen etkileyici ses efektleri duymak ve arada sırada hoplamak isteyenler için uygun bir seçenek oluşturuyor. Ama dediğim gibi, bu ürkünç adanın fazlaca sinirli gorilini ilk kez tanıyacaklar için... Öyküyü bilenler içinse ortada yeni bir şey yok.
1976 tarihli bu filmin İngilizce orijinal adı, yönetmeni ve (biri, işkenceci diş hekimi Christian Szell'i canlandıran ünlü oyuncu olmak üzere) en az iki başrol oyuncusunun adları nedir? Eksiksiz cevaplarınızı 22 Aralık 2005 Perşembe günü saat 12.30'a kadar 2001kubrick@e-kolay.net elektronik posta adresine bekliyoruz. Doğru cevapları verenler arasından bilgisayarın rasgele yapacağı seçimle belirlenecek olan üç okurumuz, Stanley Kubrick'in 1987 tarihli başyapıtı "Full Metal Jacket"in birer DVD'sini kazanacaktır.
- Filmin Türkçe Adı: Güneşin Gözyaşları
Yarışmamıza yurt çapında toplam 135 katılım gerçekleşti ve bunlardan 114'ü yukarıdaki cevapları eksiksiz olarak içermekteydi. 15 Aralık 2005 saat 13.00 itibarıyla bilgisayar programının rasgele seçtiği talihlilerimiz:
- Ensar Cevval / İstanbul
Talihlilerimizin armağan DVD'leri ("Schmidt Hakkında", Yön: Alexander Payne) taahhütlü postayla adreslerine gönderilmiştir. Bütün katılımcılarımıza ilgileri nedeniyle teşekkür ederken, yeni katılımlarınızı beklediğimizi bir kez daha hatırlatmak istiyoruz. Unutmayın ki bu köşenin amacı hem eğlenmek, hem seçkin filmler kazanmak, hem de "öğrenmek ve hiç unutmamak!" Önemli not: "Sine-Bulmaca"nın ilk iki haftasında, pek çok okurumuzun sorulara doğru cevap vermiş olmakla birlikte ad-soyadları ve açık adreslerini mesajlarına eklemeyi unuttukları görülmüştür. Yeni Şafak Sinema Servisi, bu durumdaki katılımcıları elektronik posta mesajlarıyla uyarmakla birlikte, sonuçta eksik cevapların oranı tek tek uyarmakla baş edilemeyecek boyutlara ulaşmıştır. Lütfen cevaplarınızı, ekli bilgilerin hiçbirini atlamadan gönderiniz.
Tilt: Kameranın çekim sırasında yere doksan derece dik açıyla, yukarı ya da aşağı doğru yaptığı çevrinme hareketleri. Zoom-In: Çekimi yapılan objeye, kamera yerinden hiç kıpırdamaksızın, objektifteki özel mercek düzeneği kullanılarak yapılan optik yaklaşma hareketi; objeye doğru yakınlaşma. Zoom-Out: Yukarıdaki optik manevranın tam tersi; objeden dışa doğru açılma.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |