AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
O tarihî gün, Brüksel'de
Cep telefonu çağı öncesinde uluslararası müzakereleri nasıl izlerdik biz? Eskiden bu işler gerçekten çok zordu. Kapı önünde bekleşilir, müzakere salonundan dışarı çıkanların yüzleri okunmaya çalışılarak sonuç tahmin edilirdi. Müzakerecinin yüzüydü tek ölçü; gülüyorsa içeride her şey yolunda gidiyor demekti, çarpılmış veya asık bir surat ise karşımıza çıkan, herkeste "Eyvah" duygusunu uyandırırdı. Şimdi farklı izleniyor zirveler... Müzakerelerin yürütüldüğü Kongre Sarayı'na adım atmamış bir muhabir arkadaş, "Elimde ne arka-plan bilgiler var, bir bilsen" diye fısıldadı kulağıma... Hiçbirimiz kapı önüne yatmadık, duvara bardak dayamadık, hafiyelik yapmamız da gerekmedi; ancak kapalı kapılar ardında cereyan eden gelişmeleri neredeyse an an tâkip etmeyi başardık... Cep telefonu ve SMS mesaj servisi sayesinde... Biz de iyiyiz, ama teslim etmemiz şart, Yunanlılar ve Rumlar teknolojiyi çok iyi kullanıyor... Kendilerini hiç ilgilendirmeyen müzakere konularındaki hamleleri bile bizden daha önce öğrenebildiler. Bazı Rum gazeteciler cep telefonlarına mesaj olarak iletilen 'resmî' soruları yönelttiler basın toplantılarında... Rum yönetimi hoşlarına gitmeyen gelişmeleri önlemek için tanıdığı gazetecileri uluslararası medyanın arasına saldı... İzlemesi bile güzeldi... Ben söylediğimde etrafımdakiler ne kadar güldüler, tahmin edemezsiniz: "Alman Şansölyesi Gerhard Schröder'in bir tek oyun bile değer taşıdığı çok önemli bir oylaması var Berlin'de; adam bir an önce oylamaya katılabilmek için müzakere sürecini hızlandırdı..." Hemen her şeyin kilitlenmiş göründüğü, çözümün uzaklaştığı bir ortamın ardından gelişmeler farklı biçimde yaşanmaya başladığında, pek çok gazeteci, "Haklısın galiba" dediler. Alman medyasından bir dostum, akşama doğru, "Schröder baskı yapmış ve Parlamento'daki oylamayı ertesi güne bıraktırmış" haberini iletince, o zaman hepimiz yeniden kaygılandık... Berlin'deki oylamanın Brüksel'deki müzakerelerde aktif rol üstlenen Alman başbakanın ricası üzerine ertelendiği haberinin anlamını Deutche Welle Radyosu Türkçe bölümü şefi Baha Güngör'e sordum. "Noel tatiline bir hafta kala bir oylama için parlamentonun cumartesi günü toplanacak olması işin ciddiyetini gösterir" dedi bana. Şakayla karışık söylediğim "Almanlar zorluyor" tespitimin doğru çıkması beni elbette memnun etti. Gerhard Schröder belli bir saate kadar taraflar arasında gidip geldikten sonra, akşam olurken, "Anlaşacaklarını umuyorum" deyip terk etti Brüksel'i... Gerçi etrafta daha çok medya mensupları görünüyordu, ama bizden farklı kaygılar taşıyan kişiler de vardı. İşadamları, iş kadınları, milletvekilleri, belediye başkanları, siyasiler, borsa spekülatörleri, sıcak para brokerları... Türkiye'de borsayı indiren heyecan, Brüksel Conrad Hotel lobisine de asılan yüzlerle yansıyordu sözgelimi... Haberler olumluya çevrildiğinde ise, bizim haber atlamama ve olanı doğru algılama tedirginliğimiz daha büyümesine rağmen, onların ağızları kulaklarına varıyordu... "Mal canın yongasıdır" diye boşuna söylememişler... Zirve ve resmî görüşmeler Conrad Hotel'den epey uzaktaki Konsey binasında yapıldı, ama bizler, hiç değilse çoğumuz, orada kurulu basın merkezi yerine otel lobisinde karargâh kurmayı yeğledik. Bizim açımızdan pratik bir sebebi vardı bunun: Habere daha yakın olmak... Haberler, bugünün ortamında, muhatabına ulaşmak için aksiyonun olduğu yerden uzağı tercih edebiliyor; ya da aksiyon bazen olayın geçtiği yerden uzakta yaşanabiliyor... Brüksel'de ne olduğu merakınızı gidermek için hangi televizyon kanalının haberlerini tercih ettiniz? Fazla düşünmeyin: Kanalların neredeyse hepsi haberlerini aynı biçimde elde ettiği ve hep belli kişilere yorumlattığı için aralarında fazla fark yoktu. Yazarlar kanal kanal dolaşarak aynı görüşleri değişik kanalların izleyicilerle paylaştılar... İşler sarpa sarır gibi göründüğü bir ortamda, bir kanalın anahaber bülteni sorumlusu, "Tüh yahu" dedi dizlerini döverek, "Akşam bir ara hayata sürekli olumsuz mercekten bakan şu yazarı ekrana çıkartmayı düşünmüş, ama iç karartacağı endişesiyle vazgeçmiştim; keşke çıkartsaymışım..." Akşama doğru manzara yeniden değiştiğindeyse, "Aklımı seveyim" dediğine eminim... Biz çok kalabalık bir medya grubuyduk; ama en kalabalık grup biz miydik, bilmiyorum. Çeşitli Arap medya kuruluşlarını temsilen 300 civarında gazetecinin de Brüksel'de konuşlandığını aynı amaçla Türkiye'den gelen el-Cezire'nin temsilcisi Yusuf el-Şerif'ten öğrendim. Yunanlılar, Rumlar, Almanlar da büyük medya grupları oluşturdular... Dünkü gazetelerin manşetlerinin bir bölümü erken sevinç yüzünden şaka konusu oldu günboyu aramızda. Bir bilen şu görüşü paylaştı benimle: "Şu son gün bile borsadan epey para kaldırılacak; bu işe her şeyini yatıran patronlar var..." Oh ne âlâ memleket... İyimser manşetler yalnız bizim gazetelerde yoktu; Chirac'ın Türkiye tezlerine yakın konuşmasını dinleyen Fransız 'Liberation' gazetesinin yönetmeni, Türkiye'nin AB üyeliği iddiasının pekişmesini, kocaman harflerle 'Avrupa Devrimi' başlığıyla manşetine taşımıştı. Herkeste heyecan farklı... Bu heyecan hiç bitmeyecek...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |