AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
Kim olursan ol, oku!

Tasavvufî edebiyatın zirve noktası olarak değerlendirilen Mevlâna'nın Mesnevî adlı eseri sadece kendi döneminde değil, tarih boyunca da ilgi görmüş; günümüzde ise dünya çapında artarak devam eden bir araştırmacı ve okuyucu kitlesine sahip olmuştur.

Mevlâna'nın, Kur'ân tefsiri olarak da nitelendirdiği ve kültürümüzün temel taşlarından biri olarak kabul gören Mesnevî, bu özelliğinin yanısıra XIII. yüzyıl Anadolu'sunun sosyal ve kültürel özelliklerini yansıtmakta, sosyal adalet, pedagojik formasyon ve modern bilimle ilgili de günümüzde en çok ihtiyaç duyulan önemli bulgu ve tespitleri içermektedir.

Bu bağlamda; bir hükümdarın ağzından "Ben kendi soframda ne yersem, halkıma da onu yediririm. Ben ne giyersem halkım da onu giyer" diyerek sosyal adaleti vurgulamakta; para ve makam hırsının insanın özgürce yaşamasına engel teşkil ettiğini belirterek, günümüz insanının en büyük sıkıntısını gözönüne sermekte ve "Bu ikisinden de kurtulursan özgür olursun" demektedir. Mevlâna'nın, bu basit gibi görünen önemli tespiti dikkatle incelenir ve uygulanırsa kişisel kavgalar sona ereceği gibi, dünya barışı için de önemli bir doktrin olacaktır. Yine Mevlâna'nın Mesnevî'si derinlemesine incelendiğinde, modern bilimin bile yeni keşfettiği bulguları çeşitli teşbihlerle orada bulmak mümkün olmakta; zerrelerin hareketinden ve patlamasından söz ederek, âdeta henüz geçtiğimiz asırda keşfedilen atomun yapısına değinmekte, yer çekiminden bahsetmekte, hücrenin yapısını tarif etmekte ve buna benzer konulara da değinmektedir.

Mesnevî'de bilimle ilgili hususlar

Dünyanın yuvarlaklığı, dönüşü ve yer çekimi

Kopernik (ölm. 1543) ve Galile (ölm. 1642) "dünya yuvarlaktır ve dönüyor" dedikleri zaman İncil'e ters düştükleri için eleştiri aldıkları, özellikle Galile'nin, 13 Şubat 1633'te Roma'da mahkemede yargılandığı esnada zorlamalara dayanamayıp her ne kadar "dünya dönmüyor" demişse de çıkışta ayağını yere vurarak "ama yine de dönüyor" diye bağırması hepimizin mâlumudur. Mevlâna ise 1200'lü yılların ortalarında yazdığı Mesnevî'sinde dünyanın döndüğünü şu beyitleriyle dile getiriyor: "Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir? Ey gök, ne vakte dek yerin etrafında dönüp duracaksın? bu gökyüzü de elinde olmaksızın dönüp durmada." (Mesnevî, I/3331, III/1966, 3287)

Mevlâna, aşağıdaki beyitlerinde de bilim adamlarını konuşturarak atmosferi bir yumurtanın beyazına, dünyayı ise bu yumurtanın sarısına benzetmekte, dünyanın uzayda boşlukta durduğuna işaret etmekte, ayrıca mıknatıs ve kehribar örneğini vererek yer çekiminden bahsetmektedir. Yine Newton'un (ölm. 1727) Mevlâna'dan yaklaşık 500 yıl sonra 1687'de yer çekimini keşfettiğinde(!), nasıl bir ilgi uyandırdığı herkesin mâlumudur. "Tabiata inananlar; gök bir yumurtadır, yeryüzü de onun sarısı diye itikat etmişlerdir. Birisi 'Bu yeryüzü yeri kaplayan göğün ortasında nasıl duruyor? Havaya asılmış kandil gibi ne aşağıya gitmekte ne yukarı çıkmakta" dedi.

O hakim "Altı cihetten de göğün çekmesi yüzünden hava ortasında kalır. Mıknatıstan bir yuvarlak olsa ortasına konan demir, ortada kalır" diye cevap verdi. Öteki hakim de "saf gök, kara toprağı kendisine çekmez. Onu altı taraftan da iter. Ondan dolayı da yeryüzü, kuvvetli yeller ortasında muallakta kalmıştır" dedi."Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa hepsi de zerre zerre kehribar gibi kendi cinsini çekmededir." (Mesnevî, I/2482-2488, VI/2900).

Atom ve yapısı

Mevlâna aşağıdaki beyitlerinde de bir şeyin en küçük parçası manasına gelen "zerre" kelimesini kullanarak henüz yakın zamanda keşfedilen "atom, hareketi, yapısı ve atomun patlaması"na gönderme yapmaktadır. Burada da Mevlâna'nın zerrenin (atomun) içindeki güneşin (atom çekirdeğinin) "patlaması halinde her tarafın yerle bir olacağına değinmesi" ve bu çekirdeği de 'kuzu postuna bürünmüş aslan' olarak nitelemesi son derece ilginçtir. Zira yakın tarihimizde yaşadığımız Hiroşima dersi bunun acı, ama somut bir örneğidir. Bir zerre yücelere çıkmada, öbürü baş aşağı düşmede. Şöyle durur gibi görünseler de onların savaşını bir gör! Şu aleme bakarsan görürsün ki, baştan başa savaştan ibarettir. Zerre zerre ile âdeta dinin kâfirlerle mücadelesi gibi savaşır durur. (Çünkü) yaratılışın binası zıtlar üstünde kurulmuştur. (...) Zerre demekle bil ki gizli bir muradım var. Sen denize mahrem değilsin, henüz köpüksün ancak. Zerre bir cisimden ayrılmış, küçücük bir parçadan başka bir şey değildir. Zerre taksim kabul etmeyen güneş olamaz ki! (Mesnevî, VI/38, 36, 50, V/5402, 3401, 4580, 4581, I/2502).

Hücre ve şekli

Bilindiği gibi insan hücresinin yapısı henüz mikroskobun geliştirildiği 1700'lü yılların sonu ve 1800'lü yılların başına rastlar. Bu ve daha sonraki yapılan araştırmalarda ise; insan embriyosu oluşmadan önce var olan "zigot"un tek bir nokta şeklinde olduğu, daha sonra bölünerek bal peteği gibi şekil aldığı tespit edildi. İşte Mevlâna bu konuda da 750 yıl öncesinde müthiş fikirler sunmuş, insanların hücrelerden meydana geldiğini söylemiş; ayrıca insan hücresinin pal peteği şeklinde olduğunu tanımlamakla kalmamış, oda, odacık manasına gelen 'hücre' kelimesini de 'ev' manasına gelen Farsça 'hâne' kelimesiyle karşılamıştır. İşte bu beyitler: "Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi. Allah, bedenleri bal mumu gibi göz göz ev ev yapmıştır." (I/1813) 'Vücudunun her zerresi ayrı ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı.' (IV/2943). Mevlâna bir gazelinde de insan vücudundaki sayısız miktardaki hücrelerin sessiz gibi durduğunu, ancak iyi bakılırsa bunların canlı olduğunu söyler ve hücrelerin ölüp tekrar yenilendiğine vurgu yapar: Şiir: "Bedeninin her zerresinden bir feryat duy, bir inilti işit! Sen büyük bir şehirsin; hayır bir değil binlerce şehirsin (binlerce hücreden meydana gelmişsin). Belki görünüşte hepsi sessiz gibidirler, ama senin gizli şeylerini görüyorlar ve (eğer anlarsan) çalışmalarını senden gizlemiyorlar. Evet; görünüşte bedeninde bulunan hücreler susmada, ama onların hepsi de gizli gizli işler yapıyorlar." (Divân-ı Kebir, VI, s. 2821; Ş. Can, Mevlâna, s. 397).

Gen

Mevlâna mûsıki bahsini anlatırken Cennet'te bulunan Hz. Adem'in orada bu mûsıkiyi dinlediği ve ondan da diğer insanlara müzik zevkinin aşılandığını belirtirken insanlığa 'genler' yoluyla geçen alışkanlığa değiniyor. Bu beyitlerdeki manalardan hareketle insanda bir 'mûsıkî geni' bulunduğunu söylemek mümkündür. 'Hepimiz Adem'in parçalarıydık; Cennet'te o nağmeleri dinledik. Gerçi suyla toprak (dünya nimetleri), bize bir şüphe verdi; ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz." (IV/736, 737).

Hastalık ve tedavi

Hastalığın Allah tarafından insanlara verildiğini, ama araştırılsa her hastalığın tedavisinin bulunabileceğini söyleyen Mevlana, tedavinin önemine değinerek, 'Suda yüzbinlerce ilaç gizli; çünkü her ilaç olduğu gibi onun vasıtasıyla yetişir, gelişir' der. Allah bu ilaçları insana iyilik vermek için yarattı; dertler, devalar saçma değil ya! Hatta, dertlerin çoğunun tedavisi vardır. Adamakıllı aradın, üstüne düştün mü elde edersin. Hz. Süleyman her sabah Mescid-i Aksa'ya gelir, tam bir ihlâsla Allah'a ibadet ederdi.

Her gün, mescitte yeni bir otun bittiğini görür, adın nedir, ne faydan var, ne biçim ilaçsın, nesin, sana ne derler; neye faydalısın, neye zararlısın diye sorardı. Her ot, adını, etkisini söyler; "Şuna can'ım, öbürüne zehir... Buna zehirim, ona şeker. Adım, kader levhinde şudur" diye dile gelirdi. Doktorlar Süleyman'dan o otu öğrenirler, bilgi sahibi olurlar, onu uygularlardı. Bu suretle doktorluk kitapları yazdılar, bedenleri hastalıklardan kurtardılar.

Bu nücum ve tıp bilgileri, peygamberlerin vahiyleridir. Yoksa akıl ve duygunun o tarafa nerden yolu olacak?

Cüz'i akıl, bir şeyden hüküm çıkaracak akıl değildir. O, ancak fen sahibinden fenni kabul eder; öğrenmeye muhtaçtır. Bu akıl, öğrenmeye ve anlamaya kabiliyetlidir, ama vahiy sahibi ona öğretir. Bütün sanatlar, şüphe yok ki önce vahiyden meydana gelir, fakat sonra akıl, onların üstüne bazı şeyler katar!

Dikkat et de bak! Bizim bu aklımız, hiçbir sanatı, usta olmadıkça öğrenebiliyor mu? Hile kılı kırk yarar, ama usta olmadıkça hiçbir sanatı elde edemez!

Sanat bilgisi, bu akılla olsaydı ustasız bir sanat meydana gelirdi!

Âlemde mezar kazıcılık ve mezar yokken Kabil mezar kazıcılığını kargadan öğrenmemiş midir?' (III/2913-2916, IV/1287-1300).

Mevlâna ayrıca, açlığın en güzel ilâçlardan olduğunu vurgulayarak şöyle der:

'Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce hüner ve fayda varken!

Kendine gel; açlık ilaçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme! Zira bütün hastalıklar açlıkla iyileşir; bütün ilaçlar aç olmadıkça sana tesir etmez. (V/2831-2833).

Mevlâna hastalık ve tedavi konusuna bu şekilde yorum getirirken yine tasavvufî bir üslupla kendisini ve diğer Allah velîlerini 'ilâhî doktorlar' olarak nitelendirir. Ama burada dikkat edilmesi gereken husus ise hastalıkların birçoğunun psikolojik sıkıntı ve stresten kaynaklandığının kanıtlandığı günümüzde, gönlü rahatlatarak hastalığın önüne geçilmesi; ya da hastayı dinleyerek gönlündeki sıkıntısını öğrenmek ve buna göre çare aramanın önemine dikkat çekilmektedir: Biz başkasıyız, insanın hastalığını nabzına bakarak anlayan hekimler başka. Biz, gönle aracısız bakarız; bizim görüşümüz anlayış bakımından pek yücedir. O kişiler, insanı gıdalarla, meyvelerle doyuran, kuvvetlendiren tabiplerdir. Hayvanî can da, onların tedavisiyle kuvvet bulur, yaşar. Biz ise, iş ve söz doktorlarıyız; bize ululuk nurunun ışığı ilham vermektedir.

O doktorlar, hastanın idrarına bakar hastalığını öyle anlar. Bizim delilimiz ise Allah'ın vahyi, ilhamıdır; hastalığı bununla anlarız.

O doktor ve müneccim, sana verdikleri haberi zanla, şüpheyle (tahmin üzerine) veriyor. Halbuki biz açıkça görüyor ve söylüyoruz. Kimseden ücret istemeyiz; ücretimiz noksanlardan münezzeh olan Allah'tan gelir. (Mesnevî, III/2701-2704, 2707, 2966, 2708)

Eğitim

Mevlâna, öğretmenlerin belirli merkezlerde yetiştirilmesi gereğine savunur ve günümüz eğitim fakültelerine işarette bulunur. Ayrıca günümüzde bile yapılamayan öğretmenlerin sürekli kendilerini yenilemesi hususuna da özel bir önem verir. Yine yirmibirinci yüzyıl modern eğitim sistemi olarak yeni yeni kullanılmaya başlanan çocukların oyunla eğitim formasyonunun önemine de dikkat çeker.

Mesnevî barış ve esenliğe çağırır

Altı cilt ve 26 bin beyite yakın hacmiyle Mesnevî'nin belki de en önemli özelliği ve hattâ yazılma amacı insanların insanca, mutlu ve barış içinde yaşamasına katkıda bulunmak amacıyla öğütler ve ilginç püf noktaları dile getirmesidir.

Edebiyatımızın tanınmış simalarından H. Ziya Uşaklıgil'in "Bazı keder ve üzüntü zamanlarımda hâlâ Mesnevî'ye el uzatır, onun yaprakları arasında hayatın elemleri için bir teselli ararım" sözü, kişisel sorunlardaki çözüme çare olduğu gibi; İngiliz doğu bilimci ve Mevlâna araştırmacısı Prof.Dr. A. J. Arberry'nin "Mevlâna, yediyüz yıl evvel dünyayı büyük bir kargaşalıktan kurtarmıştır. Günümüzde Avrupa'yı kurtaracak tek şey de onun eserleridir" tespitini yapması da dünya insanları açısından Mevlâna'nın fikirlerinin önemini vurgulamaktadır. Mevlâna'nın Divan'ındaki "Biz ilâhî hekimleriz; kimseden tedavi ücreti istemeyiz.", "Yetmişiki millet sırrını bizden dinler. Biz, bir perde ile yüzlerce ses çıkaran bir Ney'iz" beyitleri de bu konulara verilecek anlamlı cevaplardandır.

Ondokuzuncu yüzyıla kadar Eski Türk Edebiyatına ufuk açan ve belki de yön veren Mesnevî Tanzimat'tan sonraki Yeni Türk Edebiyatıyla birlikte Dünya edebiyatlarında da yerini almıştır.

Orijinal dili Farsça olan Mesnevî Türkçe, İngilizce, Arapça ve Fransızca'ya tam metin olarak tercüme edilip yayınlanmış; tespit edebildiğimiz kadarıyla da İtalyanca, Boşnakça, Özbekçe, Hintçe ve Endonezyaca tam çevirileri bitmek üzeredir. Bunların haricinde de birçok Dünya dillerine de seçki olarak tercüme edilmiştir. Bu bilgilerin ve gerçeklerin ışığında da Mevlâna tarafından dile getirilen 'Mesnevî'miz, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar bütün dünyayı kaplayacak ve bütün ülkelere ulaşacaktır. Bütün milletler bu sözlerle süslenecek ve onlardan faydalanacaklardır' sözü, 750 yıl sonrasında ispat edilmiş olmaktadır.

Mevlâna'yı sadece mutasavvıf bir şair olarak değerlendirip, onun fikirlerini mistisizmin sınırlarına hapsederek yorumlamak, kendisine yapılacak büyük haksızlıklardan biridir. Çünkü Mevlâna, başta Mesnevî'si olmak üzere bütün eserlerinde günümüz insanlığının düştüğü problemlere de çözümler sunmakta, bilim dünyasıyla ilgili olarak da benzetmeler yoluyla dikkate değer bilgiler vermektedir.

Ayrıca; Mevlâna, eserlerinde sunduğu derin fikirleriyle bir sosyolog, bir psikolog gibi insanı ve toplumu inceleyip problemlerine çözüm sunan bir düşünür; bilimsel konularla ilgili olarak söylediği beyitleriyle de gizemli bir bilim adamı hüviyetindedir. Bundan dolayı başta Mesnevî olmak üzere onun eserlerini her kesimden, her meslek grubundan insanın okuyup incelemesi, mutlak olarak kendisinin ve insanlığın faydasına olacaktır. Mevlâna bundan sekizyüz yıl önce şöyle demişti:"Bizden sonra Mesnevî önderlik edecek, arayanlara ve isteyenlere doğru yolu gösterecektir."

  • YRD. DOÇ. DR NURİ ŞİMŞEKLER / ÖĞR. ÜYESİ



  • 13 Aralık 2004
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED