AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Kimin aklına gelirdi
"Avrupa Birliği'nde bu işler hep böyle olur!" diyorlar... "Avrupa Birliği'nde her şey müzakerelere bağlıdır!" diyorlar... Söylenenler doğru olsa gerek. Yoksa dün sabah ve akşam saatleri arasında olup bitenler başka türlü nasıl açıklanabilir? Yani AB Konseyi ortaya önce "Yok daha ne!" dedirten bir metin atacak, ama Türk tarafının bastırmasıyla akşam saatlerine doğru iş tatlıya bağlanacak... Bu da Türkiye'nin kötü talihinin bir sonucu olsa gerek! Bugüne kadar hiçbir AB üyesi ülkenin başında böyle bir macera geçmiş midir? Dün televizyon ekranı ya da radyo başından ayrılmayanların geçirdiği tecrübe neydi öyle? "Diplomasi sözcük cambazlığı, hatta trapezidir" diyerek söze başlayan yorumcuların "Tanrı ispatları"nı görüşmekte olan Kilise Babaları'ndan pek bir farkı yoktu doğrusu... "'Açıklamasından' sözcüğünden şunu anlamak gerekir", " 'Memnuniyet duyar' ifadesi bu anlama gelmektedir", " 'Gerekirse' sözcüğünü yanlış anlamamak gerekir", " 'Protokolu imzalaması' tanımak anlamına gelmez", vesaire... Offf beee! Neyse, sonuç iyi çıktı da sinirlerimiz hepten laçka olmadı... Madem sonuç böyle çıkacaktı o zaman "borsa"(!) başta olmak üzere herkesin yüreğini ağzına getirip götüren bu sürecin yaşanmasının ne âlemi vardı? Aslında belki de pek çok kişi hepten kötümser ruh halinden "borsa"nın yükselmesiyle birlikte çıktı. Semih İdiz'in (ekranda) bu çerçevede aktardığı "borsa jargonu"nu epeyce aydınlatıcıydı doğrusu: "Satın alınabilir bir metin"(!) Sıkıntılı bir gün geçirdiğimiz muhakkak. Hele öğle saatlerine doğru medyaya düşen CHP Genel Başkanı'nın açıklamalarından sonra kimsede "umut" kalmadı desek yalan olmaz. Fakat şimdi düşünüyorum da, televizyon ekranında bazı konuşmacıların sert eleştirisene konu olan Deniz Baykal'ın bu açıklamaları, hükümet açısından belki de çok yararlı oldu. Bu sayede, belki de AB Konseyi denilen o "şey" Başbakan'ın eli boş olarak Ankara'ya dönmesinin hangi gelişmelere yol açacağını hiç değilse sezebildi. Tabii ki çok sevinçli olmalıyız; Baykal'ın "Müzakereler hemen dondurulmalıdır" şeklindeki talebinin üç beş saat içinde değerini tamamen kaybetmesine tabii ki sevinmeliyiz. Son dönemde özellikle Fransa'dan yükselen itirazlarla dibe vuran umutlarımız bakın nasıl gerçek oldu... "Ya bundan sonrası" mı diyorsunuz? İnanın bundan sonrası çok daha kolay... Çünkü Türkiye'nin asıl ihtiyacı olan şey bu "dönüm noktası"nın başarıyla geride bırakılmasıydı. Brüksel'de önümüze sürülen ilk metnin en rahatsız edici yanı tabii ki Kıbrıs'a ilişkin olan cümleler değildi. Çünkü Kıbrıs sorunu, şöyle ya da böyle zaten mutlaka aşılması gereken bir sorundu. Türkiye, yıllardır "Rum Yönetimi" olarak adlandırdığı bir cumhuriyete daha ne kadar kayıtsız kalabilirdi ki zaten? Türkiye ancak 1950'lerin ortalarına doğru hatırladığı Kıbrıs'ın ülkenin yöneldiği en büyük projelerden birisinin önüne taş koymasına zaten rıza gösteremezdi herhalde... Brüksel'in önümüze koyduğu ilk metnin en "sakat" yönleri tabii ki "emek dolaşımı"na ilişkin "kalıcı istisnalar" ve Avrupalı sağ partilerin aklından çıkan ve adı öyle konmamış olsa da "özel statü" ile aynı anlama gelen bölümleriydi. Fakat bu "sakat" yönlerin fazla bir direnci olmadığının anlaşılması uzun sürmedi. Sonuç olarak, Türkiye'nin umduğunu bulduğunu söyleyebiliriz. Daha başka ne bekliyorduk ki zaten? Siz şu şaşırtıcı işe bakın: Kırk yıla yakın bir zaman önce yola çıkmış bir siyasi hareket belki de rakipleriyle olduğundan çok daha fazla kendi içinde "didişerek" ülkeyi AB üyeliğinin kapısına getirdi... Kimin aklına gelirdi, böyle bir gelişimi kim tahmin edebilirdi? "Siyaset" denilen şeyin iyi bir örneği ile karşı karşıya olduğumuz muhakkak... Darısı diğerlerinin başına...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |