AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Büyük bir başarı
BRÜKSEL- İnsanlar bazen 'tarihî' bir olaya tanık olduklarını içindeyken bilemeyebilirler; en son Berlin Duvarı yıkılırken çevrede bulunan nice kişi ne olup-bittiğini tam anlayamamıştı. Brüksel'de dün yaşanan öylesi bir olay değil; Türkiye adına pazarlık yürüten siyasîler ve diplomatlar da, muhatapları olan yabancılar da, gelişmeleri yakından izlemeye çalışan bizler de olayın 'tarihî' özelliğinin farkındaydık... Türkiye'nin AB perspektifi içerisinde yoluna devam etmesinin anlamını merak edenlerin yapmaları gereken, bir an için tam tersi bir duruma tanıklık ettikleri varsayımını zihinlerinden geçirmeleridir: Başbakan Tayyip Erdoğan ve heyeti, itiraz ettikleri maddeler yumuşatılıp Türk tezlerine yakın hale getirildiği halde masadan kalksalardı acaba ne olurdu? Bazıları açısından bu sorunun cebe dönük dehşetengiz bir cevabı bulunduğu muhakkak; ancak esas sorun kişisel kâr-zarar hesaplarının çok ötesinde yatıyor. Tersine senaryo karşımıza çıksaydı, 17 Aralık 2004 Türkiye için üstesinden kolay gelinemeyecek bir dizi sorunun başlangıç tarihi olacaktı. Dün Brüksel'de tanık olduğumuz olayın tam tersi yaşanmış olsaydı, siyasî hayatı içinden çıkılması imkânsız belirsizliklere sürükleyecek, toplumsal ilişkileri berhava edebilecek, kitleleri birbirlerinden kuşku duyar hale getirecek bir sürecin başlayacağına hiç kuşkunuz olmasın. Her anlaşma bir müzakere sonucudur; her müzakere ise iki tarafın maksimum taleplerinin çatışmasını ve mümkünse optimum bir noktada buluşmasını getirir... Tarihte, yalnızca gâliplerin yazdırdığı anlaşmalar tek tarafı mutlu etmiştir; eşit şartlar altında girilen müzakere sürecinden tek bir tarafın başarılı çıktığı örnek pek görülmemiştir. Brüksel'de yaşanan süreç, bu açıdan, Türkiye'nin veya müzakereyi yürütenlerin her istediklerini karşısındakilere kabul ettirmesiyle sonuçlanmadı; ancak, elde edilen sonuca Türkiye açısından yaklaştığımızda ciddi ve büyük bir başarı görebiliyoruz. Türkiye savaş alanında kazandıklarını müzakere masasında kaybetme geleneğine sahip olduğu için, bizde âdet, müzakerede varılan sonucun küçümsenmesidir. O sonuç ne olursa olsun... Buna ters bir başka âdetimiz de, masada elde ettiğimiz başarıların, ihmaller ve savsaklamalar yüzünden, daha sonra aleyhimize dönebilmesidir. Kıbrıs sözgelimi, yıllarca çözümden kaçılarak bir sorunlar kördüğümü haline getirilmedi mi? Oysa, yıllar önce, akılcı bir diploamasi hamlesiyle bugün Türkiye'nin AB sürecinin önünü açan bir unsura dönüştürülebilirdi Kıbrıs... Brüksel'de elde edilen sonucu, biraz da, Kıbrıs'ta son yıllarda kaydedilen çözümden yana gelişmelere borçluyuz. Buradan çıkartılacak bir de ders var: Türkiye, Brüksel'de zirveden çıkan kararı her yönüyle akıllıca değerlendirmek zorunda. Tam üyelik amaçlı müzakereler 3 Ekim 2005 tarihinde başlayacak; o zamana kadar Kıbrıs'ta olağanlaştırma ve iyileştirme hamlesini gerçekleştirmek gerekiyor. Müzakereler boyunca ve sonrasında, Kopenhag kriterleri istikametinde gerçekleştirilmiş yeni yasal düzenlemelerin uygulamaya döndürülmesi de şart; aksi halde 'ucu açık' olan süreç kazaya uğrayıp kesilebilecek. Bugün varlığından korkulan genç nüfusunu çağa uygun bir eğitimden geçirerek imrenilecek bir vasıflı işgücüne dönüştürmek de Türkiye'nin görevleri arasında. Bu üç noktada sergilenecek hassasiyet, Türkiye'yi, içlerine almakta tereddüt geçiren AB üyelerinin bile bir an önce 'ortak' olarak görmek isteyeceği bir duruma getirebilecektir. Zirveden çıkan sonuç Türkiye ve siyasî iktidar açısından büyük bir başarıdır. Bu 'tarihî' başarının kalıcı kılınabilmesi, milletçe seferber olacağımız bir kalkınma hamlesiyle mümkün olabilecektir. Bugün soracağımız soru şudur: Var mıyız?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |