AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Bugünkü Yeni Şafak
Y A Z A R L A R
Söyle: Neredesin ey İNSAN?

"Bir şeyi bilmek o şeyin sebebini bilmektir" der Aristoteles. Sebepleri ise dörde ayırır: 1) maddî sebep, 2) surî (formel) sebep, 3) fail sebep, 4) gaî (gayeye ilişkin) sebep. O halde sormak gerekiyor: Bir şeyi bilmek, o şeyin hangi sebebini bilmektir?!

Dört sebebin bir kısmına "eksik sebep" (illet-i nâkısa), tümüne ise "tam sebep" (illet-i tâmme) denildiği hatırlanacak olursa, bu soruya verilecek cevabın daha şimdiden açıklık kazanmış olduğunu söyleyebiliriz.

- Bir şeyi bilmek, o şeyin tam sebebini (yani dört sebebini birden) bilmek demektir.

Bu durumda bir şeyin veya bir olgunun sebeplerinin sadece bir kısmını bilenlerin bilgisi de -tanım gereği- eksik olacaktır.

'Neden?' (Hangi şeyden?) sorusunu maddî sebebi, 'Nasıl?' sorusunu surî (formel) sebebi, 'Kim?' sorusunu fail sebebi (özneyi), 'Niçin?' sorusunu ise gâi sebebi (amacı) bilmek maksadıyla sorarız.

'Anlam' meselesi fail sebeple birlikte ortaya çıkar; zira fail yoksa, gaye de yoktur. Dolayısıyla gaye yoksa, anlam da yoktur. Gaye (amaç), her hâlukârda bir failin gayesi olmak zorundadır. Eyleyen olmaksızın gaye, gaye olmaksızın eylem meydana gelemez. Eyleyen eylemeyi ister, dahası eylemeyi bir 'şey' için, yani bir gaye için ister.

Arapça'da yapmak anlamında kullanılan sözcüklerden biri 'fiil', diğeri de 'amel'dir. bu iki sözcüğün arasında 'gaye' ile irtibatlı önemli bir fark vardır: Bir bilincin, bir iradenin eşlik ettiği eylemler 'fiil', aksi takdirde ise 'amel' adını alır. Şayet amel'e bir bilinç eşlik ediyorsa, bu muhakkak bir sıfatla birlikte (msl. amel-i salih) anılmalıdır. HAK hakkında 'âmil' değil, 'fâil' sözcüğünün kullanılması da bu sebepledir. Bu bakımdan Tanrı'nın fiillerinden söz edebiliyoruz ve fakat amellerinden söz edemiyoruz.

Eylem'i 'fiil' haline getiren failinin irade (istem) sahibi olması, yani eylediğini isteyerek, istediğini de bilerek eylemesidir. Hukuk, İktisad ve Siyaset'le ilişkili meselelerin aynı zamanda Ahlâk biliminin de konusu olmasının sebebi, bu alanların insanın iradesiyle yapıp ettiklerinden oluşmasıdır.

İnsan eyliyor, zira eylemeden önce eylemeyi istiyor. İstem (irade) olmaksızın eylem de olamayacağına göre, istem her eylemi önceliyor demektir. Fail ve gâi sebepler de buradan türüyor; zira insan (istem sahibi) eylediğinde 'fiil' meydana geliyor. İnsanın her eyleminin bir gaye ve amacının olması, yani eylemeden önce eylemeyi isteyebilmesi, herşeyden evvel eylemlerinde niyetin (amacın) varlığını gerektiriyor.

Demek ki hukuk, ahlâk, iktisad ve siyaset bilimleri istem'le/amaç'la/niyet'le ilgileniyor ve böylelikle istemin ve dahi niyetin mümkün kıldığı eylemler, insana özgü bilimlerin konusu oluveriyor. [Yakın zamanlara kadar insana özgü olan, insan türünün mümkün kıldığı alanları kendisine konu edinen bilimlere "insanî bilimler" (human sciences) denmesinin sebebi de başka değil, bu. İstem, amaç ve niyet nazar-ı itibara alınırsa bu sefer karşımıza "tinbilimleri" adlandırması çıkıyor; yani doğa-bilimlerinin aksine geistın, ruhun, aklın aracılığıyla bilginin konusu haline gelen alanın bilimleri.]

Yeryüzünde insan dışında "ahlâk sahibi canlı" yok; zira yeryüzünde insan dışında "akıl sahibi canlı" yok. Nitekim 'adalet' kavramını mümkün kılan da insanın akıl sahibi, ahlâk sahibi bir canlı türü olması. Evet ahlâk, hukuk, iktisad ve siyaset bilimlerini akıl sahibi bu canlı türüne özgü eylemlerin bilimleri haline getiren, sadece insanı diğer canlılardan ayıran tarafı; yani aklı ve vicdanı; insanın ancak akıl ve vicdanın mümkün kıldığı eylemlerin faili olması.

Şayet insan, düşünen bir canlı (hayvan-ı nâtık/animal rationale) olmasaydı, adalet'ten de, âdil olmaktan da söz edemeyecektik. Adalet'ten ve âdil olmaktan söz edemediğimiz takdirde, evrenin, hayatın ve insanın varoluşunun anlamından da söz edemeyecektik.

Adalet ve dahi merhamet sadece insanın insanla ilişkisinde mi geçerli? Elbette hayır! İnsanın doğayla ve diğer canlılarla ilişkisini belirleyen kavramların başında da adalet gelir. Lâkin düşünce ve sanatı dünyalarından kovmak suretiyle varolmayı seçen günümüz bilimadamları, hemcinslerine karşı adalet ve şefkatle davranmaktan vazgeçtikleri gibi, doğaya karşı da âdil davranmaktan vazgeçtiler. Leo Tolstoy, 21 Mart 1885'te günlüğüne şöyle yazmış:

- "Politika, sanatı dışlar, zira bir hedefe varmak için tek taraflı olmak zorundadır."

Değil mi ki adalet herşeyden evvel insanı, hayatı ve doğayı "tek taraflı" görmemek demek, o halde Tolstoy'un bu yargısını sadece sanat için değil, 'düşünce' için de geçerli sayabiliriz; zira politika, tıpkı sanat gibi bütünü görmeyi amaçlayan 'düşünme'yi de dışlıyor.

"Dünyayı robotlar ele geçirirse, hâlimiz nice olur?" diye endişelenen bilimkurgucular zahmet etmeyip dünyaya ve hayata bir kez daha dikkatlice baksınlar! O takdirde, duygu ve düşünceden mahrum robotların ve makinelerin egemen olduğu bir dünyanın ne hâle gelebileceğini görmekte sanırım hiç zorlanmayacaklardır.

Felluce'yi bombalayanlar 'insan' değil, bilâkis robotlar ve robotların yönetimindeki makineler. Bombalananlar ise sadece 'müslüman' değil, tek kelimeyle 'insan'. Hz. İnsan robotların ve makinelerin elinde can veriyor ve ne gariptir ki bu şiddet karşısında DÜŞÜNME gibi ŞİİR de susuyor.

En nihayet insanı özler hale geldik; zira adalet, merhamet ve şefkati özler hâle geldik. Bu ise kelimenin tam anlamıyla bir trajedi! Çünkü robotlardan adalet ve merhamet beklemek, sadece hamakat alâmetidir.

Söyle o halde: Neredesin ey İNSAN!?


18 Aralık 2004
Cumartesi
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED