AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
||
Bugünkü Yeni Şafak |
|
|
Ne oldu?
Türk heyeti, direnci ile AB'yi bir noktaya getirdi; bir nokta yani, Kıbrıs hariç, problemli konularda Türkiye'nin taleplerini aşağı yukarı karşılayan bir çerçeveye gelindi. Kıbrıs'ta da sorunun ötelendiği bir formül çıktı. Şöyle ki: -3 Ekim'de tam üyelik için, ama "ucu açık" müzakereler başlayacak. -Aday ülke şartları yerine getiremediğini kendisi ifade ederse, tam üyelik yerine sıkı bağlantılı bir statü geliştirilebilir, yaklaşımı benimsendi. -Türkiye'ye karşı getirilmesi öngörülen "kalıcı korumalar", "gerektiğinde ve her zaman uygulanabilecek koruma tedbirleri" biçiminde ifade edildi. -Genel anlamda geçen "kriterler" ifadesinin, "Kopenhag kriterleri" şeklinde anlaşılması kabul edildi. -Ve Kıbrıs konusu... "Türkiye'nin Kıbrıs'ı tanıması" talebinin bir tür karşılığı olarak kabul edilecek olan "Ankara Anlaşmasının yeni üyeleri de kapsayacak biçimde onaylanması" şartının yeniden düzenlenmesi... Yeniden düzenlenmesi, yani paraf, imza, deklarasyon yerine, sadece "Başbakan Erdoğan tarafından ifade edilecek olan iyi niyet"in AB tarafından not edilmesi... "İyi niyet"in içeriği ise, Rum yönetiminin, Ankara Anlaşması kapsamına alınacağının ifadesi demek oluyor. Bu haliyle, hem AB, hem Türkiye, hem de Rumlar açısından zevahir kurtuluyor. Ama sadece zevahir kurtuluyor. Türkiye, müzakerelerin başlamasına şart olarak konan "Rumları tanıyın" talebini böyle bir örtülü tanımaya getirdiği için, Rumlar, örtülü de olsa tanındıklarına inandıkları için ve AB zirvenin iflasla sonuçlanmaması sağlandığı için başarıdan söz edebilir. Ancak Kıbrıs konusu, kocaman bir problem olarak AB gündeminde duruyor. Bir kere Türkiye daha baştan AB dayatmasına boyun eğerek Rumları Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB'ye girmiş kabul etseydi bile (Muhtemel ki AB sorunu böyle çözmeyi planlamıştı) konu çözülmüş olmayacaktı. Çünkü Kıbrıs'ta sorun sürmekteydi. Türkiye öyle bir tanımanın ardından KKTC'yi defterden silmeli, Kıbrıs'tan askerlerini çekmeli ve nihai planda Kıbrıs'la ilgili tüm iddialarından vazgeçmeliydi. Bunu ne Türkiye kabul edebilirdi ne de dünyada hiçbir ülke, Türkiye'nin aklını kaçırmış olduğuna inanmadan bunu Türkiye'den bekleyebilirdi. AB bunu Türkiye'den nasıl isteyebildi? Her AB yetkilisi, ağzını her açtığında sanki çok tabii bir talebi seslendiriyormuş gibi, "25 ülke" gerçeğini hatırlatarak Türkiye'nin Rumları tanımasını talep edebildi? Burada gerçekten AB adına çok kötü bir sınav vardır. AB, Annan Planı hikayesini bilmesine, orada Türklerin (Türkiye'nin ve Kıbrıs Türklerinin) gerçekten çözümden yana tavır koyduğunu görmesine, Rumların mızıkçılık yaptığı gerçeğinden haberdar olmasına, buna rağmen Rumları AB'ye tam üye kabul ederek, oyunda bizzat kendilerinin çok kötü rol aldıklarını idrak ediyor olmalarına ve Ada'da halen fiili olarak iki kesimli bir yapı bulunduğunu görmelerine rağmen Rumları tanıyın diye bastırmanın ve bunu Türkiye'nin müzakere şartı haline getirmenin AB adına tam bir iyi niyet problemi olduğu görmezden gelinemez. Problem hala da ortadan kalkmış değil. Herkes biliyor ki, bundan böyle her ortamda Türkiye'nin karşısına bir "Rum yönetimi" gerçeği çıkacak. AB sözcüleri, "Rumları tanımadan üye ülke hükümetlerinin bizzat karar verici konumda olacakları müzakereyi nasıl sürdüreceksiniz?" sorusunu sormakta haklı. Evet, bundan böyle Rumları tanımadan bu işi nasıl götüreceğiz? Bunun anlamı şu: Bugün tanımış olmasak bile, zaman hep Rumlar'dan yana çalışacak ve iki adımda bir Rumlarla yüzyüze gelme, yani tanıma sorunu ile karşılaşma zorunda kalacağız. Onun içindir ki, müzakerelerin başlaması için belirlenen 3 Ekim tarihine kadar Rumları da Ankara Anlaşması kapsamına alma sözü verilmiştir. Evet, Türkiye'nin temel görüşü, tam bir anlaşmaya varılmadan Rumların tanınmamasıdır. O da zaten Rumların tanınması değil, Kıbrıs'ta anlaşma sonucu ortaya çıkacak yeni yönetimin tanınması anlamına gelmektedir. Peki bu nasıl olacak? Bu, Rumların bir anlaşma süreci içine girmeleri ve nihayetinde yeni bir statünün oluşması ile gercçekleşecek. Peki Rumlar buna kendi iradeleri ile yanaşacak mı? Annan Planında uzlaşmaya yanaşmadılar. Çünkü onlar Türklerin azınlık olduğu, ama Rumların hakimiyetinde bir Kıbrıs düşünüyorlar. Onlara göre Türk bölgesi Türkiye'nin işgali altında. Türkiye çekilecek ve onlar, "Türk asıllı vatandaşları"na hak verecekler!!! Onlar zamanın kendi lehlerine çalıştığına inanıyorlar. Kıbrıslı Türkler, zaman içinde Rumlardan pasaport alıp AB vatandaşı oluyor, dolayısıyla türk bölgesi nüfus açısından da zaafa uğruyor. Bütün bunlar hesap dahilinde... AB de, Rumları AB üyesi yaparak tüm bu fesat planını besledi. Şimdi Kıbrıs'ta nasıl bir çözüm olacak? Bu konuda AB'nin bir iradesi var mı? Bu henüz gözükmüyor. Dolayısıyla 3 Ekim'e kadarki takvim, muallakta duruyor. Türkiye'nin çırpınıp çırpınıp hiçbir sonuç alamama tehlikesi ortada. Çare, AB'nin, bizzat kendisinin oluşturduğu sakat yapıyı düzeltmesi, bunun için de Rumları çözüm yönünde zorlamasıdır. Bu mümkün mü? Bu da çok zor görünüyor. Dolayısıyla sorun sadece ötelenmiş gözüküyor.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |