|
|
Dünkü Kronik Medya'da, Cumhuriyet'in "Akfırat şeyhi" haberleriyle öbür "laik medya" gazetelerinin haberleri arasında önemli bir fark bulunduğunu belirtmiş, Cumhuriyet'in "ders" niteliğindeki haberlerini bugün biraz daha yakından inceleyeceğimizi belirtmiştik... Bıraktığımız yerden sürdürüyoruz...
İsterseniz önce Cumhuriyet gazetesinde yer alan "Akfırat şeyhi" haberlerini neden "laik medyaya ders" olarak değerlendirdiğimizi kısaca hatırlayalım... Şöyle demiştik: "Dikkat çekici olan, Cumhuriyet'in, haberi sunarken hiç öyle 'şeyhin haremi', 'gücünü kaplan penisinden alıyor', 'şeyhin aşk reçetesi' gibi 'meseleyi saptırıcı' yönlere sapmaması... Cumhuriyet bir anlamda 'laik medya'nın bu tür dosyaları nasıl 'kullanması' gerektiği konusunda ders veriyor... Ne o öyle, 'Türk devletini bitirmek' amacıyla örgütlenen bir 'şeriat özlemcisi'ni sanki bir 'meczup'muş gibi göstermek! Güzelim malzemeyi böyle sunarak 'halktaki şeriat korkusunu canlı tutmak' mümkün olabilir mi? Bu nasıl 'laik medya'dır!!! Bu nasıl aymazlıktır!!!" Cumhuriyet, haberin patladığı 16 Ocak'ta ve izleyen günde, okurlarını, son derece ciddi bir "şeriatçı yapılanma" ile karşı karşıya olunduğunu iknaya yönelik başlık ve haberlerle yayımlandı... İlk gün ve ertesi gün öbür gazetelerin tamamının başlıklara çıkardığı "seks" boyutuna karşılık sadece "şeriat" boyutunu gündeme getirdi bu gazetemiz... Birinci gün: "İstanbul'da şeriat köyü...", ikinci gün: "Şeriat için vergi bile almış..." Biliyorsunuz, "vergi" der demez akla gelen ikinci kelime "devlet"tir; o nedenle biz, ikinci günkü başlığın, ilk günkü "şeriat köyü"nden daha kuvvetli olduğu iddiasını öne süreceğiz... Peki haberlerin ayrıntılarında neler vardı o ilk iki gün? Öbür gazeteler "İşte şeyhin aşk macunu...", "Gücünü kaplan penisinden alıyormuş...", "Doğurtacağı çocuklarla şeriat devleti kuracakmış" gibi "ucuzluklarla" uğraşırken, Cumhuriyet, tehlikenin ciddiyetine ve büyüklüğüne dikkat çeken "savlar"la doluydu... İşte haberlerden bazı bölümler: "Jandarmanın şok operasyonuyla ortaya çıkarılan 'Edep Tarikatı'nın elebaşısı Yaşar Yılmaz'ın 11 bin müridiyle şeriat devleti kurma planları yaptığı öne sürüldü. (...) 'Şeyh' Yılmaz'ın içinde geyiklerin dolaştığı tarikat merkezi ise zevk âlemlerinin yapıldığı, kırbaçlı ve falakalı işkence evlerinin bulunduğu, yaşamını yitiren müritlerin gece yarısı gömüldüğü yer olarak hafızalara kazındı. (..) Akfırat içerisinde yer alan manav, bakkal, kasap, fırın ve marketlerden alışveriş yapmayanlar ile Yılmaz'a fitre, zekât veya bağış vermeyenlerin ise 20 sopa veya kırbaçla cezalandırıldığı öne sürülüyor. (...) İstanbul'da ortaya çıkarılan şeriat köyündeki uygulamalar, 15 kadınla harem kuran Yaşar Yılmaz'ın 'şeriatçı cihatçı çizgi' üzerinde hareket ettiğini gösteriyor. (...) Güneydoğu'da bir dönem etkili olan Hizbullahvari yapılanmayı da andırıyor. Mürit, rant, şiddet, şeriat..." ŞÜKRAN SONER'İN HABERLERİ FARKLI
Cumhuriyet'te iki gün boyunca çıkan haberlerde, "işin içinde başka bir iş"in de olabileceğine ilişkin yegâne ipucu, "Formula pistinin yapılması ile arazileri büyük değer kazanan..." cümlesiydi... Bunun neden bir ipucu olduğunu en iyi, dünkü Yeni Şafak'ın sürmanşetini okumuş olan sizler bilirsiniz. Okumamış olabilecekler için hatırlatalım: "AKFIRAT'IN HER TARAFI RANT... Kamuoyunun, adını, sahte şeyh iddialarının ardından duyduğu Tuzla'ya bağlı Akfırat Beldesi, arazi rantiyesinin ilgi odağı haline geldi. Belde arazileri, 17 Ağustos depreminden sonra, zemininin sağlamlığından dolayı tercih edilmeye başlandı. Sabiha Gökçen Havaalanı'nın tamamlanması da arazinin büyük prim yapmasına sebep oldu. Son olarak, bölgenin Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapacağı kamuoyuna duyurulunca, metrekaresi 5 milyon olan arsa fiyatları 40 milyon liraya, daire fiyatları da 6 milyardan 18 milyar liraya fırladı. Beldelerinin sahte şeyh haberleriyle gündeme gelmesinden rahatsız olan Akfıratlılar, gerçeğin bir an önce ortaya çıkmasını istiyor.." Dün, öbür gazetelerin işin peşini tamamen bıraktığı 20 Ocak Pazartesi günü Cumhuriyet'in, olayı "Şeyhin şeriat özlemi" başlığıyla sürmanşetten izlemeye devam ettiğini söylemiştik... Cumhuriyet köşe yazarı Şükran Soner'in hafta sonu beldede yaptığı araştırmaya dayanan izlenimleri, hemen söyleyelim, gazetenin ilk iki gün beş muhabirle izlediği haberlere kıyasla çok daha "light.." Her şeyden önce, "Şeyhin şeriat özlemi..." başlığının yazıişlerine ait olduğu anlaşılıyor... Haberin içerdeki başlığı ise (herhalde bu da Soner'in yazısı için uygun gördüğü başlık olmalı) şöyle: "Hocaefendi yoldan sapınca..." Soner'in pazartesi günü başlayıp dün de devam eden yazısında, hiç öyle şeriat-şiddet-falaka-işkence iddialarına rastlamıyoruz... Soner, tabii ki sempatiyle yaklaşmıyor Akfıratlılara, ama doğrusunu isterseniz sanki ilk iki gün çizilen çerçeveye de itirazları var... Bunu, sık sık sözü onlara vererek yapıyor... Mesela kahvede, dinleyenlerin başlarıyla onayladığı birinin yaklaşımını şöyle aktarıyor: "Kahvedekilerin tümünün baş onayları ile kent yakınında, kent kirliliklerinden uzakta, seçilmiş, sakin, güzel bir yaşamın birtakım eller tarafından yıkılmak istenmekte olduğu. Medyaya da yansımış olan Orhanlı beldesi ile kendilerini seçmiş Tepeören'in paylaşılamaması davaları, ralli alanı ile bağlantılı ortaya çıkan büyük rant, Akfırat Belediyesi eliyle yörede yüksek yapılaşmaya, rant talanına direnilmesi... vesaire... vesaire... "Tabii Akfırat'ın varoluş öyküsü 25 yıllık; bugün 500 haneye ulaşmış yerleşimin öyküsü verilirken Yaşar Yılmaz'dan, hocaefendi olarak saygıyla söz ediliyor. Kooperatif girişimi ile imece ve dayanışma temelli yerleşime, yaşamlarında nasıl öncülük yaptığının sayısız örnekleri veriliyor. Kahvenin camına yapıştırılmış bir küçük duyuru, vergi iade zarflarının artık sahipleri tarafından bankalara teslim edileceği uyarısı, vergi iade zarflarının bile okuma yazma bilmeyenler adına topluca doldurulduğunun, imece yaşamının boyutlarının tipik bir simgesi oluveriyor." Böyle daha epeyce bölüm var... Belli ki Şükran Soner, Akfırat'ı gazetedeki öbür meslektaşlarından biraz farklı algılamış... En azından kuşkuları var... Cumhuriyet'in, ilk iki günkü haberleriyle "laik medyaya ders" verdiğini söylemiştik... Doğrusu, Şükran Soner'in haberleri de Cumhuriyet'in beş muhabiri tarafından kotarılan "tek yanlı bombardıman haberciliği"ne bir ders niteliğinde görülüyor... (A.G.)
Mesele 'sorularla cevapların karıştırılması' değil ki!
Kapandığını sandığımız bir mesele (Hürriyet'in, BDDK'nın mektubunu Başbakan Yardımcısı'nın ağzından haberleştirmesi) 17 Ocak'ta gazetenin "meselenin tam metni"ni yayımlamaya karar verdiğini açıklamasıyla ister istemez yeniden gündemimize girdi... "Tam metin" dün (21 Ocak) beşinci ve son günündeydi...
"Mesele", biliyorsunuz, AK Parti milletvekili Emin Şirin'in "Karamehmet Grubu"yla ilgili bölümleri de bulunan sorusuna, Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener'in verdiği "cevap"tan kaynaklanıyor... Şener, Şirin'in sorusunu BDDK'ya göndermiş, onların hazırladığı cevabı da aynen Şirin'e göndermişti. Hürriyet'te haber, sanki bu cevap doğrudan doğruya Abdüllatif Şener'in ağzından çıkmış gibi, "dedi" kalıbıyla sürmanşetten sunulmuştu... Sonrasını biliyorsunuz... Abdüllatif Şener Hürriyet'e ağır bir mektup göndererek gazetenin tavrını kınadı. Biz de Kronik Medya'da bir gazetenin, bir gün sonra dönüp kendisini vuracağı apaçık olan bir şeyi nasıl yaptığını anlayamadığımızı yazdık ve meseleyi kapattık... Kronik Medya'daki değerlendirmenin çıktığı gün, Ertuğrul Özkök, bütün iletişim fakültelerini göreve çağırarak nerede habercilik ihlali yaptıklarını göstermelerini istedi... Oysa ihlal o kadar açıktı ki, böyle bir üslupla fakülteleri göreve çağırmak, ihlalin kendisinden bile daha anlaşılmaz bir tutumdu... Mesele, yazının tümünü okuyunca anlaşılıyordu: Özkök, BDDK'nın mektubundaki ifadeleri Devlet Bakanı'nın ağzından duyurma işine "meselenin tartışılabilir yanı" olarak şöyle bir değiniyor, ardından da Şener'in mektubunda geçen "sorularla cevapları bilerek karıştırmışsınız" suçlamasını tartışmaya açıyordu... Biz "iletişim fakültesi" değiliz, gene de söyleyelim: Özkök bu noktada haklı. Gerçekten de Hürriyet'in sorularla cevapları sunumunda öyle sorun edecek bir "karıştırma" falan yok... Ama bu "asıl mesele"yi ortadan kaldırmıyor ki. Tam tersine, haklı olunan küçük noktadaki bu abanma, aslında asıl büyük ihlali perdelemeye yarayan bir işlev görüyor... Bu abanma abartıldıkça yaptıklarının doğru olduğuna kendilerinin de inanmadığı biraz daha fazla çıkıyor ortaya... İşte, aradan üç gün geçtikten sonra Hürriyet'in, mektubun tam metnini yayımlama kararını vermesi, bu yöndeki kanıları daha da güçlendirmekten başka bir işe yaramıyor... (Sözünü ettiğimiz "abanma" dizinin her gününde tekrar ediliyor: "Tekrarlıyoruz: Bakın bakalım sorularla cevapların karışması söz konusu mu?") Dizinin başladığı ilk gün Hürriyet'in kullandığı şu ifade de dikkatimizi çekti: "AKP İstanbul Milletvekili Emin Şirin'in Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener aracılığıyla Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'na (BDDK) sorduğu sorularla, BDDK'nın bu sorulara verdiği cevaplar karışmış mı görün. İşte, BDDK'nın, Abdüllatif Şener'in imzasıyla Emin Şirin'e verdiği cevaplar..." Siz de dikkat etmişsinizdir, Hürriyet artık "BDDK'nın bu sorulara verdiği cevaplar"dan söz ediyor... Oysa hatırlayın, haberin ilk versiyonu, "Şener konuştu, Karamehmet bitti"ydi... Hürriyet, ilk haberi işte böyle verseydi hiçbir sorun olmayacaktı... Fakat bizim sorumuz hâlâ cevapsız: Nasıl olur da bir gazete, böyle bir hata yapabilir; öfkesi ne kadar kabarık olursa olsun, bir gün sonra yalanlanacak ve abartmadan yazılsa zaten etkili olacak bir haberin bütün etkisini berhava edebilir? Sabah gazetesi genel yayın yönetmeni Ergun Babahan, 17 Ocak'taki yazısında bu sorulara cevap niteliğinde ilginç bir şey söyledi, onu da aktaralım: "Öncelikle, Başbakan Yardımcısı Şener'i kutlamak gerekir. Kendisine atfen yapılan bir haberden dolayı elinde 7-8 gazete, 2 TV kanalı bulunan bir grubun manşetini yalanlama cesaretini gösterdiği için... Zaten o manşeti atanlar da Şener'in bunu yalanlayacağına ihtimal vermedikleri için bu cesareti göstermişlerdi..." Babahan'ın muhakeme tarzı doğru olabilir mi? Tabii ki kesin bir şey söyleyemeyiz, ama "ilginç" olduğu kesin... Biz bu faslı bir "ders"le bitirelim: Kim ki bir medya kuruluşunu, yaptığı çok temel bir habercilik ihlali nedeniyle eleştirmeye karar verir, o kişi eleştirisinde en küçük bir açık bile vermemelidir... (A.G.) Klavyenin başına 'destursuz' geçenler! 16 Ocak tarihli Cumhuriyet'te birinci sayfaya çıkmayı başarabilmiş bir haber: "Diyanet İşleri Başkanlığı / Tarikatçı yapılanma". Gazete büyük bir "soğukkanlılık"la Devlet Bakanı Mehmet Aydın'ın içinde Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Nuri Yılmaz'ın görevden alınmasının da yer aldığı "yeniden yapılanma" yönünde hazırladığı yasa taslağının asıl amacını "cemaatçi ve tarikatçı yapılanmaya yol açılması" olarak sunuyor. İyi güzel de hangi bilgi ve delillerden hareketle? Sorunun cevabını haber metninde boşuna aramayın, çünkü yok! Cumhuriyet, bu önemli iddiasını, gazetelerimizde sıkça kullanılan bir sözcükle temellendirmiş: "...belirtildi."(!) Kimin, ne zaman, ne münasebetle, hangi gelişmeleri göz önüne alarak "belirttiği"nin cevabı tabii ki yok... Hatta Cumhuriyet'in haberinde yer alan bilgilerden söz konusu yasa taslağının Cumhuriyet'in iddiasının tam aksi yönünde yenilikler barındırdığı da açıkça anlaşılıyor. "Alevilerin Diyanet'te temsili", kurumun doğrudan "Cumhurbaşkanına bağlanması", Diyanet İşleri Başkanı seçiminin "il ve ilçe müftüleri, kurul başkanları ile ilahiyat fakültesi temsilcilerinden oluşan" bir "seçici kurul"a bırakılarak seçim sürecinden hükümetin elinin uzaklaştırılması, vs. Cumhuriyet, o da sanki bir "tarikatçı yapılanma"ymış gibi, "Diyanet'teki özerk yapılanma için 'devlete bağlı din modelinden vazgeçilmesi' yönündeki görüşlerini yazılarında da dile getiren Aydın" hatırlatmasını yaparak iddiasını güçlendirmeyi de unutmamış! Ne kadar boş, temelsiz bir habercilik... Kendisini "laiklik"in en yılmaz savunucusu olarak gören bir gazete, "devlete bağlı din modelinden vazgeçilmesi" yönünde, yani gerçek anlamda laik devlet düzeni yönünde atılmak istenen adımları "tarikatçı yapılanma"nın belirtileri olarak görüyor! "Bilgi" deseniz bilgi yok, "fikir" deseniz fikir yok... Ve de işin bir diğer ilginç yanı, bu "tarikatçı yapılanma" iddiasının Prof. Mehmet Aydın gibi, bilgisi ve samimiyeti ile ülkede hemen her kesimden insanın sempati ve sevgisini üzerinde toplayabilmiş bir felsefeci için ortaya atılıyor.... Prof. Mehmet Aydın ve "Diyanette cemaatçi ve tarikatçı yapılanma"! İnsan klavyenin önüne geçmeden önce bir düşünür yahu! Habere bu kadar da "destursuz" girilmez ki... (K.B.)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |