T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Pekin'den geliyoruz

Herkes, "Korktun mu?" diye soruyor. Korkmadım ve bazı gazetelerin yazdığının aksine, uçakta "Düşüyoruz" diye paniğe kapılan tek kişi de görmedim. Arızaya rağmen, güle oynaya seyahat ettik...

Necip Fazıl merhum, bir seyahati sırasında, uçağın kapısı havada açıldığı için ölümden dönmüştü. O yolculuk sonrasında yazdığı yazının başlığını bugün gibi hatırlıyorum: "Ahiretten geliyorum..." Bizim başımıza gelen o kadar önemli bir durum değildi; âhirete gidip gelmedik, Şanghay'dan kalktık ve hesapta olmadığı halde Pekin'e indik... Yazının başlığı, bu yüzden, "Şanghay'dan geliyoruz" olamadı...

Bazı televizyon kanallarının ârızayı olduğundan büyük gösterdiklerini, bir kanalın, "Uçaktan haber alınamıyor" biçiminde yayın yaptığını elbette biliyorum. Yolculardan biri, "Maalesef bizde medya böyle" cevabını benden almayı amaçlayan bir soruyla çıktı karşıma; ben ise, "Maalesef, dünyada medya artık böyle" cevabını yeğledim. Doğrusu da bu: Türkiye, dünyanın aldığı biçimi en kötüsünden yansıtan bir ülke haline dönüştü.

Arıza yüzünden zorunlu iniş yapan bir uçakta cep telefonu açılır mı? Hakkari uçağının pek mâhir olduğunu Çin seferi sırasında sergiledikleri performans sayesinde anladığım pilotları, defalarca, "Lütfen açmayın" anonsu yaptıkları halde, bazı meslektaşlar, daha tekerlekler açılmamışken cep telefonlarına hamle ettiler... Bu meslek böyle: Biri önaldı mı, diğerleri de geri kalamıyor; geride kalanı âmirleri fırçalıyor da ondan... Nitekim, bir telefon kullananı bir diğeri, onu bir başkası izledi. Arızadan dolayı değil ama, diğer yolcuların müdahalesiyle başlayan kargaşa yüzünden başımıza bir iş gelebilirdi..

Oysa her şey gayet iyi başlamıştı. Şanghay'ın kısa zamanda aldığı mesafeden kamaşan gözlerimizle kentin görünen ve görünmeyen yüzlerini keşfe çıkmıştık. Kimimiz daha modern çarşıları hedef aldık, kimimiz ise hediye ihtiyacını karşılayacak geleneksel pazarlar bulduk... Standartlaşan hayatın garip cilvesi olarak ortalıktan kalkmaya yüz tutan 'pazarlık yapma' âdetini tekrar kazanmanın keyfini çıkardık...

Akıl alır gibi değil, ama doğru; Çin'de malların iki fiyatı var: Biri satıcının ilk ağızda verdiği sanal fiyat, diğeri de sizin aldığınız fiyat... Bu ikisi arasındaki mesafe bazen '10:1' bile olabiliyor. Diyelim bir hırka alacaksınız; satıcı kapağı 580 Yuan'dan (1 Yuan yaklaşık 0.8 Dolar, yani 1 milyon 200 bin TL) açıyor, en sonunda size 80 Yuan'a verebiliyor... Çarşı-pazar dolaşmaktan değil, ama kafa göz yara yara yapılan pazarlıklardan yorgun düştüğümü söyleyebilirim... Birinin "Çok ucuza aldım" diye öğündüğü bir malı ondan daha ucuza alan biri mutlaka çıktığı için pazarlık insanın yüreğini zedeliyor...

Ben çoktandır gittiğim ülkelerde fazla çarşı-pazar dolaşmıyorum; gittiğim yerler daha çok kitapçı dükkânları... Doslarım arasında, buna, 'kültür alış-verişi' diyoruz. Ancak, Çin'de, çarşı-pazar dolaşmak bir 'kültür alış-verişi'... Çince kitap satan yerler var, ancak 'kültür' kavramı içine giren pek çok şeyi çarşılarda bulabiliyorsunuz...

Eskiden yolları buraya düşen Türkler beyaz eşya merakındaydılar. Hiç unutmadığım gezilerden biri, Süleyman Demirel ile çıktığımız, Hong Kong, Pekin, Şanghay ve Singapur ziyaretiydi. Geziye katılan bir meslektaş, kendisine yeni açılan köşesinde, bu gezi izlenimlerini yazdı. Bir yerden, "Burada geceler çok hareketli geçiyor, hanımlar, ben olsam, bu geziden dönen eşlerinizden AIDS tasti yaptırmalarını isterdim" diye yazdı meselâ... Hong Kong'dan ise, "Millet kudurmuş, aldıkları eşyalar yüzünden uçak düşerse şaşmam" türü bir izlenim ulaştırdı...

'AIDS testi' yazısının çıktığı gün, yaşlı bir işadamı, uçakta yanıma gelerek, "Hayrola, bir şeyler mi oluyor?" diye sordu. Meğer, o sabah, telefonla görüşürlerken, eşi, işadamı dostuma, durduk yerde, "Neler yapıyorsun şekerim?" deyivermiş... Merakını şu cümleye sığdırdı yaşlı işadamı: "50 yıldır evliyiz, bir kez bile 'Şekerim' dediğini duymadım..."

Yazarın, "Eşyalardan uçak düşer" yazısı yüzünden, Esenboğa Havaalanı'na indiğimizde, kameralar bizleri bekliyordu. Elimde, bilgisayar çantamla küçük bir valiz olduğunu fark eden Kanal-D muhabirinin yüzündeki şaşkınlık görülmeye değerdi. "Hepsi bu mu?" sorusu, canlı yayınlar tarihimizin beni ilgilendiren en yerinde tepkisiydi...

Bu defa da işi abartan olmadı mı? Özellikle, geziye büyük beklentilerle gelen, ancak muhatap bulamadığı için hayal kırıklığına uğrayan bazı işadamlarının, intikam duygusuyla çarşıya çıktıkları, otele döndüklerinde peşlerinden sürükledikleri valizlerden belliydi... Ben bu abartılı davranışı, bir de, 'pazarlık yapma' güdüsüyle yorumlama eğilimindeyim. Her uğranılan dükkândan, çok pahalıya satılmak istenirken neredeyse bedavaya getirdiği bir malla çıkan işadamlarının yüzü büyük bir mutluluk yansıtıyordu gerçekten...

Uçağımızın benim oturduğum sağ tarafındaki dört numaralı motorunda hava kontrolüyle ilgili basit sayılabilecek bir ârıza yerine daha ciddi bir sıkıntıyla karşılaşılsaydı, hiç kuşkunuz olmasın, bunu, "Şanghay'da alış-veriş çılgınlığı" biçiminde yansıtanlar çıkacaktı...

Bu gezinin ana fikri şu: Heyetimiz Çin'i tanıdı; işadamlarımız, burada öğrendikleri sayesinde, daha verimli olmayı deneyeceklerdir...


19 Ocak 2003
Pazar
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED